Etnisitemiz, İnancımız Bayrağımız

Etnik, dini ve ulusal bileşenlerden oluşan kolektif kimlikler, ruhsal derimiz olan kimliğimizin en dış katmanını oluşturuyorlar. Ama en hassas olan, kimliğimizin sinir uçlarının toplandığı yer de bu dış katman. Oraya bir saldırı olduğunda, özellikle aşağılanma, yok sayılma gündeme geldiğinde kendimize yapılmış en ağır hakaretlerden birisi olarak kabul ediyor ve hareketleniyoruz. Gerekirse kimliğimizin diğer bireysel ve toplumsal yanlarından bu uğurda feragat ediyor, ölümü bile göze alabiliyoruz. Neden? 

Tıpkı bireysel kimlikte olduğu gibi toplumsal kimlikte de öz-saygıyı koruma, yüceltme ve kendini en iyi imajlarla sunma ilkeleri işliyor; bilişsel, davranışsal yanlardan ziyade duygusal yanlar çok daha fazla önem taşıyor. Bir aksi koşul söz konusu olmadığı sürece her birey, hep kendi kolektif kimlik grubu, lehine davranma eğiliminde oluyor. Topluluğun başarılarını kendi kalitesiyle, başarısızlıklarını ise şansızlık ve benzeri dış etkenlerle açıklıyor.

Kimlik, çok yönlü bir kavram; oluşumunda psikolojik süreçlerle birlikte ve kısmen onlardan bağımsız olarak, yaşadığımız toplumdaki sosyo-kültürel, politik ve ekonomik süreçlerin de rolü var. Her toplumun tarihsel, kültürel ve toplumsal değerler sistemi tarafından kendiliğinden oluşturulmuş, kendine özgü, nesnel diyebileceğimiz bir kimlik yapılanması bulunuyor. Bireyler, kendileri dışında gelişmiş nesnel süreçlerin sonucu olan bu kimlik yapılarını, doğup büyüdükleri toplumun içinde tecrübe edinerek kazanıyor.  Ergenlik döneminde kimliğini inşa ederken birey, toplum organizmasına veya toplumsal dokuya, yeni ve sağlam bir hücre olarak katılırken, toplum da bu yeni hücreyi kültürü oluşturan değerler, idealler, semboller ve normlarla besleyerek canlı kalmasını sağlıyor. Kimlik duygusu ile birlikte, kolektif toplumsal yapı içerisinde ortaklaşa kurulan “birlik duygusu” da bireyi ortak toplumsal ideallerin bir parçası haline getiriyor. Kısacası, “ben” ile “biz” arasındaki ayrım, gerçekte sandığımızdan çok daha ince.

Kolektif kimlikler zihniyet yapımızda çok kökleşmiş vaziyette. Her şeyden önce dünyayı daima kategorilere ayırıyor, şeyleri ve olayları sürekli kategoriler halinde değerlendirmeye tabi tutuyoruz. İkincisi toplumda da birbirimizi benzeş veya farklı olmaya göre ayırt eden, buna zorlayan süreçler var. Üçüncüsü, “biz” olabilmemiz için mutlaka bir “öteki”ne ve dördüncüsü kolektif belleğe ihtiyaç bulunuyor. Bu dört nokta, Nuri Bilgin Hocaya göre kolektif kimlik inşasının taşıyıcı kolonlarını oluşturuyor. Bunları kavrayamazsak, kolektif kimliklerimiz için neden ölümü göze alabildiğimize, ayrımcılık ve önyargılı tutumlara da anlam veremeyiz.

Bize göre kolektif kimliklerin, etki güçleri de farklı. Farklı toplumlarda ve farklı zamanlarda farklı kolektif kimlik bileşenleri daha öne çıksa da sanki etnik kimlik, en güçlü yapıyı oluşturuyor. Zira hepimiz bir etnisitenin içine doğuyoruz. Etnisite, ırkla özdeş bir kavram değil. Ortak bir dil, müşterek kadim inançlar, hayat, evren ve köken görüşü ve ortak ritüeller etrafında organize olmuş topluluk, “etnisite”yi oluşturuyor.

Etnisitenin oluşumunda ve nesillere aktarımında asıl güç, anadil. Anadil olmadan, insanlar birbirlerini anlamadan, aynı şekilde düşünmeden diğer ortak yaşam koşulları, gelenek, örf, adetler inşa edilemez. İnsanın toplumsal varlığının, toplumsal kimliğinin temellerini, kimliğin mayası olan anadili içerdiği için etnik kimlik, her birimiz için çok önemli. Anadilimizi unutmadığımız sürece kimse de bizden etnik özelliklerimizi alıp götüremez. 

Dini kimlik de oldukça mühim; anadil gibi içine doğmuyoruz belki ama 3-4 yaşlarına doğru çevremizdeki insanların inançlarını ve onları destekleyen ritüeller manzumesini fark etmeye, içselleştirmeye başlıyoruz. Ancak dini kimliğin her yetişme ortamında aynı ölçüde güçlü bir biçimde zerk edilmediği ve zayıf da olsa değiştirme şansına muktedir olduğumuzu söylemeliyiz.

Gelelim ulusal kimliğe. Daha önceki yazılarımızda açıklamaya çalışmıştık. Ulusal kimlik diye, milli kimliğin modern zamanlardaki haline diyoruz.  Modern devletler, resmi ideoloji aracılığıyla ulusal kimlik inşasına çok önem verseler de etnik ve dini kimlikle kıyaslandığında, sonradan eğitim aracılığıyla inşa edildiği ulusal kimlik nispeten daha kırılgan. Ulusal kimliğin dayandığı siyasal toplum, görüş ve düşüncelerle değiştirilebiliniyor; muhalif olarak kendimizi bu kimliğin dışına olmasa da karşısına koyabiliyoruz. Ulusal kimlik için bir topluluğun tüm üyelerinin de aynı etnisiteden, aynı inançtan olması şart değil, aynı devleti yapısı içinde yaşamak yeterli. Modern olanlar da dâhil olmak üzere tarihte görülen devletlerin kahir ekseriyetini farklı etnisiteden gelerek bir topluluk oluşturan insanlar kurmuşlar.

Bu güçlü kolektif kimlikler, bireyi öylesine sarıp sarmalıyor ve kuşatıyorlar ki, birçok düşünür, aslında insan tekinden “birey” diye bahsedemeyeceğimiz kanaatinde.

Sayın Prof.Dr. Erola Göka’nın http://www.erolgoka.net/etnisitemiz-inancimiz-bayragimiz/ sayfasından alınmıştır.
Teşekkür ederiz.

Yazar
Erol GÖKA

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen