Gelmekle gitmenin arasında kalırız bazen.
Hayat denilen şey de gelmekle gitmek arasında ya.
“Aşağıdan gelir Hozalı gelin” der bir gözleyen. Bir başkası;
“Bağışla sevdiğim Hakk’ı seversen,
Gel ağlatma beni eller içinde” diye iç geçirir.
Emrah söyler inceden ince. “Eğer aşık isen gel şu bezme gir.”
Hayallerimiz hep birine değer. Gecelerimiz sevda kokuludur. Akmamak suyun elinde olmaz. “Kaynaktan içebilen de durgun suyu tercih etmez”miş.
Bazen gönlümüze sesleniriz “Gel ha gönül havalanma,/ Engin ol gönül engin ol.” diye.
Ya da “Gel gönül gidelim aşk ellerine” diye bir başka aleme yollanırız.
Yabancı yıldızlar ışıtır bazen önümüzü. Yıldız Dağı’na sorarız türküyle;
“Gelmiş iken bir habercik sorayım,
Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın?”
Mülk bizim sanırız, sonra pişman oluruz “Gel ey gönül mülk edinme bu dehri” diye kendi kendimize konuşuruz.” Ömür de çare günüdür zaten.
Karacaoğlan da şöyle demiş;
“Şu yalan dünyaya geldim geleli,
Tas tas içtim ağuları sağ iken”
Bir de gidenler var tabi.
“Gidene uğur ola,
Gül çimen yolun ola” deriz usulca.
“Gide gide bir söğüde dayanırız” bazen.
Bazen gitmesi gereken kara gündür;
“Güven o Mevlâ’ya da kalmazsın naçar,
Baki değil kara gün gelir de geçer.”
Acelede bin zarar varmış, Mahzuni’de öyle söylüyor;
“Gel ey gönül yanlış gitme,
Gidip cananı incitme,
Bu yolda acele etme,
Acelede bin zarar var.”
Dün yolda giderken bir minibüsün arkasına yazdıkları yazıyı okudum, şöyle demişler “Küllüğe izmaritler sığmıyor diyorum, nasılsın diyor.”
Bir Eskişehir Türküsü de şöyleydi;
“Ben gidiyorum yoluma.”
Gelene de gidene de eyvallah…