Ezo Gelin ya da Zeynep Ebe

Hani bir Ezo Gelin var türkülere konu olan.
Gaziantep’in bir köyünde doğuyor. Serpildikçe güzelliği dillere destan oluyor. Evleniyor sonra, bir sene sonra da ayrılıyor.
Aradan altı yıl geçtikten sonra yeniden evleniyor ve Suriye’nin bir köyüne gelin gidiyor.
İnce hastalığa yakalanıyor. Vasiyet ediyor “beni köyümü görecek bir yere defnedin” diye. 
Vefatından sonra da en yüksek tepeye sırlanıyor, köyünü görecek şekilde.
Ezo Gelin deyince annemin ebesi gelir aklıma.
Annem çok severmiş ebesini, dedesini. Dedesinin vefatından sonra günlerce eve girmemiş. Dedesi annemi sırtına bindirir tarlaya, camiye götürürmüş.
Dede vefat etmiş.
Zeynep Ebe de ikinci evliliğini yapmış. “Kokulu Zeynep” derlermiş. Yanında hep koku taşır, etrafındakilere sürermiş. Sarı bir yazma örtünürmüş hep.
Zeynep Ebe’nin eşi bizim köyden bir hayli uzak bir köye imam durmuş. O zamanın imkanlarıyla gelmek gitmek oldukça zor.
Hastalanmış sonra Zeynep Ebe, ağrıları, sancıları artmış. Çocuklarını arzulamış, Ayşe ile Veli’yi. Hep köyünün tarafına bakarmış gelecekler mi diye.
Ozan Arif sanki o günleri yazmış;
“Pençesi bağrımda, dişi derinde,
Söküp atar mıyım günün birinde?
Gurbetin upuzun gecelerinde,
Beni yudum yudum yutan hasreti.”
Zeynep Ebe ne çileler çekti, ne hasretler yaşadı bilinmez. Belki de şöyle söylemiştir Ozan Arif’ce;
“Gurbet beni toprağıyla, taşıyla,
İyi tanır iyi, her karışıyla,
Yollarını gözlerimin yaşıyla,
Yuya yuya usandım ben bıktım ben.”
Kızı Aşa’da çok özlermiş anasını. Belki şöyle bir türkü söylerdi o da;
“Kâğıda yazarlar ufak yazılar,
Anasız olur mu körpe kuzular,
Yürek yaralıdır, ciğer sızılar,
Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.”
O da vasiyet etmiş “Beni köyümün tarafına şu minare gibi çamların dibine gömün” diye.
Beyyayla dağların arasında bir yer. Dağküplü arasında da ,nice dağlar var. O da belki Aşık Kerem’den söylemiştir;
“Ne yaman eğlenip kaldık burada,
Dilerim Mevlâ’dan erem murada,
Bana derler ‘neyin kaldı sılada?’
Demezler ki bir ciğerim dağlar var.” 
Bir gün çocukları yola çıkmış, iki köyün arası yaya yedi, sekiz saatlik mesafe. Sekiz yüz metre yükseklikteki dağdan iki yüz metre rakımlı Sakarya Nehri’ne geleceksin. Sakarya Nehri’ni geçip bin dört yüz metrelik bir dağa tırmanacaksın.
Varmışlar Beyyayla’ya. Anne çocuklarını görünce başlamış ağlamaya; “Dağları taşları yarıp gelen Aşa’m, dağları taşları yarıp gelen Veli’m” diye. Çocuklarının geldiği gece de vefat etmiş. Dediği gibi o çamların altına defnetmişler.
Ezo Gelin’in vefatı 1956, Zeynep Ebe’nin vefatı da 1955.
Annemin annesi Aşa Ebe de torununa koymuş Zeynep ismini. Dün Zeynep’i aradım. Aşa Ebesi “Anamın adı, ağzımın tadı” diye severmiş Zeynep’i.
2022 yılı idi.
Annem hep anlatırdı Zeynep Ebesini. Beyyaylada çamların altında olduğunu. Hiç gitmek de nasip olmamış. Bir gün sordum “anne ebenin mezarını görmek istiyor musun?” diye. “Çok arzuluyom” dedi.
Beyyayla’yı bilmem. Yolu falan nasıl, araba yolu var mı bilmiyorum. Bir süre sonra kendim gidip bir bakayım dedim, bir vesile ile yolumu düşürdüm, gayet iyi.
Ertesi hafta annem, ablam ben yola çıktık. Sarıcakaya’da pide yaptırdık. Beyyayla’ya vardık. Annem arabada mezarları seyrediyor. Mezarlığı gezdik. Çamların altındaki kabirlere baktık. İsim falan yok mezarlarda. Bunlardan biridir dedik, duamızı yaptık.
Sonra Beyyayla’nın bizim köyün dağlarına bakan bir yerine oturduk, daldık gittik. Uzun uzun sustuk.
Gözlerimiz karşı dağlarda asılı kaldı. Dağ dağ sislendik.
Gördüğümüz gurbeti üstüne çeken bir kaç mezardı.
Eski sandıklar gibiydi içimiz.
Yazar
Mehmet Ali KALKAN

Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Gazi İlkokulunu, Tunalı Ortaokulunu, Motor Sanat Enstitüsünü ve Çukurova Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi (1980). Bir müddet Eskişehir Belediyesinde ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen