Şovenizm (chauvenism) kişi isminden esinlenerek türetilmiş bir sözcüktür. Napolyon’a sarsılmaz, fanatik derecede sadâkatle bağlı bir askerden, Nicolas Chauvin’den esinlenerek türetilmiştir. “Şovenizm” abartılı, köktenci bir milliyetçiliktir; ona tutkuyla bağlı olunan kimseye de “şoven” adı verilir. Ne demek istiyorum, sevgili okurlar. Kısaca şu değil mi? Kendi ulusunu diğer uluslardan üstün tutmak ve bunu her yerde, aşağılayarak nefret biçiminde göstermek. Günümüzde Avrupa’daki yaklaşım tüm üçüncü dünya ülkesi insanlarının aşağılanması, küçümsenmesi ve bir nevi üstencilik. Bu öyle bir davranış biçimi ki, öyle örtülü bir şekilde değil, açıkça beyan edilen bir tavrın alana yansımasıdır. Gelelim bizim coğrafyamıza. Bunu en tipik örneği “Fars Şovenizmi”dir. Hedef kitlesi de kuşkusuz Türklerdir. En belirgin vasfı ise ister bir nedene dayansın, ya da dayanmasın nefret ve kötü niyet duygularının abartılı bir şekilde ortaya konulmasıdır. Nedeni de çok uzağa gitmeğe gerek yok “Turkofobi”, Türk korkusudur. Tıpkı Antisemitizm gibi bin yılda oluşmuş bir Türk nefreti olduğunu bir yerlere not edelim.
1925 yılında Kaçar (Kacar) gibi Türkleri’nin egemenliğinin son bulmasıyla İran asıllı Pehlevi hanedanı dönemi başlamış, Fars şovenizmi yükselişe geçmiştir. O kadar ki, kraliyet şehri Persepolis, “Persia” yerine ‘İran’ ismi seçilmiştir. Bu isim değişikliği ile de İran’ın Ari ırkın ana yurdu olduğu ve ülkede yaşayan tüm toplulukların Fars olduğu öne sürülmüş, baskıcı, dayatmacı rejime geçilmiştir. Türkiye Türkçesinde “Yeter yeter ben Türk’üm” anlamına gelen “Haray haray men Türk’em” Güney Azerbaycan’ın karşı koyma refleksi olmuştur. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Dünyanın 4. Petrol rezervlerine sahip, ABD-İsrail-Suudi bloğunun baş düşmanı İran’da neredeyse nüfusun yarıya yakını Türk/Türkçe konuşmaktadır. Fars Şovenizmine karşı kimlik mücadelesini günümüze kadar sürdürmüşler ve bu mücadeleyi de bihakkın gündemde tutmuşlardır. (2) Devamlı bir düşman mertebesinde bir öteki yaratan “Dayatmacı Fars Kültürü”nün varoluş sebebi ise Fars Şovenizmidir. Bir başka ifadeyle Türklerin karşı koyma refleksinin alanda belirginleştirilmesi ve sınanmasıdır. Daha doğru bir ifadeyle “Ötekileşme” ile düşman yaratılarak var olmak stratejisidir. Bu strateji ise Farisî yönetimin son derece başarılı olduğu bir alandır. Ayrıca, Ortadoğu’da halkların karşı koyma refleksinde oldukça mahirdir, Fars şovenizmine dayanan ‘Farisî İran Yönetimi’. Karşı koyma refleksinin ölçülmesi demek, bölgedeki bir hassasiyetin, bir duyarlılığın çarpıtılması ile bölgede yaşayan daha çok da azınlık statüsündekilerin karşı koyma refleksini yeri geldiğinde kaşınarak, devletin hassas noktalarının tespit edilmesi bunlara karşı devletçe alınacak tedbirlerin geliştirilmesidir. Bu durum Batıda egemendir, örneğin, Danimarka, Fransa karikatür krizleri bunun tipik örnekleridir. Batı’da çıkarılan karikatür krizleri hem İslamofobi hem de İslamofobik tutum ve kültürel duruş ile kültürel felsefe karşıtlığının yansımasıdır. Oysa İran’da bu durum kimlik çatışmasına indirgenmiştir. 12 Mayıs 2006 tarihinde ‘İran’ adlı İran’ın bütün şehirlerinde yayımlanan bir devlet gazetesinin çocuklara ve gençlere yönelik hazırlanan Cuma ekinde, Güney Azerbaycan Türklerini değersizleştirilmesi, itibarsızlaştırılmasını hedefleyen bir ‘hamam böceği’ne benzeten karikatür Türkleri öfkelendirmiş, alanlara çıkılmasına neden olmuştur.
X. yüzyılın başlarında Gazneliler’in İran’da hakimiyet kurmasından XX. yüzyılın başlarına kadar bazı dönemler dışında bu ülkede millet-i hâkime, egemen unsur (core state) Türkler olmuştur. Şah İsmail liderliğinde 1501’de kurulan Safevi Devleti’nin kurucuları Antalya, Maraş, Amasya, Sivas ve Tokat gibi Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden, Erdebil şeyhlerinin davetine uyarak İran’a giden Anadolu Türkleri’ olmuştur. Yavuz Sultan Selim’den sonra da Anadolu Türkleri yoğun bir biçimde İran’a ve Golan Tepelerine göç ettikleri görülmektedir. Bu tespit sadece Osmanlı kaynaklarına göre değildir. Batılı kaynakları da bu betimlemeleri ortaya koymaktadırlar. Batılı uzmanlar İran hakkında yazmış oldukları eserlerinde Gaznelilerin İran’a hâkim oluşundan Kaçarların çöküşüne kadar İran’ın Türkler tarafından yönetildiği gerçeğine daima vurgu yapmışlardır. Örneğin Alman Türkolog Gerhard Doerfer, “997’den 1925’e değin, yani hemen hemen bin yıl boyunca İran’ın Türk egemenliği altında kalmış olmasından” söz ederek, “bu bin yıl boyunca İran’da saray ve ordu mensupları ve soylular sınıfı Türklerden oluşmuştur” diye bir gerçeği açık seçik beyan etmektedir. Bilmeliyiz, öğrenmek durumundayız. Bu betimlemeye “Doğru söylemiyorlar” gibi bir itiraz olmadığı gibi bu durum bizzat Pehleviler tarafından da açıkça itiraf edilmiştir. 1925 yılında İran’da Türk kökenli Kaçar hanedanının iktidarına son vererek Fars milliyetçiliğine dayanan Pehlevî hanedanını tesis eden Rıza Şah Pehlevî daha saltanat tahtına oturmadan önce, 13 Mart 1924 tarihinde “Mîhen” gazetesinde yayımlanmış olan bir açıklamasında itirafını şu şekilde dile getirmekten kendini alamamıştır:
“İtiraf etmeliyiz ki bin yıldan daha fazla bir müddette İran, Türk fatihlerin hâkimiyeti altında yaşamıştır” (3)
Bu gerçek ortada iken, hal böyle iken maalesef ülkemizde “kasap bıçağını yalayan koyun” ya da “celladına âşık olan bir mahkûm” gibi Fars Şovenizminin Sözde “İranalogları” ülkemizde mebzul miktarda bulunmaktadır. Onların önemli özelliklerinden birisi “İranolog” oldukları iddiasıdır. Evet onlar bu unvanı kullanmayı yeğlerler ama aslına bakarsanız, sadece “Acemelog” sadece “Farsalog”turlar. Acemalog olduklarını pek ifade etmezler, çünkü onlara göre kadim bir medeniyet olan İran’da Farstan başka hiçbir milletin varlığını kabul etmezler. Bunlar “Tatlısu Frankleri” gibi “Tatlısu İranalog”larıdır. Son zamanlarda acemlere mehd-i senalar, naat-ı şerifeler ya da güzellemelerini iyice abartmışlardır. Gelin birlikte bunun adını koyalım. Bu nedir? Kısaca, Güney Azerbaycan Türklerini yok sayan Tahran güdümlü bir açılımdır. Örnek mi istersiniz? İşte örnek.16-18 Haziran 2023 tarihinde üç gün süre ile İstanbul’da icra edilen “Birinci Uluslararası İran Çalışmaları Kongresi” Güney Azerbaycan Türklerini dışlayan tutumu ile bir ilki de başlatmıştır. Kongre bildirileri bütünüyle irdelendiğinde Güney Azerbaycan Türkleri adeta yok sayan bir tutum da açıkça görülmektedir. Etkinlik Nous Akademy’den Dr. Rahman Dağ, KTU Stratejik Araştırma Merkezi Dr. Özgür Tüfekçi, İran Çalışmaları Dergisi Dr. Ahmet Yeşil, El-Mustafa Üniversitesinden Dr. Mohsen Ghanbari, Tahran Fars Dili-Edebiyatı Derneğinden Dr. Gholamhosein Gholamhoseinzadeh tarafından düzenlenmiştir. Açılış konuşması (Keynote Speech) Fars milliyetçilerinin sürekli Türklere örnek gösterdikleri Prof. Dr. İlber Ortaylı tarafından yapılmıştır. Prof. Ortaylı tarafından İstanbul Altınbaş Üniversitesi bünyesinde, ‘Cumhuriyetimizin 100. Yılı Etkinlikleri’ çerçevesinde düzenlenen “Geçmişten Günümüze İran” söyleşisindeki İran’daki Türk saptaması aşağıdaki gibi betimlenmektedir:
“İran edebiyatını, İran tarihçiliğini, İran’daki ilmi Türk unsuru olmadan anlamak mümkün değildir ve devam da etmez. Yani İran’ın hayatında Türkler fevkalade önemlidir ve ağırdır. O yüzden İran’daki Türkler diğer ülkelerdeki gibi ezilmiş diyemeyiz. Tam tersi ‘oranın sahibiyiz’ diyerek dolaşırlar.” (4)
Evet onun da ifade ettiği gibi, birinci tespitine katılınmakla birlikte Türklerin İran’da “ülkenin sahibiyiz” diye dolaşmaları son derece yanıltıcı bir durumu da dikte etmektedir. Bu ifade sanki zorlamayla söylenilen, zorlayıcı bir ifadeden öteye gitmeyecek bir durumdur. Başka bir şey söylemeye gerek yok, bu durum Güney Azerbaycan’da 24 saat geçirenler için imkansızın ötesidir. Keşke olabilse. Ahunt Yönetimini aklamak için bu tür bir betimleme yapmak yanlıştır. Bu şekilde yanıltıcı bilgi verilmesi bir seri yanlışlar zincirini de beraberinde getirmektedir. Bu konuda O kadar çok örnek var ki, Bunlardan birisi de 2015 yılında İran’da bir televizyon kanalında “Fitile” adlı çocuk programında cereyan etmiştir. Otelin pis kokmasından şikayetçi olan ve Azerbaycan Türkçesiyle konuşan bir baba-oğula resepsiyon görevlisinin kendilerinin ağzının koktuğu yönünde yanıt vermesi ve baba-oğulun dişlerini tuvalet fırçasıyla temizlediğine yönelik ima, Güney Azerbaycan Türklerinin tepkisine yol açmıştır. (4)
Bir başka üzerinde önemle durulması gereken konu ise İran’ın bilinçli bir kararlılıkla Azerbaycan’a karşı Ermenistan’a yardım parametresini kullanmasıdır. Bu durum gerek Güney Azerbaycan Türklerinin gerekse de Türkiye ve Azerbaycan’ın tahammül sınırlarını zorlamaktadır. Buna ilaveten ateşkes anlaşması gereği Azerbaycan ile Nahçıvan arasında Zengezur üzerinden ulaşım hatları açma planı krizin boyutunu fazlasıyla da değiştirmiştir. Azerbaycan’ın ata toprağı olarak gördüğü Zengezur el değiştirirse -ki el değiştirmesi mukadderdir-Aras Nehri’nin kontrolü bütünüyle Bakü’nün eline geçebileceğini öngörmektedir. Gerçekten de İran, Zengezur Koridorunun durum üstünlüğünü başta İsrail olmak üzere Azerbaycan ve Türkiye’ye bırakılacağını aşağıdaki olumsuz düşüncelerle kıymetlendirmektedir:
1. Zengezur’dan koridor açıldığında İran’ın Asya-Avrupa arasında güzergâh olma avantajını yitirilecek. Çin’in Yol ve Kuşak Projesi’nde İran’ın önemi azalacak.
2. Ermenistan’la sınır değişecek, ulaşım hatları kesilecek ve jeostratejik denge değişecek.
3. Rusya, Kafkasya ve Karadeniz’e ulaşım zorlaşacak.
4. Azerbaycan-Nahçıvan bağlantısı artık İran üzerinden sağlanmayacağı için ekonomik kayıp yaşanacak.
5. Tahran’ın bölgedeki etkisi zayıflayacak.
6.Türkmen gazı bu koridorla Türkiye-Avrupa’ya bağlanırsa İran gazına talep azalacak.
Evet sevgili okurlar, İran tekrardan Türk korkusuyla baş başadır. Ancak bu durum karşısında unutulmaması gereken ise Güney Azerbaycan Millî Hareketinin bir ve bütün olma gerekliliğidir. Bu hareket yurtiçi ve yurt dışı eylemleri ile de bütünleşiktir. Güney Azerbaycan Türkleri gerek 2006 Karikatür, gerekse provoke edilen 2015 televizyon programı krizinden ve 44 günlük Karabağ savaşı öncesi ve sonrası İran’ın Ermenistan’a gönderdiği askerî yardımlar bardağın taşırılmasına neden olmuş ve hareketler şiddetle protesto edilmiştir.
Millî istekler konusunda haddinden fazla ve her zaman duyarlı olan Güney Azerbaycan Türkleri millî isteklerini dış zeminlere taşımayı da bir hedef olarak ortaya koymuşlardır. Bu cümleden olmak üzere bu yıl Mart 2023 ayının sonlarında AB genel merkezine kadar yapılan Brüksel yürüyüşü ve Almanya’nın başkenti Berlin’de yapılan yürüyüş Belçika ve Almanya’yı sallamıştır. Brüksel ve Berlin yürüyüşleri Güney Azerbaycan Türklerinin millî hareketlerini edilgenlikten etkenliğe geçişin bir parametresini de oluşturmuştur. Bir ve İkincisinden sonra III. Güney Azerbaycan Forumunun 29 Nisan 2023 tarihinde İstanbul Nişantaşı Üniversitesinde yapılması tarafsızlığa geçişin de önemli göstergesini teşkil etmiştir.
Şimdi bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, Gaziantep’te toplanan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) gibi, “Güney Azerbaycan Millî Kongresi”nin Van ya da Bakü’de toplanabilmesi koşullarının hazırlanması ve bu kongrenin gecikmeksizin toplanmasıdır. Acilen yapılması gereken ise Güney Azerbaycan konusunda alanda çalışan sivil toplum örgütlerinin önkoşulsuz olarak bir araya gelme becerisini göstermeleri ve birbirleriyle kucaklaşmalarıdır. “Ortak Demokratik Platform Girişimi” Güney Azerbaycan Türklerinin bir ve var olma mücadelesinde önemli bir merhaledir, bu behemehâl gerçekleşmelidir, sevgili okurlar
Dipnotlar:
(1) Mehmet Kısak, “Fars Milliyetçiliğinin Bir Meşruiyet Kaynağı: Kadim Geçmişe Vurgu” Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, Ankara, c.11, Sa.34, Mart 2023, s.365.
(2) Kürşad Zorlu, “Haray haray men Türk’em…”, Vatan Gazetesi, 5 Ocak 2018; https://www.gazetevatan.com/yazarlar/kursad-zorlu/haray-haray-men-turk-em-1132365/Erişim Tarihi 18.06.2023
(3) Namıq Musalı, “Kaçarlar Döneminde Türk Kimliği ve Türkçenin Konumu Meseleleri Üzerine”, ASOBİD Amasya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 2, Sa. 4, Aralık 2018, s.133.
(4) https://www.canlihaber.com/haber/5250440/irandaki-o-program-turkleri-ayaga-kaldirdi/Erişim Tarihi 18.06.2023/