Aktif Düşünce Yayıncılık / Felsefe Dizisi
‘Felsefe İle’ Üzerine
Modern zamanlarda insanoğlu kendine gökyüzünü kapatacak kadar kocaman binalar yaptı. Dünyanın yedi kıtasıyla sürekli iletişim kurabileceği küçücük telefonlar icat etti. Bütün ihtiyaçlarını karşılayabileceği betondan tapınakları yani Alışveriş Merkezlerini kurdu. En afili Yunan Tanrıları ve Tanrıçaları gibi giyinebileceği giysileri üretti ve pazarladı. Televizyon kanalları kurdu ve sanal bir dünyanın penceresini New York’tan Kandahar’a kadar yetmiş iki milletin hizmetine sundu…
Dünyada bunca şey öylesine hızlı oldu ki insanlar doğru düzgün ne olduğunu bile sorgulayamadan kendini bir yarışmanın, akıntının içinde buldu. Aklı kutsallaştıran bu yeni paradigmanın dünyayı dönüştürme hızı insanın ‘Ne oluyor?’ sorusunu sormasına fırsat bile bırakmadı. Duramayan insan ve medeniyet düşünemedi ve akışın içinde sürüklendi gitti…
Doçent Doktor Levent Bayraktar’ın ‘Felsefe İle’ kitabı bu dur durak bilmeyen akış içerisinde sürüklenen insanın kültüre, dile, medeniyete, yaşama, eğitime, değere, ahlaka ve kendine felsefe ile bakması, düşünmesi ve sorgulaması için bir öğüt veriyor. Çünkü zamanla beraber bu akışa kapılan sadece insanın kendisi değil; onun kültürü, dili, medeniyeti, yaşamı, eğitimi, değeri ve ahlakı. ‘Felsefe ile’ bütün bu unsurların insandan bağımsız olamayacağını ve ancak insanın onlara bir anlam verebileceğini bize anlatıyor…
Gabriel Garcia Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ romanında Albay Marquez arkadaşı Albay Buendia’ya ‘Yüreğini kolla, ölmeden çürüyorsun.’ demişti. Bizimde bugün ihtiyacımız olan şey belki de bu… Birilerinin bize ‘Yüreğini kolla!’ demesi, bizi uyarması. Salt akılla kurgulamadığımız dünyanın yüreğimizi elimizden aldığını birilerinin haykırması gerekiyor. Ölmeden çürüdüğümüzü idrak etmenin en etkili yolu felsefe; çünkü hiçbir ideolojiye, hiçbir dayatmaya, hiçbir paradigmaya bağlı kalmadan olanı inceleme yetisini kazandırıyor insana.
‘Felsefe ile’ okuyucusunu uyarıyor; ‘Yüreğini kolla.’ diyerek… Koca bir dünyanın, medeniyetin, kültürün, dilin yüreğini kollamazsa ölmeden çürüyeceğini söylüyor bize… İnsanların birbirini ‘Özne’ olarak görmeyi bıraktığı yerin uçurum olduğunu ve beraberinde düşeceği boşluğunda ‘Medeniyet Krizi’ olduğunu dile getiriyor.
‘Felsefe ile’ kitabı nesirlerden ve röportajlardan oluşan iki bölümü içeriyor. İlk bölümde kültür, dil, insan, değer, eğitim, medeniyet, ahlak ve medya irdeleniyor. İkinci bölümde ise Yunus Emre’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a, felsefi tutumdan edebiyat felsefe ilişkisine kadar geniş bir yelpazeye değinen röportajlar yer alıyor.
Levent Bayraktar
1. BÖLÜM
‘FELSEFE İLE YAŞAMAK’ VE ‘FELSEFE İLE BAKMAK’
İnsanı buraya ve şimdiye hapsetmek onun akıp giden zaman içerisinde bütünlüklü bir ben bilincine ve kimliğine ulaşmasına engel olmaktır. İnsan Sartre’ın deyimiyle bir ‘Proje Varlık’tır. Sürekli yaptığı seçimleri ve vazgeçişleri ile kendi şahsiyetini inşa eder. Dünyada çoğunlukla olanla olması gereken örtüşmez ve çoğunlukla bir çelişki vardır. Lakin bundan korkmamak gerekir; çelişkinin farkına varmak bunu yenmek için atılan ilk adımdır.
‘KÜLTÜRE FELSEFE İLE BAKMAK’ VE ‘İNSAN – DİL İLİŞKİSİ’
Kültürün bilgi ile özdeş kabul edilmesi bilgiyi bir güç ve hâkimiyet aracı haline getirmiştir. Bilmenin yapabilmek için yeterli ve meşru kabul edilmesi olgusu; dünyaya, güçlünün güçsüze uyguladığı zulüm olarak yansımıştır. Oysa bilmek tek başına kemal seviyesi değildir; bilginin kemal seviyesine ulaşabilmesi için etik özne rehberliğinde kullanılabilir olması gerekir. Etik boyut epistemolojik düzlemin ötesinde ve üzerindedir. Medeniyet bir insanlık başarısıdır ve bu dille aktarılır. Heidegger’in ifadesiyle ‘Dil varlığın evidir.’. Dil olmadan insanın kendisi için temeli olan bir değer, medeniyet inşa etmesi mümkün değildir. Bu yüzden insan dilinin sınırlarını daima genişletmeye çabalamalıdır. Aramakla bulunmayacaktır belki ama bulanlar arayanlar olacaktır.
‘İNSAN, DEĞER, EĞİTİM’ VE ‘MEDENİYET – AHLAK İLİŞKİSİ’
İnsan sadece bilimin sırlarını çözebileceği biyolojik bir varlık değildir. İnsanoğlu değerler üreten ve bu değerlerin rehberliğinde kültürler ve medeniyetler kuran bir varlıktır… İnsan dış ahlakla yetindiğinde çoğu zaman kendinde değildir. Dış ahlak toplumun insana dayattığı veya sunduğu ahlaktır; bu bir nevi kitlesel hayatın neticesidir. Oysa iç ahlakta ise bir ‘’Ben’’ bilinci vardır. Günümüz insanı kitle halinde yaşıyor ve benliğiyle yani kendisiyle baş başa kalamıyor. Kendiyle yüzleşmekten korkuyor. Öyle ki evlerimize gittiğimizde yaptığımız ilk şey kendimizle baş başa kalmamak için ışığı açmak yerine interneti ve televizyonu açmak oluyor. Doğada sadece insan özgürlüğe mahkûm edilmiştir ve insanı hayvandan ayıran özellik dilin yanında değer üretebilmesi ve bunları seçebilmesi yetisidir. Eğer insan kendini sadece biyolojik bir varlık olarak tanımlamış olsaydı tarih boyunca dünyevi beşeri bilgi ile yetinirdi fakat tarih bunun tam tersini yazdı. Bugün yapılması gereken insanı merkeze alan bir medeniyetin inşasına devam etmek. Bu inşanın harcı ancak etik bir seviye ile karılabilir. Bu etik seviyede insanların birbirini yok saymasıyla değil; birbirini özne olarak görmesiyle gerçekleşebilir. Aksi halde ötekini ‘Özne’ olarak görmediğiniz anda ahlak biter ve medeniyet krizi başlar.
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARINDA SEGİLNEN ENTELEKTÜEL ALGISININ AÇMAZLARI ÜZERİNE
Toplumlar ve medeniyetler ancak dille zengin ve yaygın bir ilişki kurarlar ve büyürler. Bu dilin verdiği anlama muhatap olan, onu içselleştiren ve bunu paylaşabilen medeniyetler büyüyebilir. Günümüzde ise bu iletişim ağını kontrol eden kitle iletişim araçlarında filozof ve düşünür bir meczup, sanatçı fildişi kulede yaşan bir insan, entelektüel ise entel olarak yaftalanan bir cahil olarak resmedilmektedir. Medyanın bu tutumu geri dönülmez bir kültür buhranına yol açmaktadır…
2. BÖLÜM
FELSEFE VE EDEBİYAT İLİŞKİSİ ÜZERİNE PROF. DR. KENAN GÜRSOY İLE SOHBET
Platon’un ‘Mağara’ metaforundan bu yana tarih içerisinde felsefeyi edebiyat ile anlatmak büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü metaforlarla ve roman karakterleriyle özdeşim kuran insan anlatılma istenen konunun arka planında ki felsefi birikim ile hemhal olacak ve onu içselleştirecektir. Örneğin roman karakterinin bir taraftan hayatta farklı farklı davranışlar gösteren, kendisiyle bütünleşen, kendisine ihanet eden, kendisini seven, kendisinden nefret eden ama kendisini düzeltmeye çalışan, başka insanlarla münasebetinde hüsrana uğrayan bir insanı anlatmış olacaksınız. Ama bir taraftan da öyle bir şey hissettireceksiniz ki işte bütün bunlardan bir metafizik anlam çıkarmak mümkün olacak…
BİLGİ VE FELSEFİ TUTUM ÜZERİNE PROF. DR. NECATİ ÖNER İLE SOHBET
Bilgi insanın varolan üzerine verdiği hükümdür. Felsefe geniş bir bakış açısı ile bütün bilgi dallarının verilerine dikkat eder ve bu anlamda onların üstüne çıkar, bütünlüğü göz önünde tutarak varolanı denetler. Fertlerin farklı hayat tecrübelerini deneyimlemeleri aynı nesne üzerinden farklı yargılar üretmesine yol açar lakin toplumsal hayatın devamı için düzeni ayakta tutacak tek bir fikrin iktidar olması şarttır. Günümüz toplumları için en ideal fikir çoğulcu demokrasidir. İnsan varolanı ne kadar iyi tanırsa ona karşı olan davranışlarını da o oranda daha doğru olarak ayarlar.
PROF. DR. İBRAHİM ŞAHİN İLE ‘HAZ VE GÜNAH: BİR TANPINAR YORUMU’ ADLI KİTABI ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Henüz kimlik problemi yaşayan bir toplumuz; kim olduğumuz konusunda ve kim olacağımız konusunda kafamızda sürekli soru işaretleri var. Tanpınar eserlerinde bu çatışmayı irdelediği için aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen sürekli onun eserlerine bakma ihtiyacı hissediyoruz. Türkiye’de edebiyat camiasının ideolojik olarak kutuplaşmış olması Tanpınar’ın da farklı algılanmasına yol açmıştır. Gözü bağlı insanların file dokunduğunda neresine dokunursa fili o uzvu olarak adlandırması gibi bizde de Solcular, Milliyetçiler ve İslamcılar aynı şekilde Tanpınar’ı bütüncül bir yaklaşımla irdelemek yerine kendilerine yakın bulduğu satırlarıyla anmaktadır. Bu gözü bağlı ideolojik tutumlar yerine Tanpınar’ı daha şümullü bir nazarla irdelemek ve anlamak elzemdir. Tanpınar memleket insanından yola çıkıp insanlık problemlerini ele alacak eserleri kaleme almıştır. Bugün Türkiye için bir şey yapmak istiyorsak öncelikle Türkçeyi kurtarmak gerekmektedir. Nitekim Türkçeyi öğrenmeden hiçbir şey üretemeyiz ve köklü bir medeniyeti inşa edemeyiz.
ÖNCEKİ GELENLERİN SONUNCUSU; SONRAKİ GELENLERİN İLKİ: YUNUS EMRE
Tasavvufi gelenek İslam’ın doğuşuyla bir anda ortaya çıkmamıştır. Bu geleneğinde oluşumunun bir tarihselliği ve sosyolojisi vardır; lakin bu oluşumu sadece tarihsellik ve sosyolojisi ile kavramak mümkün değildir. Çünkü tasavvufi geleneğin özünde her bir ferdin içinde yaşadığı deruni bir tecrübe de işin içine girmektedir. Toplumların buhran zamanlarında tasavvufa yöneldikleri tarihsel bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır; bunda insanların tutunacak bir şey araması, tekkelerin insanlara çorba dağıtıp karınlarını doyurması önemli bir pay taşımaktadır. Böylesine büyük bir geleneğin mirasçısı olan Yunus Emre Türkçeye ‘Gönül’ kavramını hediye etmiş, insanların eşit olduklarını her bir eserinde vurgulamıştır. 700 yıldır dizeleri dilden dile dolaşan ve çığ gibi büyüyen Yunus Emre koca bir medeniyetin sadece edebi değil aynı zamanda felsefi bir dayanağı, bel kemiği olmuştur. Bugün için insanlığın bir nebzede olsun nefes almasını sağlayacak formül Yunus Emre’yi yeniden anlamak ve yorumlamak olacaktır.
‘TÜRK DÜŞÜNCESİ TARİHİ HAKKINDA SÖYLEŞİ’ VE ‘MİLLİYETÇİLİK SORUŞTURMASI’
Modern zamanda bilginin yığılması beraberinde bir kavram kargaşasını da getirmiştir. Milliyetçilik ve Ulusalcılık kavramları birbiriyle karıştırılmaktadır. Ulusalcılık bir reaksiyon kurgusuna dayanmaktadır lakin milliyetçilik kavramı bir reaksiyona ihtiyaç duymadan kendine idealler belirleyen bir kavramdır. Vatan ve dil ilişkisi sorgulandığında görülecektir ki; dil vatandır, vatan Türkçedir…
Sayın Uğur KILINÇ’ın aşağıdaki adreste yayınlanan yazısından alınmıştır.
http://www.okumakayricaliktir.net/2014/11/06/felsefeileuzerine/