Mehmet Ali KALKAN
Ne zaman bir nar çiçeği görsem Feyzi Halıcı Hocam’ın ‘’Günaydınım… Nar çiçeğim… Sevdiğim…’’şarkısı aklıma gelir. Beste rahmetli Cinuçen Tanrıkorur. Tıpkı iğde çiçeği gördüğümde Abdurrahim Karakoç Ağabey’in ‘’ Aşkımız sembolleşsin iğde çiçeklerinde.’’şiirinde olduğu gibi.
Yazmış ya Feyzi Ağabey;
Günaydınım
Şavkıması, sana doğru yolların
Sana doğru,denizlerin çağrısı
Çırıl çırıl ötelerde bir güzel
Günaydınım,nar çiçeğim,sevdiğim…
Çıkmaz sokaklarda bu minyatür kim?
Bu göğüs kim,ya bu gözler,bu saçlar?
Uzak bir özlemde ayak seslerin
Günaydınım,nar çiçeğim,sevdiğim…
Kırk odanın kırkında da kırk güzel
Kırk aynada çengi çengi bir güzel
Çağlar ötesinde bir avuç nota
Günaydınım,nar çiçeğim,sevdiğim….
Bu yıldızlar doğangünü çağrışır
Bu gündüzler gözlerini çağrışır
Ya kimlere verdin avuçlarını?
Günaydınım,nar çiçeğim,sevdiğim…
Vurdum tellerine seni,sazımın
Sende anahtarı,alın yazımın
Yağmur yağmur serpil,yalnızlığıma
Günaydınım,nar çiçeğim,sevdiğim…
Liseli yıllarımda para buldukça Türk Edebiyatı, Hisar gibi edebiyat dergilerini almaya gayret ediyordum. Şiiri de çok seviyor ufak tefek denemeler yapıyordum. Üniversiteye başlayınca kendimizi sıkıntılı bir ortamın içinde bulduk. 1980 yılının Haziran’ında üniversite bitti. Sonra iş-güç, dünya telâşeleri derken şiir bir kenarda durdu. Ta 1998 yılında bir yarışma görünceye kadar. Utanıp gitmediğim bir dernek vardı Eskişehir’de, Eskişehir Şairler Derneği. Bir vesile ile gitmek zorunda kaldım. Başkan İbrahim Sağır, üyelerinden bazıları Muharrem Kubat, İsmail Çelik ( Aşık Pervani), Rasim Köroğlu, Lütfü Kılıç…sonra şiir toplantıları yapmaya başladık. Ayda bir ülkemizde tanınmış şair büyüklerimizi Eskişehir’e davet ediyor, bilgilerinden istifade ediyorduk. Bekir Sıtkı Erdoğan, Ahmet Tufan Şentürk, Göktürk Mehmet Uytun gibi büyüklerimizden çok güzel şeyler öğrendik, hatıralarını dinledik, şiirleriyle nefeslendik…
Feyzi Halıcı Ağabey’le tanışmak da bu zamanlarda nasip oldu. Şiirlerini,kitaplarını, Çağrı Dergisini, Aşıklar Bayramının, Mevlevi törenlerinin düzenleyicisi olduğunu biliyorduk.
Eskişehir’den Ankara’ya şiir toplantılarına gidiyorduk. Minibüsle, trenle ya da özel araba ile Feyzi Hocamın düzenlediği Fasıl Bar şiir şölenlerine katılıyorduk. Bu toplantılarda nice güzel insanları tanıdık. Rıza Akdemir, Ahmet Tufan Şentürk, Cemal Safi, Rıdvan Çongur, Yahya Akengin, Nurettin Özdemir, Halil Soyuer, Abdullah Satoğlu Ağabeyler ilk aklıma gelenler.
Şiir okurken heyecanlanıyordum. Elim ayağım tutmuyor, dilim kuruyordu. Her biri kendi çapında kıymet olanların size baktığı bir ortamda heyecanlanmamak mümkün değildi. Alıştık tabi sonra.
Feyzi Halıcı 1923 yılında Konya’da dünyaya gelmiş, üniversiteyi İstanbul’da bitirmiş, kimya mühendisi olmuş. 1959’da Konya Kültür ve Turizm Derneğini kurmuş, on yıl Konya Senatörü olarak TBMM de görev yapmış. Türk Kooperatifçilik Kurumu Genel Başkanlığı’nda bulunmuş, Türkiye-Pakistan Kültür ve Dostluk Cemiyeti Başkanlığı yapmış, 20 yıl Pakistan Fahri Başkonsolosu ol muş, 2008 de TBMM Üstün Hizmet Ödülünü almış. Konya Gazeteciler Cemiyeti’nin kurucusu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Çağdaş Türk Eserleri Yayın Kurulu üyesi, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Onur Kurulu üyesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Atatürk Kültür Merkezi Bilim Kurulu üyesi… 1957 den bu yana – Anadolu’da bu kadar uzun süreli başka dergi yok- Çağrı Dergisini çıkarmış. Şiir, güldeste, gezi, araştırma, inceleme, kongre, sempozyum gibi yazılmış, derlenmiş yüzün üzerinde kitaba imza atmış… Aşıklar Şölenlerini, Mevlevi ayinlerini başlatmış. Yine Konya’da Güvercin Yarışması, Yemek Yarışması, Göl Yarışmaları tertip etmiş bir güzel insandır.
Bu yapılanların bir insanın ömrüne sığdırması oldukça zor. Yine yukarıda yazılanları her yerde bulmak mümkün. Ama benim söylemek istediğim başka.
Feyzi Halıcı bizim, halk aşıklarının, şairlerin, Türk Kültürü sevdalılarının Feyzi Ağabey’i, Feyzi Hocası, Feyzi Babası idi. Soframıza diz çöküp aynı çorbayı kaşıkladığımız ekmeğimizi, sevgili bölüştüğümüz büyüğümüzdü.
Bizi şiir şölenlerine davet ederdi. Eskişehir’in yeri Feyzi Ağabey’de bir başka idi. Bu vesileyle Fasıl Bar’da, Pera Palas’ta, Basın İlan Kurumu Tesislerinde, muhtelif şehirlerde toplantılara katıldık. Bu şiir şölenlerinin iyi tarafı sahneye çıkıp üç dakika şiir okumak değil, güzel insanlarla birkaç gün vakti geçirmek, fikirlerinden, bilgilerinden, tecrübelerinden istifade etmekti.
Feyzi Ağabey halk aşıklarının da hamisiydi. Aşıklık geleneği Erzurum’da, Kars’ta, Artvin’de, Sivas’ta, Adana’da yaşıyordu ama Konya’da Aşıklar Bayramı yapmak ve gelenek haline getirmek Feyzi Halıcı’nın fikriydi. İlk aşıklar bayramını 1966 yılında tertiplemişti.
Prof. Dr. Abdurrahman Güzel şöyle diyor ‘’ Bugün bir kısmı Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olan yüzlerce aşık Sayın Halıcı ile gün yüzüne çıkmıştır. Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Sayın Halıcı aşıkları gün yüzüne çıkarmanın ötesinde onlara geleneğin esaslarını öğretmiştir. Pek çoğuna mahlas vermiştir.’’
Aşıklık geleneği hala devam ediyorsa, birkaç nesil daha öteye taşınmışsa hiç şüphesiz en büyük pay Feyzi Halıcı’nındır.
İlk Aşıklar Bayramı’na 24 aşık katılmıştır. Aşık Davut Sulari, Aşık Müdami, Murat Çobanoğlu, Abdulvahap Kocaman, Aşık Dursun Cevlani bunlardan bazılarıdır.
Feyzi Halıcı Ağabey aşık tarzı yazdığı şiirlerde ‘’ Fezai’’ mahlasını kullanmıştır.
Hani yaylaya gelin gelmiş. Tertemiz havayı, şırıl şırıl akan dereleri, çiçekleri, çamları, kuzuları vs. görünce ‘’ Oh… Ne kadar güzel bir yer, insan burada beş ayda çocuk doğurur.’’demiş. Kaynanası da cevap vermiş; ‘’ ilk çocuğu dokuz ayda yap da, gerisi kaç ayda olursa olsun.’’
Feyzi Halıcı Ağabey bizim gelinimizi yazmıştı.
Yaylaya Bir Gelin Geldi
Zümrüt tepeler ardından
Yaylaya bir gelin geldi
Değme âşıklar yurdundan
Yaylaya bir gelin geldi
Sözde kalmadı kaviler
Çalındı güm güm davullar
Açarken eflatun güller
Yaylaya bir gelin geldi
Al al yaşmaklar çullandı
Tatlı gamzeler güllendi
Etraf şenlikle dillendi
Yaylaya bir gelin geldi
Meydan ışıklandı ayla
Gönüller coştu halayla
Kızlı kızanlı alayla
Yaylaya bir gelin geldi
Kına yakıldı ellere
Poşu bağlandı bellere
Yayla döküldü yollara
Yaylaya bir gelin geldi
Kaynadı bakır kazanlar
Okundu çifte ezanlar
Oyun oynadı kızanlar
Yaylaya bir gelin geldi
Eskişehir’deki bir grup üniversite öğrenci Hz. Mevlâna ve törenleri hakkında bir şeyler sordular. Benim söyleyeceklerim sıradan şeylerdi. Mevlâna törenleri de o sırada başlıyordu. ‘’Hazırlayın Konya’ya gidiyoruz’’ dedim. Bir minibüs kiraladık. Giderken Mahmudiye’ye Hara’ya uğradık. Atları, tayları gördük, onlar hakkında bilgi aldık. Sakarya Başı’nda durduk. Sakarya şiirini okuduk. Sonra Sultan Dağları’nın yanından geçerken Feyzi Hocamın şiirine başladık.
Koz ağaçta bir gümüş yol
Arkada Sultan Dağları
Yol boyunca söylediğim
Türküde Sultan Dağları
Bolvadin’le, Çay ilçeleri arasında Osmanlı’nın güney seferlerine çıkarken toplandığı Selamünaleyküm Çayırı’na baktık. Battal Gazi’nin gezdiği dağları seyrettik. Şiirin ikinci kıtası şöyleydi;
Allah’ım bu nice gündür
Gökler ağlar hüngür hüngür
At koşturur bir cihangir
Terkide Sultan Dağları
Akşehir’de Nasrettin Hoca’yı ziyaret ettik.
Konya’ya vasıl olduk. O günlerde Feyzi Halıcı Hocam Konya’da idi. Öğrenci arkadaşlarla evine gittik. Bize Mevlâna’yı Konya’yı şiiri anlattı. Muhteşem bir bilgi ziyafeti oldu bizim için. Anlattıkları ışığında sema törenlerine katılıp döndük.
Bazen kar yağarken Feyzi Halıcı’nın şiiri aklıma gelir.’’ Ellerime Kar Yağıyor.’’
Yalınca bir dağ-başında,
Ellerime kar yağıyor…
Yazın yaz, kışın kış Tanrım,
Bu ne mayalanış, Tanrım;
En güzele, en korkunca,
Teselliler sonu, bunca,
Gök-yüzünde unuttuğum
Ellerime kar yağıyor…
Bu, yapraktan ince can’lar,
Bu kubbe kubbe ezanlar.
Bu dualar, rahmet rahmet,
Aşk, ışıtan can-evimi,
Bu başlangıç, bu nihayet,
Bu gördüğüm düş benim mi?
Nice dillerin telaşı?
Tekmil bir geceye karşı,
Alev alev gözlerimden,
Ellerime kar yağıyor…
Adımlar işte, ard-arda,
Gayrıca beklemek olmaz.
Açın perdeleri bütün,
Mavi mavi aynalarda,
Uyanmak üzre, doğan gün.
Kulu kurbanı olduğum,
Mutluca toprakta tohum.
Çiçek, niyazlar içinde,
Dal’ın türküsü bembeyaz,
Serpil serpil duyuyorum,
Bardaktan boşanırcasına,
Kopmuş takvimlere inat,
Duygu duygu kanat kanat,
Ellerime kar yağıyor…
Bu deniz boyu dalgalar,
Bu Müslüman dakikalar;
Her nefes alış-verişte
Duyduğum, bu gerçek işte…
Muştular içinde sazım,
Bu mu benim alın-yazım?
Dostlar görmüyor musunuz?
Çağrılar içinde, sonsuz,
Hep zamanların dışında,
Yalınca bir dağ başında
Ellerime kar yağıyor.
Bir gün köye gidiyorum, şehirde bir şey yok. Zirvede kar başladı, şöyle dedim.
Cevabı yok niçin nasıl
Ömür geçer fasıl fasıl
Ellerime usul usul
Yarımca’da kar yağıyor
Feyzi Hocam ‘’Ne olursa ol yine gel’’davetinden dolayı çıkardığı dergiye Çağrı adını koymuş. Bu derginin bir sayısında ön sayfada olma şerefine erişmiştim. Benim için şöyle demişti Feyzi Ağabey yazdığı yazıda:
‘’Mehmet Ali Kalkan şiirin yapısını kendine has bir üslup içinde kuruyor. Şiire en yakın sözcükleri titizlikle seçiyor. Kafiyeler 24 ayar güzellik içinde sağlamca mısralara oturuyor. Deyişi bir akarsu gibi zamana yansıyor. Şiirlerinin kolayca söyleyivermiş bir görünüm içinde.’’
Feyzi Halıcı Hocam Yunus Emre’den bahsederken ‘’Bizim Konya’da ve başka yerlerde de Yunus Emre’nin makamı var ama araştırmalarıma göre Yunus Emre Eskişehirlidir.’’demişti.
Yine bir başka zaman Eskişehir’deki Sarıköy’de Konya’daki köyden daha fazla Yunus ismi olduğunu tespit ettiğinden bahsetmişti.
Onun gözünde aşıkların ayrı bir yeri vardı. Bizim olduğu kadar onlarında maddi, manevi her şeyleriyle ilgilenirdi. Yanında olduğumuz zaman para harcayamazdık,ödenecek miktar ne olursa olsun kendisi yapardı.
Eskişehir’e geldiği bir gün ikimiz köyümüz Dağküplü’ye gitmiştik. Virajlı yolda biraz tedirgin olmuştu ama anlattıkları, duyduklarım benim için çok başka, çok özel ve çok güzel şeylerdi. Bazılarını ben yazmam, bazılarını unuttum. Keşke not almak gibi bir alışkanlığım olsaydı.
Rahmetli Rasim Köroğlu bir gün sormuş ve kameraya da almıştı. Soru özetle şöyleydi; ‘’ Feyzi Hocam yıllardır Konya’da aşıklar bayramı yapıyorsun, hepsini tanıyorsun, ağabeylerisin, babalarısın, sizi hepsi çok seviyor. Aşıklıkta muamma, türkü, atışma, dudak değmez vs. gibi muhtelif dallar var. Sizce bugüne kadar gördüğünüz en iyi aşık hangisi acaba?’’
Bir müddet düşündükten sonra’’ Hepsi ayrı güzel, hepsinin kendilerine özgü rengi, tadı, kokusu var. Ama bütün dalları göz önüne alırsak en iyisi Aşık Reyhani’’demişti.
11.10.2017 günü Feyzi Halıcı Ağabeyin cenazesine katılmak üzere İbrahim Sağır, Muharrem Kubat, Hilmi Can Ağabeyler ve Lütfü Kılıç’la Konya’ya gittik.
Feyzi Hocamın son yıllarında keşfettiği ve çok sevdiği Aşık Behram sevgiyle, minnetle, şükranla tabutun ayakucunu sanki avucunda Selçukya Güvercini gibi tuttuğunu, ihtimamla taşıdığını görmek bir telin kopması mı idi bilemedim.
Allah rahmet eylesin…