Uğur Dündar, Sözcü gazetesinde “Söyler misiniz, bir gazeteci olarak daha ne yapmam gerekirdi?” başlıklı, dokunaklı, düşündürücü, vicdân sahibi herkesi çok üzücü, toplumumuzun çürümüş tarafını ortaya koyan bir yazı yazmış.
Müteahhitlerin, inşaat mühendisi görevlendirmek yerine, onların diplomalarını kiralayıp kullanarak, mühendislere, iş gördürmeden, çok düşük ücret verip, inşaatları “kendi işlerine geldiği gibi” yapıp, rüşvetle ilgili yerlere tasdik ettirip işlerini yürüttüklerini, ikna edici şekilde bir güzel anlatıyor.
Diplomasını böyle düşük, komik ücret karşılığı kiraya vermeyen haysiyetli mühendislerin işsiz kaldıklarını da belirtiyor. Dahası, bu yapılan çirkin, korkunç işlerden, yetkili üst bürokratların haberi olduğunu da bildiriyor.
İmdii… yazının yazılma zamanını, kimin değirmenine su taşıdığını, alternatif olarak, “gelecek, geliyor!” diye gösterilenlerin, Türkiyeyi parçalamak isteyenlerle nasıl işbirliği içinde olduklarını, -kimliği bilinen gayrımüslim yurttaşlarımıza bir diyeceğimiz yok- anası Ermeni, annesi Rum önde gelen politikacıların nasıl parlatılıp öne sürüldüklerini de bir yana bırakalım da konuya eğilelim: (Anasının adının Yamoş olduğu söylenen, parlatılıp duran, kırdığı potların sayısı unutulan politikacıyı ekranda gördüğümde kendimi tutamıyor, gülüyorum, Yunanistan’a, Güney Kıbrıs’a gittiğinde Rumca konuşan, diğer bir parlatılanı, annesi Rum olmasaydı, o dili öğrenip de konuşamazdı, diye, onu bir türlü “kendimden” birisi gibi göremiyorum, seven, sevebilir.)
Evet, rüşvet belâsı, felâketi öyle yaygın hâle gelmiş, âdetâ artık “normal” kabul edilir durum meydana gelmiş ki, yıllaaaar önce bir Cumhurbaşkanı, “benim memurum işini bilir” diye bu acı gerçeği dillendirmişti.
Üzerine titrediğimiz, hemen her politikacının, ağzını açışta, fazîletinden, değerinden söz ettiği, lâik rejimimizin yasaları, rüşveti yasaklıyor mu?
-Evet!
Devlet memuruna rüşvet teklif etmenin cezâsı var mı?
-Evet!
İşini rüşvet vererek gördürmenin lâik yasalarda cezâsı var mı?_
-Evet.
Bütün BUNLARA RAĞMEN rüşvet belâsı YILLAAAAAARDAN BERİ varlığını, saltanatını sürdürmekte midir?
-Evet.
Millet olarak rüşvet belâsından şikâyetçi miyiz?
-Evet.
Öyleyse, BİR YERDE, bir yerlerde YANLIŞ yapıyoruz, değil Mİ?
***
Türk milletinin yüzde doksan dokuzu Müslümandır, denilir, öyle kabul edilir. Eksiğimizle, kusûrumuzla, evet, öyleyiz, Müslümanız. Böyle olunca, “Rüşvet konusunda İslâm ne der? İslâm’ın rüşvetle ilgili HÜKMÜ nedir? sorusu gündeme gelir.
Bu konuda, İslâm’ın hükmü, AÇIKTIR, hiçbir tereddüde yer yoktur. Hazreti Muhammed Aleyhis Selâm, “Rüşveti VEREN de ALAN da CEHENNEMDEdir” (ar Râşî vel Murteşî fin Nâr” buyurmuştur.
İslâm inancına göre Hayat, bir bütündür; DOĞUMla başlar, ÖLÜMle sona ERMEZ, İnsanı ilk defa Yaratmış OLAN, onu diriltecek ve Dünyâ hayatında yapıklarını karşılığını verecektir. Âhiret Hâyatının sonsuzluğu şöyle anlatılmıştır:
-Dünyânın her yeri, ovalar, denizlerin, okyanusların bulunduğu yerler, buğday tâneleri yığını ile dolu olsa, bir kuş gelip BİR tâne alıp gitse, aradan BİN YIL geçtikten sonra, yine bir kuş gelip BİR tâne alıp gitse, bu, böyle devâm etse, bütün o tânelerin tükenmesi, bitmesi için çooooooook uzuuuuun bir zaman geçmesi gerekir. Ne kadar uzuuuun zaman geçmesi gerekirse gereksin, o tâneler SAYILI, mahdût, belli sayıda olduğu için, tükenir, biter, ortada tâne filân kalmaz.
EBEDÎ HAYAT, ÂHİRET HAYATI öyle değildir, SONSUZDUR, EBEDÎdir, sonu yoktur.
Bir Müslüman, çocukluğundan başlanarak (terbiye, eğitim, ana karnında başlar; hâmileyken komşunun evinde bir meyveyi delerek susuzluğunu gideren hanımın, çocuğu, sucuların su kırbasını delermiş, kadın komşusundan helâllik alınca çocuk, bu huyundan vazgeçmiş, diye anlatılır.) çocuk küçük yaşta kendisini Yaradan’a, ibâdete alıştırılır, yaşı ilerledikçe, Yaradan’ın buyrukları, Yaradan’ın Elçisi Hazreti Muhammed Aleyhis Selâm’ın sözleri, kısaca İslâm, çocuğa öğretilir, çocuk, İslâmî değerleri benimseyerek, özümseyerek büyür de müteahhit, memur, âmir, … olursa, rüşvet verenin de de alanın da Cehennemlik olduğu kendisine öğretilmişse, herhâlde bu rüşvet belâsı bu kadar yaygınlık kazanmazdı. İnsan zayıftır, belki yine tek tük olurdu, ama, BÖYLE yaygın hâle gelmezdi her hâlde… NE dersiniz?
Gelelim konunun CAN ALICI noktasına:
Aynı gazeteci rüşvet belâsından haklı olarak böyle şikâyet eden, ciğeri yanan gazeteci, “gazetecilik yapıyorum” diye, bir iki yıl önce ne yapmıştı?
Küçük çocukları câmiye götüren öğretmenin bu işini, SUÇ imiş gibi İHBAR mahiyetinde haber yapmıştı.
-NÎÇİN?
-Kafasına lâiklik diye “İslâma soğukluk, hattâ İslâm düşmanlığı” yerleştirildiği için.
Bu kadar basît!
Bu tutum, o sayın gazeteciye özgü bir hâl de değildir; Tanzîmattan (1839) beri, var olduğu sanılan (halbuki, içten pörsüme, bozulma yaygın) İslâm’a karşı tutulan yolun devamıdır. İslâm “var” sanılıyordu, oysa, 1711 yılında Prut’ta, Rus Çarı Petro, Baltacı ve yanındaki üst düzey bürokratlara Martha Rabe’nin (sonraki Katerina) “hediye” adı altında verdiği rüşvetle kurtulmuştu. Tanzîmat münevveri (aydını)nin kafasındaki esas konu “İslâmdan nasıl kurtuluruz?” idi.
İslâm imiş millete pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıkdı
Milletin yükselmesine ayak bağı İslâm imiş; önce yoktu, bu söylem yeni çıktı
diye Tanzîmat aydınının durumu anlatılmaktadır.
Bu durum devâm etti, günümüze kadar geldi. İslâm hakkında bigâne olmak, İslâm’la ilgilenmemek, ilericilik, çağdaşlık sanıldı.
Uğur Dündar, bir yandan rüşvet belâsını anlatıyor, bir yandan da rüşvetin nasıl korkunç, çürütücü bir belâ olduğunu anlamak yolundaki çocukların durumunu ihbar ediyor, İslâmın öğretilmesi için açılan okullara ve din derslerine bu zihniyetin karşı olması da çok tabiîdir. Meselâ Adana’da öğrencilerin, okulun çatısında, seccâdelerini sererek namaz kılmaları yerilmekte, o saatte arkadaşlarının derste olduğunu belirtilmektedir.
Hiç aklına gelmiyor ki; rüşvete karşı olacak olanlar, İslâmı bilen, ibâdetini yapanlar arasından çıkacaktır. Ders saatlerinin, yetişme çağındaki öğrencilerin, Yaradan’a ibadet edecekleri şekilde düzenlenmesi, aklının ucundan bile geçmemekte, herhâlde bunu laikliğe aykırı bulmaktadır. Oysa, azınlık okullarındaki gayrı müslimler, inançlarının gereğince, yine laikliğe zarar vermeden, yaşamaktadırlar.
Okullardaki ders saatlerinin, Müslüman öğrencilerin namaz kılmalarını kolaylaştıracak şekilde düzenlenmesi, laikliğe aykırı mı olur?
Ne ilgisi var; hani laiklik “inanç özgürlüğünün güvencesi” idi?
Bu tutum, Uğur Dündar’a özgü değildir; “aydın” denilen diplomalılarımız, 200 küsûr yıldan beri böyle yetiştirile gelmişlerdir.
Ne dersiniz?
Eğitimimiz nasıl olmalıdır?
Rüşvet verenin de alanın da cehennemlik olduğu öğretilsin m?
Yoksa, “laikliğe aykırı olur” vehmiyle öğretilmesin mi?
Belirtmenin gereği yok; rüşvet, konulardan sadece bir tanesidir, meselâ “Allah; emâneti ehline veriniz” buyuruyor, Hazreti Muhammed Aleyhis Selâm, “iş, ehline verilmezse, o işin kıyâmetini bekle” buyurmaktadır, gibi…
NE dersiniz?
***
07 Nisan 2023