Yıl boyunca fındığın endişesi zihinlerden hiç silinmez. Kışlık ve yazlık gübresi, eğer bulunabiliyorsa hayvan gübresi, her iki senede bir bahçenin temizlenmesi (köyde bu işlem bahçalamak tabir edilir), kürün vurulması, fındığın ilaçlanması, fındık mevsimi yaklaştıkça böreklik yufkaların (köyde yoka denir) açılması, fındık işçilerinin (köyde amele denir) bulunması ve onlardan söz alınması, fındık toplama zamanın birkaç gün öncesinden başlayan hazırlıklar, fındığın toplanması, fındık işçilerine yemek verilmesi, çuvalcılık yapılması ve çuvalların yola indirilmesi veya çıkarılması, çuvalların harmanlara taşınması ve serilmesi fındığın kurutulması ve patoza verilmesi, mumla aranan güneşli günlerin nihayetinde fındığın harmanlanması ve çuvallanması, en nihayet depolara veya tüccara götürülmesi…
Bunların hepsi de bir insanın bütün bir yılını meşgul etmeye yetecek işlerdendir. Tabii bunun bir de stresli yanı vardır. O da fındığın “para edip etmeyeceğine” dair bekleyiş. Fındık fiyatlarındaki yükseliş ve inişler halkı canından bezdirmiştir.
Fındık, Ordu’nun en önemli geçim kaynağı. Dolayısıyla burada hayat ona göre şekilleniyor. Meşhur bir sözdür: Orduluya sormuşlar, “Düğün ne zaman?” diye. “Ya fındıktan önce ya fındıktan sonra” demiş.
Fındığın zahmeti malum. Fakat buna rağmen çiftçinin yüzü ondan dolayı pek gülmez. Eski zamanlarda bu zahmet daha fazlaydı ve fındık çok çileli bir işti. Hatta patozlar çıkmadan önce fındığın elle ayıklandığını söylerler. Bu iş günler, haftalar, aylar boyu sürermiş.
Fındık deyince bizim köyün Saz ahalisi için akla hemen Abazdağı gelir. Zira Sazlıların fındık bahçelerinin önemli bir kısmı Abazdağı’ndadır. Rahmetli İzzet Emmim’den daha çok çalışan, ondan daha çok yıpranan yoktur burada. Cezmi Amcam onunla ilgili şöyle bir hatırasını nakletmişti. Bir gün İzzet Emmim merkebe fındık çuvallarını yüklemiş. Yanına da Cezmi Amcamı almış. Kamber Deresi’ne doğru giderken yolda çuvallardan biri ipten kurtulmuş ve ırmağa doğru yuvarlanmış. Fındıklar her yere saçılmış. İzzet Emmim bu durum karşısında perişan olmuş. Oturmuş, ağlamaya durmuş. Cezmi Emmim onu sakinleştirmeye çalışmış ve fındıkları toparlamış. Ve sonra yola devam etmişler.
Fındığın türleri vardır ve her türün de kendine has bir özelliği. Köyümüzde en yaygın fındık türü yerlidir. Ahâli ona yerlü der. Geç olgunlaşır. O sebepten nisan ayında kar yağdığı zaman yahut fındık güneşe aldanıp erken çiçeklendiğinde yerli fındığı çoksa bir bahçeyi veya sahibini ziyanın büyüklüğünden kurtarabilir. Yerli fındığının dalı, çok kalın olmaz. Olursa da eğmek kolaydır. Keçilli denen cinsi oldukça iri ve kaliteli olur. Yalnız yerlinin tadı iyi değildir. Ticarî olarak kullanılır. İkiz fındığı çok olur. Ayrıca toplaması çok güzeldir. Fındık toplayanlar yerli ocağına geldiğinde dinlenmiş gibi olur. Bıyıklı yerli, bu türün en iyi fındığı kabul edilir.
Bir başka fındık çeşidi yağlıdır (köylünün tabiriyle yavlu). En lezzetli fındık çeşididir. İyi güneş gördüğünde tadından yenmez. O sebepten köylü kışın yemek üzere ayırır. Sandık fındığı da denir. Patoza genelde ayrı girer ve ayrı çuvallanır. Ağacı çok kırılgandır. Eğerken dikkatli olmak gerekir. Yağlı fındığı adı üzerinde yağlıdır. Tozu toprağı adamın elinde toplayan bir sıvısı vardır. Yağlı ocaklarının ağacı iri olabilir. Bazen bir kişinin ağacın tepesine çıkıp eğmesi gerekebilir. Ona benzer bir fındık çeşidi ise kuş fındığıdır. Kabukları ince ve yemişi lezzetlidir. O sebepten kuş fındığı da sandık fındığı olarak saklanır.
Fındık çeşitleri içinde lezzeti yağlıya en yakın olan fındık türlerinden biri palazdır. Yaprağı boldur. O yüzden halk arasında “Palaz, fındığı saklar.” diye bir söz vardır. Fındığı iridir. Sandık fındığı olarak da saklanabilir. Ağacı iri olur.
İnce kara ise en erken olan fındıktır. Fındık toplama mevsimi başladığında genelde yerden toplanır. Fındık soğuk yediği zaman ince kara neredeyse yok olur. Taneleri hemen toprağa karışır. İnce ve uzun bir fındık türüdür. Ticarî olarak kullanılır. Olduğu zaman dalları halk tabiriyle “pıtırak” gibi olur. Ağacı çok iri olmaz. En küçük ince kara fidanında bile koca bir patak olabilir.
Giresun karası ise iri taneleri olan bir fındık türüdür. Giresun’la nasıl bir ilgisi var ve bu ismi nasıl aldı doğrusu bilmiyorum. Muhtemelen bu fındık türü bizim buralara, Giresun taraflarından gelmiştir. Dalları genelde çok yüksek olur. Patak tabir ettiğimiz beş altı taneden fazla fındık barındıran kozalak en çok bunda olur. Kabuğu kalındır. Fındığı ise lezzetli değildir. Ticarî değeri vardır. Çok iri taneli olduğundan bazen patozdan geçmez. Yağlı fındığı gibi biraz yağlıdır ve işçilerin eli onu toplarken epey kirlenir. Fakat toplaması çok güzeldir. Patakları çok iri olduğundan sepeti ve çuvalı hemen doldurur.
Bir fındık çeşidi de ham fındıktır. Bahçelerde genelde az olur. Hatta bazen hiç bulunmaz. Fındığın erkeği diye tabir edilir. Kabuğu kalındır. Dişle kırmak zordur. Ağacı iri ve yüksek olur. Eğmesi çok zordur. Onun bir türünün de Kel Ali fındığı olduğu söylenir. Onun da kabukları kalındır.
Bunların yanı sıra ceviz fındığı da vardır ve çok nadirdir. İsmiyle müsemmadır, taneleri çok iridir. Ocağı küçük, dalları alçaktır. Yaprakları da azdır. Bunun yanı sıra bir de çok az rastlanan fişek fındığı vardır.
Fındığın kendine özgü kelimeleri ve deyimleri vardır. Bunların bazıları şöyledir: başşak, başşakçı, goruk, patak, kapçak, gavsal, fındık ağası, dayıbaşı, amelebaşı, amele, fındık kirmidi, ocak, fındık ocağı, kürün, kürün vurmak, patoz, fındığı yere dermek, gıdık, şelek, çuvallamak, çitilemek, ırgalamak, girebi, nacak, randıman, ışkın, ışkın almak, şıvka, gozak, tekleme, ikili, üçlü, fındıklık, fındıklo, yanuk…
Fındığın bu kelimeleriyle beraber adeta onun kültürü ve hikayeleri de meydana gelmiştir. Köyde fındıkla ilgili anlatılan hikayelerden biri şöyledir:
Ailenin birine bir gelin gelmiş. Bu ailenin geniş bahçeleri varmış. Bu bahçelerde fındık toplamak oldukça zormuş. Gelin her fındık ayı geldiğinde “Ah benim el ulağım, ah benim el ulağım!” diye söyleniyormuş. Bu sözler giderek aileyi ve kadının eşinin zihnini meşgul etmeye başlamış. “Nedir bu el ulağı?” dense de gelin “Ah benim el ulağım, el ulağım!” sözlerinden başka bir şey demiyormuş. Günün birinde gelin ve eşi kaynatasıgile misafirliğe gitmişler. Kız duvardaki geroyu görünce “Aha benim elulağım!” diye sevinmiş. Eşi o zaman bu el ulağının gero olduğunu anlayabilmiş.
https://www.kirmizilar.com/3d7f9c74-5d2d-47e4-a53f-ac388c6b4ae8″ />
Bu kitapta zaman zaman patozlardan ve patozculardan bahsetmemize rağmen onların kim olduklarından, yaptıkları işin zorluğundan, köylünün fındık kuruduktan sonra onları bekleyişinden bahsetmedik. Patozcular genel olarak tanımadığımız insanlardır. Civarımızda bu işi yapan birkaç kişi vardı. Fakat genel olarak biz onları petrole gider ve köye çağırırız. Yakınlarda bir yerlere patoz gelmişse adama haber verilir. Patozcu gece demez gündüz demez, işinin başındadır. Kaç defa gece geç vakitlerde patoza fındık vermişizdir.
Patoz harmana girdiğinde veya yola kurulduğunda çalışır çalışmaz akrabalar yardıma gelir ve bu iş beraberce omuz omuza yapılır. Fındığı potuza vermek, köylü dayanışmasını izlemek için güzel bir fırsattır. Bu patozların en çok dikkatimi çeken hususlarından biri üzerindeki resimler ve fındık desenleriydi. Bu resimler genelde standart olur. Bazıları ayrıntılı ve güzel, büyük bir kısmı ise özensiz olur. Genelde kulübe, yanında bir orman, gökyüzü ve uzayıp giden çimenlikten uzayan resimlerdir bunlar.
Fındık toplama işi bittikten sonra başşak yapma işi devreye girer. Başşak fındık bittikten sonra tarlada kalanları toplamaya verilen isimdir. Bu başkasının tarlasından bir nevi hak aramak gibi bir şeydir. Kişi bir başka tarlada veya kendi yerinde başşak yapabilir. Başşak yapmaya hoş bakılmasa da bu köyde çok yaygın bir uygulamadır. Çok uzaklara işçi götürür gibi başşağa gidenler olduğu gibi köyde sabahtan akşama kadar çok az dinlenerek başşak yapanlar da vardır.
Halk arasında fındık fidanının çalıntıyla bu topraklara getirildiğine dair bir inanış vardır. Bu yüzden fındığın bereketli olmadığına inanılır. Fındığın fiyatı sabit değildir ve çoğu zaman insanlar fındıktan doğru dürüst kâr elde edemezler. Onu ölü yatırım olarak görenler çoktur. Buna rağmen fındığın birleştirici bir yanı vardır. O, gurbetteki işçiyi ve memuru toprağa bağlayan ana sebeplerin en başında gelir. Gurbetçi onun zahmetini zevkle kabul eder.
Fındık mevsimi geldiğinde gurbetten gelenlerle beraber bahçeler şenlenir. Kafa dengi insanlar olunca fındık insana sevinç veren, yorgunluk verici taraflarını unutturan bir iş oluverir. Şehirde bir iki saatlik dolaşmanın verdiği yorgunluğun yarısını, bahçede sabahtan akşama kadar fındık toplamak vermez. Hem fındık yorgunluğu insanı ezen cinsten değildir. Çalışmanın verdiği ruh dinginliği sayesinde bir ay fındık toplayan bir insan birkaç günde üzerindeki yorgunluğu atar.