Esat ARSLAN
Sevgili okurlar, 19 Aralık Çarşamba gecesini Şanlıurfa’nın Akçakale’sinde ve 20 Aralık Perşembe günün de sizlerin gözü ve kulağı olarak, o bölgedeki havayı solumak için Suriye sınırının sıfır noktasından Fırat’ın Doğusuna bakarak geçirdim. Müthiş bir rahmet altında yağan yağmuru ve hatırı sayılır bir soğuğu tüm DNA/RNA moleküllerimde hissettim. Bu çok farklı bir duygu, yağan yağmura, iliklerinize kadar işleyen soğuğa Medya Tower”larda kaloriferin üzerine tüneyip bakmaktan çok daha değişik bir duygu… Böyle olunca halkın, askerin coşkusunu, bu coşkuyu iliklerinize kadar duyumsayamıyorsunuz, ne bileyim belki de onlar, kendilerini Roma’yı yakan Neron gibi hissediyorlardır. Bu değerli, hikmetlerinden sual edilmez, gündemi belirleyen akil arkadaşlarımızın halet-i ruhiyelerini anlayabiliyorsunuzdur.
Evet sevgili okurlar, bu arada, Dünya Twitter diplomasisinin medar-ı iftiharı Trump’un tam da çekilme kararını verdiği 19 Aralık Çarşamba gecesinde 21.00-23.00 saatleri arasında A Haber’in “Memleket Meselesi” programına katıldım. Oradaki havayı duyumsayarak saha çalışmalarımı, deneyimlerini, bilgilerimi geçmişten geleceğe yapılması gerekenleri halkımızla paylaştım, Türkiye – Suriye sınırının sıfır noktasındaki Akçakale’deki Suriyeli çocuklarla kucaklaştım. Göbeklipe’yle birlikte yeni bir evreye doğru evrilen Şanlıurfa tarihin sıfır noktasını sergilediği gibi. Daha önceden de ifade ettiğim gibi, sahaya çıkmak bana kontrol edilemez bir heyecan veriyor, gittikçe çoğalan bir enerjim oluşuyor. Şimdilerde buna Fransızcadan mülhem, uyumlu ve eş zamanlı olarak ortaya çıkan güç ya da eylem anlamında “sinerji” diyorlar ya, nasıl söyleyeyim, tam olarak da bu. Hemen söyleyelim, program yaptığımız yer, asıl muharebe hattının en ön kenarı. Bu bölge “Fırat’ın Doğusu Harekât Alanının Çıkış Bölgesi”… Bulunduğumuz yer NATO talimnamelerine göre Harekât Bölgesinin En Ön Kenarı olarak betimlenir. Talimname şöyle yazar: “Her türlü tehlikeye karşı bu bölgedeki sivil halk tahliye edilir, gerçekten de bu işin “olmazsa olmaz” kuralıdır.” Düşünebiliyor musunuz, ülkemin güzel insanları bırakın tahliyeleri, hepsi dimdik ayakta bütün düşüncesi harekâta nasıl destek verebilirim, insanlar bütün imkânlarını nasıl seferber edebileceklerini kaygısını gösteriyorlar.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki: programda da üstüne basa basa söylediğim gibi, halk, Fırat’ın doğusundaki düşmana öyle “PYD/YPG/YPJ/QSD/KCK” demiyor, doğrudan dümdüz benim söylediğim gibi “Suriye PeKaKa’sı” diyor, bir farkla bir de yanına “Kahrolsun PKK&PYD” ekliyorlar. PKK tarafından Şanlıurfa’da zorla göç ettirilmek zorunda bırakılan Arap, Kürt aşiretleri terör örgütü PYD/PKK’ya tepki göstermek amacıyla hançerelerini zorlayarak ve bunu afişlere dökerek “Kahrolsun PKK&PYD” diye haykırıyorlar. PeKeKe severler için söyleyeyim, halk tüm bu ABD desteğindeki örgütleri PKK’nın uzantısı, aynı amacı güden bir örgüt olarak betimliyor. Haberiniz olsun. Bu sıralar, eski DYP Şanlıurfa milletvekili Mehmet Yalçınkaya bir restoranda organize edilen buluşmada, PYD/PKK terör örgütüne duyulan tepkiyi şöyle dile getiriyor:
“Kürtlerle ve Türklerle hep beraber el ele vererek bu terör örgütleri inşallah bertaraf edilecektir. Araplar olarak bizler bütün terör örgütlerine karşıyız ve asla kabul etmiyoruz. Kürtler ve Araplar dünya döndükçe kardeş olarak yaşayacaktır. İnşallah bu belayı hep birlikte defedeceğiz.”
Buradaki halk bu gerçeğin farkında ve harekâta müthiş destek verdiği gibi, ABD’nin rüzgârını alanlara pabuç bırakmıyor, onlara karşı yekvücut olmuş vaziyette. Karşı tarafta büyük bir sessizlik hâkim. İş makinaları hendek, siper kazıyor, SİHA/İHA’lara karşı yakmayı düşündükleri öbek öbek araba lastiklerini görüyorsunuz. “Suriye PeKaKa’sı”sı nasıl olsa ABD burada diye çok da hummalı bir hazırlık yapmamış, ama gördünüz sonunda ABD, onların da pimini çekti. Yalnız bıraktı, çekilme kararı aldı. Ha unutmadan söyleyelim, 200 kişilik Fransız askercikleri bölgedeki “La Farge” çimento fabrikasının emniyeti için kalıyorlar. Suriye PeKaKa’sının paniğe kapıldıkları çok belli oluyor. ABD’yi arkasına alıp yelkenlerini pupa yelken yapan ve şişinenlerden eser yok. Sınır hattında bu yaşananların ardından paniğe kapılan teröristler ise Fırat’ın doğusunda “kaz – mezarcı değil-ekskavatör derin kaz” moduna geçmiş durumdalar. Daha önce özgürleştirilen Afrin’de olduğu gibi Fırat’ın doğusunda neredeyse her tepe ve yüksek noktaya teröristler tarafından gözetleme kuleleri inşa edildiğini biliyoruz. Ama onlarda bu kulelere çıkacak moral kalmadığı ayan beyan seçiliyor. Mevcut siper ve mevzilerini kum torbalarıyla berkiten teröristler, olası taarruza karşı kendilerini koruyabilmek adına yeni mevziler kazıp, hendekler oluşturmayı düşünüyorlardı, ama şimdilerde en çok da daha güneye inmeyi düşünüyorlar.
Geçen haftaki makalemizde, hiç kimse enseyi karartmasın, karamsar olmayın, üzülmeyin, demiştik. Tam da istediğimiz gibi oldu. İçeriden çıkan çatlak sesler, ihanete varan yaklaşımlar kesilir, demiştik. Öyle de oldu. Evet, Sevgili Okurlar, işte sırf bu nedenle bu halkın önünde hiçbir güç ve de hiç kimse karşı duramaz. Silindir gibi ezer geçer, bu halk, kendisine güruh diyenlere inat. O soğukta, yağmurda yayın yapılırken bizleri yakından takip ediyorlar, onları kimsecikler çağırmadıkları halde, kendiliklerinden geliyorlar, sorumlu bir yurttaş gibi, kimin eli kimin cebinde olan bir coğrafyaya karşı tokat gibi bir duruş sergiliyorlar. Yüzlerdeki coşkuyu, en sahici ve net biçimde görmek her zaman için olasılı.
Önemli bir tespit daha tüm Türkiye gibi, ABD’ye karşı bura halkında da ciddi bir tepki var, bütün bunların müsebbibinin ABD olduğunu düşünüyor ve haykırıyorlar. Doğrusu da bu. Halkımız inanılmaz bir biçimde ferasetli bir biçimde hareket ediyor. Dünyanın ve Türkiye’nin terör belasından kurtulabilmesi için bu tür harekâtları doğru buluyor ve destekliyor. Yukarıda söylediğim gibi, siyasetçilere inat, PYD ile PKK arasında hiçbir fark görmediğini ifade edelim. Canından bezmiş bu halkta artık çok seslilik yok, tek yüreklilik var. Devletin Bekası ve Milli Meseleler söz konusu olduğunda hangi etnik kökenden, hangi mezhepten, hangi siyasi partiden olursa olsun bu ülkenin insanları safları sıklaştırıyor ve omuz omuza veriyorlar. İşte bu birlik şuuru olduktan sonra, tehdit nereden gelirse gelsin, bu ülkenin birliğini ve dirliğini kimsenin bozamayacağına olan inancımız daha bir perçinleniyor.
Bu arada yeri gelmişken, A Haber’i kutlamak lazım, harekât başlar başlamaz yayın noktasını açtı ve bir anda dünya ile bütünleşmiş oldu. Onlara TRT Haber de eşlik etti. A Haber, harekâtın başladığı andan itibaren sıcak gelişmeleri, objektif bir şekilde yerine getirirken, sorumlu bir yayıncılığı üstlenmeleri ve göstermeleri büyük önem taşımaktadır. Tüm yayınlarını Akçakale’den yapmak, olası harekâtla ilgili önemli gelişmeleri, bölgeyle doğrudan ilintisi olan ya da olmayan dünyanın siyasi merkezlerinin bakışını aktarmaları gerçekten çok önemli. Ülke menfaatlerini, kamu düzenini, toplumsal dinamikleri ve mesleğin gerektirdiği ahlaki değerleri göz ardı etmemeleri, sorumlu bir yayıncılık üstlenmeleri her türlü takdirin üzerinde.
Evet, Sevgili okurlar, hemen değerlendirmelerimize geçelim. Soru şu. Neden ABD bölgeden çekiliyor. Belki de ilk defa son derece tutarlı bir açıklama geldi, “Trump’tan ve onun Twitter diplomasisi”nden. Çünkü Trump işbaşına geldiğinden bu yana doğrudan ABD dış politikasından bahsedemiyoruz. Washington’dan gelen eş zamanlı, garip ve birbirini boşa düşüren açıklamalar Beyaz Saray, Temsilciler Meclisi, Senato, Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı) ve Dışişleri Bakanlığı birbirinden ayrı düşürdüğünü hep birlikte gördük, izledik. Trump “Kurulu Müesses Nizam”(Establishment) üzerinde, yani ABD derin devleti üzerinde bir otorite kuramadı. Aynı konu üzerinde her kurumun kendi kararlarını ortaya atarak, dünya kamuoyunda anlamsız bir otorite ve kavram karmaşasıyla anlamsız “kakafoni” bir durumla karşı karşıya kalındı kalınmaya da devam edilmektedir. Ama Washington’un aksine Ankara’nın hep tek ses olduğu yabancı mahfillerde bile seslendirilmektedir. Peki, bütün bunlardan sonra demem o dur ki, belki de Trump ilk defa oğul Bush’un “Saldırıda Ön Alma Politikası” (Preemptive Policy) gibi Temsilciler Meclisi, Senato, Pentagon ve Dışişleri Bakanlığının üstüne çıkmış ve eylemde ön almıştır. Bunun üç önemli nedeninin olabileceği değerlendirilmektedir. Her şeyden önce Trump Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Kongre’de Obama gibi “Topal Ördek” (Lame Duck) olmak istemiyor. “Topal Ördek” kavramı Amerikan siyasetinde sıklıkla kullanılan geçerli bir terimdir. ABD siyasetinde birçok örneği olan “topal ördek” başkanların en sonuncusu Barack Obama’ydı. Obama’nın görev süresinin bitimine 2 yıl kala gerçekleşen seçimlerde Senato’da Cumhuriyetçiler çoğunluğu ele geçirince “Topal Ördek” konumunda kalmıştı. Mevcut Başkan Donald Trump’ın yönetiminde ise Temsilciler Meclisinde benzer bir durum yaşanmakla birlikte, Kongre’de, pamuk ipliğine bağlı bir senatör fazlasıyla şimdilik bu durum her an söz konusu olabilir. O yüzden Cumhuriyetçi Trump, ABD Kongresi’yle ihtilaf yaşamak istemiyor, bindiği dalı kesmek ise hiç arzu etmiyor.
Bunun nedeni açık. 6 Kasım 2018 tarihindeki ABD ara seçimlerinde 8 yıl aranın ardından Demokratlar, Temsilciler Meclisinde 220 sandalye kazanmışlar, Cumhuriyetçiler ise 194 sandalyede kalmışlardır. Senatoda ise Cumhuriyetçiler 51, Demokratlar 45 sandalyeye sahip olmuşlardır. Bu arada söyleyelim, siyasi bir makam olan, Eyalet Valiliği yarışında da Demokratlar 7 eyalette Cumhuriyetçilerin yerini almışlardır. Görülüyor ki, 435 sandalyeli Temsilciler Meclisinde çoğunluğu yitiren Trump’ın meşruiyetinin tek yeri senatodur. O da bir sandalye farkla. İşte bu yüzden Trump Senato kararlarını önemle benimsemektedir. İstersen benimseme. Trump, Kongre’nin Topal Ördek silahını “Demokles’in Kılıcı” gibi üzerinde hissetmektedir.
Şimdi durumu irdeleyelim. ABD Senatosu’nun Cemal Kaşıkçı cinayetinden Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı sorumlu tutan karar tasarısı ile ABD’nin Yemen’deki savaş bağlamında Suudi Arabistan’a sağladığı askeri desteğin kesilmesini öngören yasa tasarısını kabul etmesi meselesi, Trump’ın Suriye’den çekilmesine etkili olduğu düşünülmektedir. Bu konuya biraz daha açıklık getireyim. ABD Başkanı Donald Trump’ın savaş yetkilerini kısıtlayan ve ABD’nin Yemen’de Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona verdiği desteğin durdurulmasını öngören yasa tasarısı da Genel Kurulda oylanmış ve Demokratların da desteğiyle 41’e karşı 56 oyla kabul edilmiştir. Her ne kadar Ocak ayından önce ABD Temsilciler Meclisi’nin gündemine gelmesi beklenmeyen bu tasarıların ABD Başkanı Trump’ın onayına sunulması durumunda veto edileceği bazı mahfillerde değerlendirilmekle birlikte, Trump’ın bunun aksini düşündüğü, tek tutunacak dalı Senatoya karşı böyle bir eylemde bulunmayacağı kıymetlendirilmektedir. Aykırı bir tarih çalışmasıyla Trump isterse, veto etsin. Neredeyse imkânsız. Son açılımlarıyla halk desteğinde artışlar gözlenen Trump’ın ikinci dönem seçilme seçeneğini riske atabilir mi? Vahşi kapitalizm içerisinde yıllarca yoğrulmuş Trump, bu seçeneğini riske atmaz, atmak istemez. Öte yandan Senatonun aldığı bu kararlar Beyaz Saray’ın Suudi Arabistan politikası konusunda güçlü bir mesaj niteliği taşıdığı açık seçik ortadadır.
Evet, sevgili okurlar, Türkiye PKK terör örgütü ile mücadelede 34 yılını geride bırakmıştır. Bu süre içerisinde neler kaybetmemiştir ki, FETÖ’yle birlikte toplumun lokomotifi durumundaki intelecansiyası bile zehirlenmişi, terörden hemen hemen herkes nasibini almış, en kıymetli varlıklar yitirilmiş, başta aileler olmak üzere toplum büyük ölçüde yara almıştır. Yitirdiklerimiz, parayla pulla ölçülebilir mi? Bütün bunlardan sonra demem o dur ki, Başkan Erdoğan’ın açıkça her vesileyle belirttiği i “30 yıl daha enerjimizi çalmanıza izin vermeyeceğiz…”özdeyişi gibi bundan sonra hiç kimsenin ama hiçbir kurulu müesses nizamın enerjimizi, kıymetlerimizi çalmasına müsaade edilmemesidir. Bir ve bütün olduktan sonra aşamayacağımız engel yoktur, sevgili okurlar.