Muzaffer METİNTAŞ
Bir süredir Dünya’nın gündemini, kimler tarafından kurulduğu ve desteklendiği, maksat ve hedeflerinin ne olduğu, dünya görüşü bir yana, ideolojisi bile bir türlü tam olarak bilinemeyen bir örgüt olan IŞID belirliyor. İnsanlık tarihine, istilacı Moğollar, barbar Gotlar gibi bir kara leke olarak düşecek IŞID’ın terörü birkaç gün önce çok ağır biçimde Fransa’yı vurdu. Beyaz adamın ana topraklarında, ona yaşatılan bu acı Dünya’nın tüm kurumsal yapılarınca lanetlenirken, dünya nüfusunun kâhir ekseriyetini oluşturan halkların duyguları ise sosyal medyaya farklı yansımış görünüyor. Benzer bir durum Türkiye’de de yaşanıyor. Bakıyoruz büyük çoğunluk bu saldırıyı Fransa’nın çok defa hak ettiğini düşünüyor. Facebook profillerini Fransız bayrağı ile donatıp, “bugün hepimiz Fransızız” çağrısı yapan küçük burjuvaziyi ise konuşmaya bile değmez; o, kendisinden bekleneni yapıyor. Katliama karşı tavır sergilemelerinde iki grup ise önemli; dini yanı ağır basan muhafazakârlar ve milliyetçiler. Muhafazakârlar bir sessizlik halindeler; bu onlardan beklenen bir tavır; düşüncelerine Filistin, Cezayir, Ruanda geliyor ve ama siyasal iktidarlarının selâmeti adına ses çıkarmıyorlar.
Türkiye’de Fransa katliamı için ilginç tavır milliyetçilerden geliyor. Bir kısmı susuyor, ama önemli bir kısmı, bu katliam vesilesiyle Fransa’nın geçmişte Doğu halklarına ve müslümanlara yaptığı eziyetleri hatırlatanları ayıplıyor, hatta bayağı bir kızıyor. Demek ki Türkiye’nin daha alacağı çok yol var.
Her şeyden önce masum insanları; kadınları, çocukları, yaşlıları, hamileleleri, sakatları, işinde gücünde olan sessiz insanları hedef alan bu katliam, hangi ülkede ve hangi millete yönelik olursa olsun hiçbir insani bakışla makul kabul edilemez; lânetlenmesi gerekir. Özellikle müslüman, Türk dünya görüşü ile alınılması gereken tavır tam da budur. Türk milliyetçileri de dünya görüşlerinin onlara kazandırdığı ahlâklarının perspektiflerinden hâdiseye bakmaktadırlar. Ancak bu sübjektivite onlar için doğru analiz, doğru yorum, doğru sonuçlandırma açısından riskler de oluşturmaktadır.
Yurt dışında, Batı ülkelerinde bir süre kalanlar mutlaka bazı şeyleri tecrübe etmişlerdir. Doktorlar, mühendisler, öğretim üyeleri, kalifiye insanlar nazik bir ilgi görürler. Misafir onlarla aynileşme çabasında oldukça da bu ilgi ve nezaket devam eder. Ama arada bir İslam radikalizmi, tehlike, Türklerin Avrupa’nın ortasına bile uzandığı nazik göndermelerle de hatırlatılır. Bu göndermeler kabullenildikçe de ilgi devam eder, işler iki taraf içinde yolunda gider. Ancak sıradan Doğulular için bu durum pek te yaşanır hal değildir; onlar işçi-çiftçidirler, öyle de kalmalıdırlar. Sıradan insanlar bütün Batı ülkelerinde, Müslüman olduğu bilinenler de ABD’de de ötekidir, hiç kuşkusuz negatif ayrımcılığa tabidir.
Konu ettiğimiz bu ayırımcılığın iki ana nedeni vardır; bir değişmeyen neden, bir de kısmen değişebilecek olan neden. İlkinden başlayalım: Batılı için diğer insanlar -istisnai hümaniter bakışçılar hariç, onlara hizmetle yükümlü, onlar olma gayretinde olması gereken, kendi başlarına varlıklarının değeri olmayan insanlardır. Diğerleri, kendi başlarına ayrı değerler içinde olmamalı, bütün çabası Batı’ya dönük, öyle olmaya çalışan kimlikler olmalıdırlar. Diğer insanlar, eğer Batılılar gibi olma ya da onlara tam itaat halinde değillerse varlıklarının ya da yok edilmelerinin bir değeri de yoktur. İşte “varlık”, “insan”, “değerler” tanımlamalarındaki Batılıya, yeryüzünde tanrılaşan insana özgün zihniyet, Cezayir’de, Vietnam’da, Libya’da, Çad’da, Ruanda’da, Doğu Türkistan’da, Kırım’da, Karabağ’da, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de ve daha nice coğrafyalarda alınan masum canların, dökülen oluk oluk kanların, yapılan katliamların sorumlusudur. Afyon, tütün ve içki dolu gemilerle Çin sahillerine dayanan, eğer bu malları almazsanız diye limanları topa tutan İngilizlerin, Japonya’da ABD’li subayların uygun gördükleri bekar kız veya kadınları serbestçe metres edinmeleri konusunda sözüm ona yasal düzenlemeler yayınlayan işgal orduları komutanı Mc Arthur’un, Kızılderilileri kızamık virüsü sürülü battaniyelerle yok eden Amerikalıların, Aztek ve İnkaları köpeklere parçalattırarak dünyadan silen İspanyolların soy kırımları arkasında tam da bu zihniyet vardır. Ne yazık ki bu zihniyet tarihte kalmamıştır, bugün de işlevini acımasızca görmeye devam etmektedir ve devam edecektir. Nitekim Fransa Devlet Başkanı Hollande “terör saldırılarının bir savaş sebebi olduğunu, acımasızca karşılık göreceğini” daha dün ilan etti. Bu ilan önümüzdeki günlerde yüzbinlerce müslüman orta doğulunun öleceğinin açık teminatıdır. Tıpkı 11 Eylül saldırılarının Afganistan’da yüz binden fazla, Irak’ta 400,000 civarında sivil masumun katlinin teminatı olduğu gibi. Kısacası Batılı insanlığa karşı masum değildir, masum olmamaya da devam edecektir.
İşte Fransa olayında milliyetçiler için kritik yol ayrımı burasıdır: “Mağduriyetin sunacağı masumiyet algısı.” Eğer onları mağdur görürsek, bundan evvel yaptıklarının, bundan sonra da yapacaklarının masumiyeti algılanmış olur. Bu hak onlara asla verilmemelidir! Yaptıkları ve yapmakta oldukları daima önlerine konulmalıdır, ta ki ötekiyle birlikte yaşamayı onlar kabullenene dek.
İkinci ve ama kısmen de olsa değişebilen neden ise, “radikal İslamcılar” tanımı altına sokularak müslümanlar ve tabii Tükler ile terör algısının özdeşleştirilmesi ve bu popülasyonların gittikçe fazla itilmesi, örselenmesidir. Bilinmelidir ki “terör” artık bir “özgürlük savaşımı” olarak değerlendirilmeye başlanmış, “terör mazlum halkların tek çıkış silahı, varlık teminatıdır anlayışı” yavaş yavaş müslüman halklarda yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu nedenle ki Batılı tavrını değiştirmedikçe, terörün daha da yaygınlaşması maalesef beklenmelidir. İşte kritik soru: “Yoksa, acaba, yeni bir soy kırım, yeni bir yeryüzünden silme için gerçekten bu durumun, bu kanlı kaosun gelişmesi mi istenmektedir?
Milliyetçiler, güzel ahlâkınız ufkunuzu asla öne düşürmemeli, çünkü bu medeniyetin tek umudu sizsiniz.