Fransa’nın Yaptığını…

Esat ARSLAN

Hani bizde bir laf vardır. “Senin yaptığını Çorumlu bile yapmaz.” diye.  Bu deyiş, Çorumluların genelde alındığı ve kullanılmasını pek sevmediği bir darbımeseldir, neredeyse bir özdeyiş mertebesindedir.  Yöre ismi zikredildiği için, ben de pek kullanmayı sevmem. Mikro milliyetçilik, şövenist ya da hakir görme, aşağılama biçiminde yapılan, ulus isimlerinin kişi adlarıyla birleşik zikredilmesini de sevmem, Çerkez Ethem, Gürcü İsmail, Kürt İdris gibi ifadeleri. Çünkü ulus kavramı, değer atfedilen sübjektif bir nosyondur. Ama bu vecizleşmiş ifadeyi “Sarı Yeleklilerin Merkezî Fransız Yönetimi” için söylesek, “nasıl cuk diye oturur” diye düşünmüyorum, desem yalan söylemiş olurum, bu satırları yazarken. Hele ki, “Macron Fransa”sının son yaklaşımlarıyla neredeyse tüy dikti, desek bile pek de yakışıksız kalmaz, uluslararası arenada. Sizce de öyle değil mi? Aslında bu vecizleşmiş ifadeden kasıt,  “önem verilen ikili ilişkilerde yapılan yanlışı vurgulamak” adına “anonim” bir tepki için kullanıla gelmiştir. Son zamanlarda “anonim” yerine “unknown”’dan mülhem, “bilinmeyen” sözcüğü kullanılıyor ya… “Medya Tower”larda üretilen, bu söyleyiş biçimine de bayağı bozulduğumu sizlerle paylaşayım, sevgili okurlar. Ne dersiniz, İngilizce’den üretilen bu kavramlar, halkın arasına karışmayan, halkın nabzını tutmayan “Monşer Gaztenekesi” yaklaşımı değil de nedir. Niye “Monşer” deyimini kullanıyorum? Başkalarını hakir gören, küçümseyen ve tepeden bakan “snop, züppe” tavırlarından ötürü. İkincisi “Gazeteci” yerine neden “Gaztenekesi” tabirini kullanıyorum? Derinlikleri yok da ondan. Hiçbir şeyin kökenlerine inmeyip, derinlemesine düşünemeyip, lafın nereye gideceğini pek de irdelemedikleri için. İşte ben de onun için, bu boşluğu, bomboşluğu ifade etmek için kullanıyorum.  Kuşkusuz bunu herkes için söylemiyorum, bu konuda genelleme yapmak hiç istemem, daha çok bunu “Medya Tower”lara tüneyenler için söylüyorum.

Şimdi gelelim sadede. Tabii ki durup dururken hiç kimse, hem de bir ülkenin koskoca merkezî yönetimi için bu lafı etmez, söylemek istemez, söyleyemez. Peki, bizler Fransa için neden bu kadar olumsuz düşünmeye başladık. Kuşkusuz bir nedeni var. Fransa’nın dış politikadaki tilki gibi sinsi açılımlarına, kapalı kapılar arkasındaki, komplocu yaklaşımlarına bozuluyoruz da ondan. Neden? Nedeni açık. Bunlardan birincisi ABD’nin Kuzey Suriye’den çekilme kararı aldıktan sonra, orada yaşayan, Suriye halkını değil de, Fransa’nın “Suriye PeKaKa”sını koruma, kollama ve himaye etme çabaları. Bu yüzden Londra’da yayımlanan Şarku’l Avsat’ta kıdemli araştırmacı yazar İbrahim Hamidi, ”Paris DAİŞ ile savaştaki çabaları ve Fransız kamuoyunun baskısı nedeniyle Kürtleri korumak istiyor”  cümlesini boşuna kurmuyor. İkincisi de her ne pahasına olursa olsun, Türkiye’ye karşı olmayı da Ortadoğu politikasında “Sykes-Picot”’dan bu yana bir genel ilke mertebesinde korumaya devam etmekte oluşu. Bunun en çarpıcı açıklaması ise; Fransa Ermeni Organizasyonları Koordinasyon Konseyi’nin 05 Şubat 2019 tarihindeki senelik yemek davetine katılan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, seçim kampanyasında vaat ettiği gibi “24 Nisan’ı” Fransız takvimine ekleyeceğini söylemesi ve daha şimdiden “24 Nisan Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak ilan etmesidir. Neredeyse üç ay önceden davul çalarak diğer ulusları da harekete geçirme gayreti. Bu arada söyleyelim, söz konuş yemeğe, Macron’un yanı sıra Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, İl Başkanı Valerie Pecresse ve Fransa Ermeni Teşkilatları Koordinasyon Komitesi Eş Başkanları Mourad Papazyan ile Ara Toranian gibi Ermeni lobisinin bilinen isimlerin de davette yer alması Macron’un elini güçlendirme çabalarından sadece biridir. Bana kalırsa bu doğrudan doğruya hesaplı, kitaplı ve planlı bir harekettir ya, anlayana. Yalnız bu kemikleşmiş konuda şunu da söylemeden geçmemek gerekmektedir. Bu durum, Fransa’yı hiç kimseye hesap vermeyecek biçimde Kanun Hükmünde Kararnameler ile bir başka ifadeyle ülkeyi demir yumruklarla idare eden Macron’un bir anlamda yasama ve yargının üzerine çıktığı bir açılımıdır. Fransız Merkezi yönetiminin başta sarı yeleklilerle olan mücadelesi kamuoyunda derinlemesine tartışılmadığı için. Sadece şu konuya bakalım. Düşünün bundan iki yıl önce Ocak 2017 tarihinde Fransa Anayasa Mahkemesi “Ermeni Soykırımı” nın inkârını suç sayan yasayı iptal etmişti. Ulusal Meclis ve Senato’dan geçen yasa, Türkiye’nin öncülüğünde başlatılan bir inisiyatifle Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüştü. Mahkeme, karara gerekçe olarak nefrete teşviki cezalandıran yasaların yeterliliğini göstermiş ve söz konusu yasanın “ifade özgürlüğüne orantısız bir saldırı” olduğuna hükmetmişti. Daha ne desin, Fransa Anayasa Mahkemesi. XXI. Yüzyılda ülkelere ait duyarlılıklardan beslenen Siyasetçi müsveddelerinin hâlâ bu konuları gündeme taşımalarına karşı verilebilecek en güzel yanıt olmuştur, Fransa Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeli kararı. Hiçbir şekilde kıymet-i harbiyesi olmayan bu siyasi kararlara verilebilecek en çarpıcı yanıt olmuştur, bu yargısal abidevî çıkış. 

Dış politik platformda, Fransa’nın çıkarlarının bulunduğu coğrafyalarda “koruma ve kollama işlevi” Macron’un adeta mistik ve gizemli bir görevi gibi öne çıkarılmaktadır. Her ne kadar uluslararası platforma bölgedeki Kürtleri koruma ve kollama çabaları olarak lanse edilse de, tüm dünya kamuoyu çıplak gerçeği görmekte ve de izlemektedir, en azından televizyon ekranlarından.  Hiç merak etmeyin, bu durum geçmişte de böyleydi. Saddam’ın Halepçe’ye kimyasal silah atmasından sonra Türkiye Cumhuriyeti 1,5 milyon Kürt kardeşine ev sahipliği yaparken, Fransa’nın ilk sosyalist cumhurbaşkanlarından Francois Mitterand’ın eşi Danielle ancak 50 kişiyi kendi ülkesine mülteci olarak götürebilmişti, hem de dişlerine bakarak. Sanki at pazarından at alıyordu. Unutmayalım, Türkiye Cumhuriyeti her gün 1,5 milyon kişiyi yedirip, içiren, barındıran Türkiye’yi de ‘Ezilen azınlık’ olarak nitelediği Kürt vatandaşlarını ezmekle suçlamıştı. PKK ve yandaşlarıyla devamlı dirsek temasında olan, PKK sevicisi First Lady Bayan Mitterand Türkiye aleyhindeki her olayda ön saflarda yer almasını bilmişti. Güneydoğu sorunu konusundaki açıklamaları ile Ankara-Paris hattında da sık sık gerilime sebep olan 2011 yılında hayata gözlerini yuman Bayan Danielle Mitterand, Türkiye’nin, Avrupa Birliği üyeliğine de karşı çıkmaktaydı. Bu arada söyleyelim, üçüncü dünya ülkelerine verdiği destekle adından söz ettiren, Küba’nın eski lideri Fidel Castro ve Venezuella Devlet Başkanı Hugo Chavez’in yakın dostu olan Danielle Mitterand, Fransa İnsan Hakları Vakfı’nın genel başkanıydı. Bugün Türkiye’nin üçüncü dünya ülkelerine verdiği desteği özellikle de Venezuella Devlet Başkanı Maduro-Erdoğan dayanışmasını görse Türkiye’yi nasıl konumlandırırdı, doğrusu merak ediyorum.

Şimdi sormak lazım değil mi, sizler, hiç Fransa’nın orada yaşarken mülteci durumuna düşürülen, Sünni olsun, Alevi olsun Arap halkından, 73 kez kırıma, katliama uğratılan Ezidi kardeşlerimizden, Süryanilerden, Keldanilerden, Ninova Hıristiyanlarından ve Türkmen soydaşlarımızdan bahsettiklerini işittiniz mi? Ya da şahit oldunuz mu? Ne gezer. Ama bu politika onlara özgü değil, bu bir nevi Roma’dan, Bizans’tan devralınan bir mirastır, Bizantinistik bir entrik yaklaşımdır. Kendi çıkarlarının bekçiliğine soyunacak bir yasadışı örgütü beslemek, onlara orada yaşayan bölge halkını, kaçırtmak kırdırmak, katliama tabi tutmak ve konu komşusunu zorla sürgün ettirmek. Çok fazla geriye gitmeye gerek yok, bu bir “Pax-Amerikana” yaklaşımıdır, Fransa da açık seçik ABD’nin bir Truva atıdır. Fransa Haseke ve Kamışlı’da iki güvenlik alanı, Suriye-Türkiye sınırı, Suriye petrol üretiminin yüzde 90’ı, elektrik üretiminin yüzde 70’nin ve doğalgazının yarısının çıktığı, pamuk ve diğer tahıl ürünlerinin çoğunun yetiştiği ve Suriye’nin en büyük 3 barajının yer aldığı bölgelerde bayrak göstermektedir. Aynı zamanda AB(D)’ın çıkarları, tırnak içinde Fransa’nın nüfuzu ve Lafarge çimento fabrikası ve ayrıca yatırımlarının bulunduğu İran, Irak, Suriye ve Lübnan’ı bir birine bağlayan kara yolunun geçtiği alanları merkezinde bulunmaktadır, Fransa. İşte sevgili okurlar, mesele bu kadar basit.

ABD Başkanı Trump,  Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a II. Dünya Savaşı’nda Fransa’nın Alman işgali altında olduğunu anımsatarak “Biz müdahale etmeden önce (Fransızlar) Paris’te Almanca öğrenmeye başlamıştı” sözünü boşuna, olmadık yere söylememiştir.  

Şimdi bütün bu geniş açıklamadan sonra bu konudaki varsayımımızı hemen ifade edelim. “Suriye PeKaKa”sı seçilmiş, o yolda örgütlendirilmiş, AB(D) çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş, petrol boru hattı ve baraj bekçileridir. Bunlar ancak ve ancak efendilerinin artıklarıyla yaşamaya azmetmiş biçarelerdir, içinden çıkmış oldukları toplumlarının da meyve kurtlarıdır. Bilmem söyleyebildiklerim tam olarak anlaşılabiliyor mu? Kuşkusuz bu Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Mart 2018 ayının sonunda Elysee Sarayı’nda aralarında YPG/PKK temsilcilerinin de bulunduğu sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) maskesi altında “Suriye PeKaKa’sı” heyetini kabul etmesi bu saptamanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Her Fransa ziyaretinin ardından Macron ile görüşen “Suriye PeKaKa”sının “Fransa’nın Münbiç’e takviye asker göndereceği” yolundaki açıklamalarının gelmesi temadi eden bir olgu haline gelmiştir. Peki, Fransa’nın en son açılımı ise, hani bizim tam da tüy dikti lafına mesel olan konu nedir? Diye sorarsanız Sevgili Okurlar. Söyleyeyim. Daha doğrusu, şunu söylemeye çalışıyorum. İngiltere’nin ardından Doğu Akdeniz’deki enerji sahalarının paylaşımı ve bölgedeki olağanüstü hareketlilik üzerine Fransa’nın Larnaka’da deniz güçlerini daimi olarak Kıbrıs’ta ağırlayacak bir üs kurmayı kafasına koymuş olmasını kastediyorum. Uzun zamandır bu mevzuyu düşünüyorlardı. Doğu Akdeniz’i Türkiye ve KKTC’nin itirazlarına karşın tek yanlı parselleyerek uluslararası şirketlere kiralayan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), kendi topraklarında Fransa’ya daimi deniz üssü vermeye hazırlanmasını ortaya koymaya çalışıyorum. İlginç, bunun için kılıf da hazır. Deniz üssünün, Avrupa Ordusu “PESCO Projesi” (The Permanent Structured Cooperation) (Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması) çerçevesinde inşa edilecek ve maliyetinin de Fransa tarafından karşılanacak olması. ABD Başkanı Trump da bu konuya çanak tutuyor. Twitter diplomasisisni medar-ı iftiharı Trump attığı mesajında, “Emmanuel Macron, ABD, Çin ve Rusya tehditlerine karşı korunmak için Avrupa’nın kendi ordusunu kurmasını öneriyor. Ama birinci ve ikinci dünya savaşlarında (korunulması gereken) Almanya’ydı. Fransa için bunlar nasıl sonuçlandı? “Biz müdahale etmeden önce (Fransızlar) Paris’te Almanca öğrenmeye başlamıştı…. Tam bir tecahül arif sanatı.

Evet, sevgili okurlar, Türkiye ve Fransa arasındaki ilişkiler, köklü bir tarihsel zemine oturan ve güçlü ekonomik, kültürel ve siyasal bağlarla donatılmış kapsamlı ilişkilerdir. Unutmayalım zamanın hegomonik gücü III. Roma İmparatorluğu konumundaki Osmanlı Devletinin Muhteşem Süleyman’ı, Fransanın en zor zamanında hemen yanı başında olmuştur. Fransa Kralı Fransuva, dönemin Roma imparatoru Şarlken’e esir düştüğünde, kendini kurtarması için Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a bir mektup yazarak yardım etmesini istemiştir. Kanuni de cevabî mektubunda, Fransuva’ ya rahat olmasını ve kendisini kurtaracağını belirterek yanıtlamış ve Şarlken’e rest çekerek Fransuva’ yı serbest bırakmasını emretmiştir. Kuşkusuz Şarlken onu dinlememiş ancak Osmanlı Devleti, Mohaç Meydan muharebesinde, Macarları ve Romalıları yenilgiye uğratarak bu sorunu kökünden çözmüştür. Ardından Fransuva serbest kalmış ve idare ettiği Fransa Devleti ile Osmanlı Devleti yakın bir dostluğa girişmiştir. Ancak son dönemde Fransa’da yaşanan din-motifli terör olayları ve buna tepki olarak bu ülkede artan İslamofobi, Türkiye-Fransa ilişkileri açısından yeni sorunlar olarak ortaya çıkmış ve bölgeye de yansımıştır. Günümüzdeki Fransa ucuzcu bir dış politikayı “Dostumun düşmanı, düşmanımın dostu benim düşmanım ve düşmanınım düşmanı benim dostumdur.” geleneksel siyasetini benimsemiş, Türkiye-Fransa ilişkileri de bu görüş üzerine bina etmiştir. Bu nedenle, Fransa, bu yüzden “Ermeni Diasporası”, “Suriye PeKaKası” ve “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi”yle birlikte hareket etmektedir.

İşte sevgili okurlar “Senin yaptığını Çorumlu bile yapmaz.” veciz ifadesini “Senin yaptığını Fransız bile yapmaz “biçiminde değiştirmemin sebeb-i hikmeti budur. Sizce de bu değişiklik yakışmadı mı? Bence çok, hem de çok yakıştı.

 

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen