Esat ARSLAN
Gördünüz değil mi? Trump’ın çekilme kararının nasıl çok güdük bir şekilde tartışıldığını. Bir kere Trump’ın çekilme kararı sadece Suriye’yi kapsamıyor, aynı zamanda Afganistan’ı da kapsıyor. Kimse Afganistan’a değinmedi bile. Oysaki 19 Kasım 2018 tarihli Sputnik kaynaklı bir haberde ABD’nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad, zımnen “Afganistan’da 20 Nisan 2019’da yapılacak yerel seçimlere kadar” Afganistan’da bulunan tüm yabancı güçlerin geri çekileceğini açıklamıştı. Bu konu medyada pek tartışılmadı, şimdi şimdi tartışılmaya başlandı. Efendim ABD’nin Afganistan’dan 14 Bin askerinin yarısını çekeceğini mi söyleyenler, efendim bu konuda Trump eylem talimatı vermedi diyenler mi ararsın? Her konuda bu önerilerin arkasına geçenlerden mebzul miktarda var. Konu geniş ve derin, gelin bu konuyu bir başka makale konusu yapalım.
Evet, sevgili okurlar, Trump’ın Suriye çekilme kararında en dikkati çeker husus kararın terminolojiyle ilgili olanı. Trump bu çekilme kararını “pullout of U.S. troops from the area.” olarak özellikle belirtirken, diğer misal-ı müşahhas ise “withdrawal” sözcüğüyle açıklama ve yorumlamayı yeğledi. Tamamen yanlış. “Pullout” sözcüğü, nihai hedefine ulaşmak için elindeki bütün olanakları seferber ederek, çıkmak, bölgeden çakılı olanları da çekip çıkararak, ayrılmaktır. Başka bir deyişle normal düzeni bozmadan o bölgeden çıkmak, yakın bölgeye yerleşmek ve olayları buradan takip etmek, olay olduğunda perde arkasından olaya müdahale etmektir.
Oysa “withdrawal” sözcüğü bölge içerisinde kalarak geriye çekilmektir. Çünkü Trump ve eşi, Noel’i Bağdat’ın batısındaki El Asad Hava Üssü’nde ABD askerleriyle geçirdiğine göre, onlar sadece şimdilik kaydıyla Suriye’den çıktılar, yasadışı örgütlerin içerisine sızmış (embedded) olanları da söküp çıkarmayı planladılar. ABD, Savunma Bakanı’nın bile istifasını getiren Suriye’den çıkarken ASTANA sürecinin aktörleri Türkiye, Rusya ve İran’ı bir başlarına bıraktı gibi görünmesine de neden olmuştur. Ama bana sorarsanız, aslında ABD ‘petrolsüz savaş alanlarının’ tamamından çıkmaktadır. Kapitalizm ve Vahşi Kapitalizmin baş savunucusu olan ABD dünyadaki etki alanlarını, kendi stratejik üretim ve pazarlama planlarına göre yeniden belirlemektedir. Bir de onların ilgilecekleri yerler ipek yolu üzerinde değilse bu bölgeleri de terk etmektedir.
Şimdi soru şu? ABD’nin çekilmesinin Suriye’de yaratacağı boşluğu Fransa’nın doldurmasını beklemek gerçekçi midir, değil midir? Irak-Suriye hattında 1100 asker bulunduran Fransa, sahada kalmaya devam etmekten bahsetse de tutumunu değiştirebilir. ABD’nin çekilme kararını yanlış bulan İngiltere ve Almanya için de bu durum geçerlidir. Bütün bunlardan sonra demem odur ki, Bence ABD’nin çekilmesinin Suriye’de yaratacağı boşluğu Fransa’nın doldurmasını beklemek hiç de gerçekçi görünmemektedir. Bu bir Medya Tower değerlendirmesidir. Kuşkusuz bu Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Mart 2018 ayının sonunda Elysee Sarayı’nda aralarında YPG temsilcilerinin de bulunduğu sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) maskesi altında “Suriye PeKaKa’sı” heyetini kabul etmesi bu saptamayı bile bu varsayımımızı değiştirmez. Bu varsayımımızı güçlendiren önemli bir nokta da, bu toplantıdan çıkan sonuçtur. Macron ile görüşen Kürt temsilcilerin “Fransa’nın Münbiç’e takviye asker göndereceği” yolundaki açıklamalarının ardından Elysee Sarayı bu haberleri tekzip etmiştir. Fransa’nın Münbiç’te Türkiye ile askeri düzlemde karşı karşıya gelmek gibi bir riske girmek istemediği anlaşılmıştı. Görüldüğü gibi, Macron’un hedefi büyük. Yatak büyük ama yorgan küçük. Nedense Elysee Sarayı’na yerleşen Başkanlar, kendilerini Napolyon Bonapart figüründen soyutlayamıyorlar. Macron, Elysee Sarayı’na yerleştikten sonra Fransa’yı geçmişte olduğu gibi uluslararası alanda yeniden güçlü bir aktör konumuna getirme arayışı içinde olduğunu gördük, izledik. Bunun uzantısı olarak Ortadoğu’da ve Fransa’nın eski nüfuz bölgesi Suriye’de daha güçlü hami bir görüntü ortaya koymaya çalışıyor. Fransa Cumhurbaşkanı’nın bu çerçevede 2018 yılında Kürtlerin hamiliğine soyunarak Suriye denkleminde söz söyleme hakkı elde etmeye çalışıyor. Kuşkusuz, bunu yaparken kendi kamuoyundan ve siyaset kesiminden gelen Afrin’deki Kürtlere sahip çıkmadığı yolundaki eleştirilere de tepkisiz kalmamış oluyor. Tıpkı Trump’ın Suriye’den çekilme kararından sonra, Suriye PeKaKa’sını Türk Silahlı Kuvvetlerinin korumasız hedefi haline getirdiğinin dillendirildiği gibi. 11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Çankaya ve Huber köşkündeki masalarda ayrıcalıklı bir gazeteci olarak ağırlanan “Rojava Kürtlerin Zamanı” kitabının yazarının son değerlendirmesi “hastayı ameliyat masasında terk etme” hissi yarattı demesi, Kasımpaşa Teknik Direktörü Mustafa Denizli’nin bir milli maç öncesi “İçimizdeki İrlandalı”ların gerçek yüzünü göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. Oysa unutulmaması gereken 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapmış olduğu harekâtlar, bölge halkını özgürleştirme, barış koruma harekâtlarıdır. Uluslararası hukuk ve teamüle göre TSK adeta BM’in bir barış gücü gibi dünya kamuoyunun görünmez onayı ile bu harekâtları gerçekleştirmektedir.
Bütün bunlardan sonra demem odur ki, Macron ülkede Sarı Yeleklilerle olan mücadelesinde bir türlü iç istikrarı sağlayamamıştır. Unutulmamalıdır ki, Macron Fransa’yı özgür demokratik herhangi bir ülkede bulunmayan demir yumruklu kararnameler ile ülkeyi yönetmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Fransa’daki demokrasinin askıya alınması kararları ülkemizde tartışılmıyor, bile. Kısaca özetleyelim, demokrasinin anavatanı Fransa’da, demokratik kuram, kurum ve kuruluşlara birçok yasaklamalar getirilmiş durumdadır, sevgili okurlar.
Bir başka eksik kalan husus ise her hangi bir harekâta geçilmeden önce tehdit değerlendirmesinin tüm çıplaklığıyla yapılmasıdır. Bu mesele bir ABD stüdyo projesi DAİŞ’e ait Suriye ve Irak coğrafyasındaki toprakların bir bütünlük içerisinde düşman imkân ve kabiliyetlerinin değerlendirilmemesidir. Artık bu coğrafyada siyasi bütünlük içerisinde Suriye, Irak arazisinden bahsedilmesi yanlıştır. Çünkü bu arazi DAİŞ’den Suriye PeKaKa’sına ABD’nin eliyle ve marifetiyle devredilmiştir. Fırat’ın doğusundan İran sınırına kadar uzanan hatta İran PeKaKasının arazisi de bu değerlendirme içerisine alınmalıdır. Türkiye sınırının hemen altındaki geniş coğrafyada yaşayan sadece Kürtler değil, tüm burada yaşayan halklar için nasıl bir yönetim modelinin ortaya çıkacağı yazılacak olan Suriye anayasasının sorunudur, sorunsalıdır.
Öyle ya da böyle, inanmayabilirsiniz, görünen odur ki, Başkan Trump, DAİŞ ile savaşta ve diğer savunma alanlarında ABD dışındaki NATO üyelerinin daha fazla can ve para harcamaları gerektiğine inanmaktadır ve bu konuda da Türkiye Cumhurbaşkanından istediği garantileri almış görünmektedir. Bir de artık koşulsuz bir şekilde İsrail’in korumacılığında vaz geçmiş görünmektedir. Hatta öyle ki, İsrail’in savunmasını artık tümüyle İsrail’in kendisinin yapabileceğini düşünmekte ve bunun gerekliliğine inanmaktadır. Diğer bir deyişle ne diyelim, hayırlı olsun, gerçekçi değil ama ABD İsrail’in taşeronluğu görevini görev sahibine iade ediyor. Nedeni de şu, Araplar darmadağın (thorn country) duruma geldiler. Onların İsrail’e doğrudan tehdidi düşünülemez bile. İran yaptırımlarla güçsüzleşti ve son temizliği İsrail artık rahatça yapabilir. Bu durumda ABD ordusuna pek de gereksinimleri bulunmamaktadır.
Sorarsanız, söyleyeyim, ABD’nin diğer batılı güçlerin Afganistan’daki silahlı kuvvetlerini çekmenin zamanlaması tartışılabilir ama unutmayalım, Trump Taliban örgütü ile anlaşıp bu cepheyi kapatmayı ekonomik bakımdan kolay bir yol olarak görmektedir. Ama böyle durumlar Başkan Trump’ın pek de umurunda değil, benden söylemesi.