Fransız-Yunan / Rum Dayanışmasının Dayanılmaz Hafifliği

 

Şimdi sormak lazım değil mi? Fransız-Yunan / Rum dayanışmasının nereye doğru evrilmekte olduğunu.  Yunan / Rum yönetimlerinin “Medet ya sahib el imdat”, (ey yardım edebilecek durumda olan kişi, lütfen bana yardım et)seslerini duyar gibi olmuyor musunuz? Yunanistan saldırgan ve yayılmacı politikaları için zaman zaman Türkofobi’yi pompalayarak Batı kamuoyunu kandırmakta olduğunu öncelikle söyleyelim.  Dozunu kaçırdığında da kendine yandaş ve müttefik aramakta olduğunu da haykıralım.  N’apalım, korku dağları bekler, korku her yerde varlığını gösterir.  Kötü bir durumdan korkan, olmayacak koşullarda bile yaşamayı göze alır. Görülmektedir ki, korkunun hâkim olduğu Yunan/Rum yönetimleri, istikrar abidesi duran dağdan yani Türkiye’den hep korkmuştur da son zamanlarda Turkofobi sari hastalığına tutulmuştur. Aslında onun korkusu Türkiye’den bir fenalık beklediğinden, endişelendiğinden değil, kendisinin bir fenalığa tevessül edebileceği, buna yelteneceği, bu nedenle başına geleceklerden korkusundandır.  Yoksa, gerçekte, duran dağ Türkiye hareket edip, size tehlike yaratabilir mi? Ama arı kovanına çomak sokmaya yeltenirseniz koşullar değişir, bir daha 1827 Navarin’de yakılan Osmanlı-Mısır donanması sonrası konjonktörü ara ki bulasın. Yapay bir ulus-devlet olan Yunanistan’ın “özgürlüğü” Osmanlı-Mısır donanmasının Navarin’de yakılmasıyla, yani büyük güçlerin müdahalesiyle elde edilmiştir. Bugünlerde Yunanistan’ın tam da yapmaya çalıştığı budur. Bağımsızlık kazanımı, Yunanların değil, doğal olarak, üç büyük donanmanın eseri olmuştur. 

Ama gelin görün ki, Yunan Dışişleri Bakanı Dandias’ın densizliklerine, Başbakan Kriakos Mitçotakis’in üst perdeden, üstenci Türkiye’ye tehditkâr konuşmalarına şimdilerde bir de tarih bilmez, halkla ilişkiler, uluslararası ilişkiler bilmez eski Yunan Savunma Bakanının tehdit salvoları eklenmiştir. ‘Türkiye ile sıcak çatışma kaçınılmazdır’ (1) diyen Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos üç yıl önce de sözde iddialarını şöyle özetlemişti:

“Yunan halkını, silahlı kuvvetlerimizin ulusal egemenliğimize ve ülkemizin toprak bütünlüğüne yönelik her türlü meydan okumalara karşı gelmeye hazır olduğunu temin etmek isterim. Bizler barışçıl insanlarız, barış için her şeyi yapıyoruz, ancak egemenliğimize meydan okumaya teşebbüs eden herkes, 1821’de Yunan savaşçılarımızın güçlü Osmanlı İmparatorluğu’nu yendiği gibi bozguna uğrayacak. Büyük Osmanlı İmparatorlukları düşünenler, 1821’i hatırlamalı. Ulusal egemenliğimizden şüpheye teşebbüs edeni, 1821’de olduğu gibi bozguna uğratırız” 

Oysa 1821 Rum İsyanı, yabancı gizli servislerin organize ettiği, planlı bir çalışmasının ürünüdür. Düşünün 40 bine yakın Müslüman katledilmiştir. Diğer bir deyişle İki yüz yıl önce 5 Ekim 1821 tarihinde Tripoliçe’de Yunan eşkıyasının Mora’daki Müslüman ahaliye düzenlediği katliamın, proto-soykırımın adıdır. Osmanlı Devleti’nin varisi Türkiye Cumhuriyeti’ni her vesileyle suçlama yoluna giden ve tarihteki insanlık dışı çeşitli olayların yükünü Osmanlı’nın omuzlarına yıkma kolaycılığına meyleden Batı muhayyilesi, üzülerek ifade edilmek gerekir ki, Tripoliçe Katliamını unutturmayı başarmıştır. Sebep bellidir, “Antik Yunan Hayranlığı”. 1822 yılında ABD Kongresinde yaptığı konuşmada, ABD Başkanı James Monreo, Yunan vahşetini antik Yunan torunlarının özgürlük mücadelesi görerek şu sözlerle dile getirmiştir: 

“Yunanistan’da yaşanan olayları takip eden birinin üzülmemesi mümkün değil. Yunanistan ismi insanın akıl ve kalbini en tatlı yüce duygularla dolduruyor. Eski yunan’da sanatı, uygarlığı vatan sevgisini, özgürlük aşkını ve sadakati tanıyor ve biliyoruz. Bu yüce ülkenin böyle bir karanlığın altında yok olması bütün insanlık adına büyük üzüntü kaynağıdır ve eski atalarının izlerini bu derece taşıyan bu halkın yeniden ortaya çıkması, Amerika’nın bu davaya hayranlık ve sevgi duyma sebebidir.” (2) 

Kendi suçlarının hesabını vermeden başkalarını suçlamayı seçen Batı için her zaman bu bir kaçış yolu olmuştur. (3) 

Osmanlı Devleti binlerce yıl önce yaşanan Truva benzeri bir katliamı ve aldatılmayı Tripoliçe’de yaşamıştır. Truva’daki tahta at aldatısı, Tripoliçe’de Arnavut Elmas Beyin kale kapılarını açmakla yaşanmıştır. İngiliz Tarihçi, William St.Clair (1937-2021) veciz bir biçimde belirttiği gibi, ‘Mora’daki Soykırım’ ancak öldürecek başka Türk kalmadığından sona ermiştir. (4) 1822 yılında Yunan Devletini ilk tanıyan binlerce ton kahve gönderen Haiti olmuştur. Rumlara destek verenler sadece Avrupa ve Balkan halkları değil, aynı zamanda Hıristiyanlığa bile geçen Müslümanlar da olmuştur. Hacı Halil Efendi, Kurtali Hasan Ağa Türk Helenseverler’ dendir. (5) 

1821 Mora İsyanında literatürdeki ‘Uprising’ karşılığı «Halk Ayaklanması» diye bir şey olmamıştır. Bu, sadece Osmanlılara tahammül edemeyen Yunanların ürettiği büyük bir masaldır. Unutmayalım, ‘Mora İsyanı’ yapay ulus-devlet Yunanistan’ın bağımsızlığı için 1814’te Rus Çarı tarafından geliştirilen bir projedir. Rus Çarı, yıllar boyunca ajanlarını Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan bugünkü Yunanistan topraklarına sızdırmış olsa da 1827’ye kadar olan her ayaklanma girişimi başarısız olmuştur, çünkü Osmanlı bu isyanları kolaylıkla bastırmıştır. İlk Osmanlı donanması filosu yaptırıp denize indirip ve bu donanma ile Ege Denizi’nde seferlere çıkan Saruca Bey’den itibaren Türk donanması amfibi harekât yapabilecek güçte tutulmuştur. 

Türk insanı 1821-1830 arasında Mora’da Müslümanlara karşı cereyan eden proto-soykırım olayları, 1919-1922’de Anadolu’da soykırım mertebesinde yaşananları ve 1963-1974 arasında Kıbrıs’ta yaşanan benzer olumsuzluklar karşısında unutmayı yeğlemiştir, ancak şunun bilincinde olarak. Türk halkı, ister Yunanistan’da isterse Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde işbaşına kim gelirse gelsin tüm iktidarların meseleyi soykırım suçunun maddi unsuru olan bir Türk nefretinden beslenen kasıt ve saik(intention-motivation) olarak algılamış, bir karşı harekât için bilenmişler, tüm yaşananları Türklerden intikam vesilesi olarak görmüşlerdir. Tabii ki bütün bu yapılanlar, külli yanlıştır. 

Yunanistan bir devlete yakışmayacak tarzda tüm çalışmalarını garantör aramayla geçirmiş ve Yunan halkının Gayri Safi Yurt İçi hasılasını muhalefet lideri Syriza Lideri eski Başbakan Çipras’ın deyişiyle ‘kravat satın alır’ gibi silah araç gereç ve askeri donanıma yatırmıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası yaptıkları çalışmalar sonucu 28 Eylül 2021 tarihinde Yunanistan-Fransa arasında Paris’te Elysee Sarayı’nda, “Savunma ve Güvenlik için Stratejik Ortaklık Antlaşması” imzalanmış, arkasından da alelacele toplanan Yunan Parlamentosunda yapılan oylamada 91’e karşılık 191 oyla kabul edilerek antlaşma yürürlüğe girmiştir. İmza töreni Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’in huzurunda, Yunan ve Fransız dışişleri ile savunma Bakanları Nikos Dendias, Nikos Panayiotopulos, Jean-Yves Le Drian ve Florence Parly’ın katılımlarıyla gerçekleştirilmiştir. 

Anlaşma, Yunanistan’ın 3 adet FDI Belharra tipi fırkateyn satın alımını öngörmektedir. Bu durum, ‘Pamuk eller cebe’ pozisyonundaki Yunan seçmeninin daha da fakirleşmesini düşündürmektedir. Ayrıca Yunanistan’ın istemesi halinde, aynı tipte bir fırkateyn daha satın alma opsiyonu da bulunmaktadır.  ‘Dijital fırkateyn’ de adı takılan Belharra’lar, 200 mil menzilli SeaFire radarı, Aster 30 ve RAM tipi uçaksavar füze sistemleri, 76 mm’lik top, Exocet MM40 tipi füzeler ve denizaltılara karşı Captas-4 ve Kingklip sonar sistemleri ile donatılmıştır. Belharra’ların ilki, 2025’te Yunan Deniz Kuvvetleri’ne teslim edilecektir. Fırkateynlerin teslim süresi 2026 sonunda tamamlanacak. Henüz rakam açıklanmamakla birlikte 3 fırkateynin Atina’ya maliyeti 3-3,5 milyar Euro olarak hesaplanmaktadır. Daha önceki alımlarla birlikte Yunanistan tarafından Yunan silahlı Kuvvetlerinin güçlendirilmesi daha şimdiden 10 milyar Euroyu bulmuştur. Muhalefet lideri Çipras’ın son zamanlarda yapmış olduğu konuşmalarda vurguladığı gibi, Türkiye’nin savunma harcamaları GSYİ hasılasını yüzde 37 ‘sine tekabül ederken, Yunanistan’ın ki dört katı ve yüzde 210’dır. Yunan Başbakanı, Fransız “Politique Internationale” dergisine demecinde ise şöyle konuşmuştur: “Türkiye, Akdeniz’in haritasını yeniden tasarlamakla sadece Yunanistan’ı değil, Avrupa’yı da tahrik ediyor. Dolayısıyla, Yunanistan da Avrupa da gereken tepkiyi göstermelidir. Bu tepki de sayın Erdoğan’a, sınırlarımızın değişmeyeceğini ve müzakere konusu olmayacağını hatırlatmalıdır.”(7)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron açıklamalarında, “Egemenlik haklarına saygı gösterilmesi için Yunanistan’ın safında yer almak görevimizdir. Saldırıya veya düşmanca bir eyleme uğraması halinde Yunanistan’ı korumak için iş birliği yapıyoruz” demiştir. Asıl mesele kuşkusuz bu değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika’ya tekrardan güçlü bir şekilde girmiş olmasıdır. 2002 yılında sadece 12 Büyükelçiliğimiz bulunan Afrika’da faaliyet gösteren Büyükelçilik sayımız 2021 yılında 43’e yükselmiştir. Öte yandan, Afrika ülkeleri de ülkemizin ilgisine kayıtsız kalmamış, 2008 yılının başında 10 olan Ankara’daki Afrika Büyükelçiliklerinin sayısı 37’ye çıkmıştır. Afrika Kıtası’yla toplam ticaretimiz 2003 yılında 5,4 milyar ABD Dolar seviyesinden, 2020 yılı sonu itibariyle ise 25,3 milyar ABD Dolar seviyesine ulaşmıştır. Sahraaltı Afrika (SAA) ülkeleriyle ise 2003 yılında 1,35 milyar Dolar olan ticaret hacmimiz, 2020 yılında 10 milyar ABD Dolar olarak gerçekleşmiştir. Salgın koşullarına rağmen, ticaret hacminin istikrarlı düzeyde tutulması önemli bir başarıdır. (8)

Kendi ülkesinde bir türlü istikrar ve barışı sağlayamamış bir Fransa’dan medet ummak, ne kadar akıl kârıdır, asıl düşünülmesi gereken konu burada düğümlenmektedir. Fransa içinde barındırdığı göçmen ve Afrika kökenli nüfusun egemen kültürle uyuşmazlığını önleyemediği gibi talepleri de yerine getirememektedir. Cezayirlilerin çoğunlukta olduğu Afrika kökenli nüfusun yanı sıra diğer coğrafyalardan Müslüman kesimlerle ilgili sorunlar gettolaşma ivmesini büyütmektedir. Laik Fransa Cumhuriyetinin kazanımları büyük tehdit altında olduğu düşünülmektedir. Charlie Hebdo cinayetleri ve öğretmen Samuel Paty’nin başının kesilmesi gibi radikal İslamcı şiddetin gölgesinde Fransız siyaseti ‘Müslüman ayrılıkçılık’ diye kavramsallaştırılan paralel yaşam alanlarını ve radikalleşmeyi önleyecek yasal önlemleri tartışmaktadır. Asıl tehlikeli olan boyut budur. İşte “Fransa İslamı” ve teröre karşı yeni yasal düzenlemelerin konuşulduğu böylesine gergin bir ortamda sağın sağında kalan ‘Valeurs Actuelles’ dergisinin internet sitesinde 20 emekli general, emekli ya da muvazzaf 100 subay ve 1000 kadar askerin imzasıyla Cezayir’in bağımsızlığına karşı çıkan generallerin Charles de Gaulle’e karşı darbe girişiminin 60’ıncı yıldönümü olan 21 Nisan 2021 tarihinde bir bildiri yayımlanmıştır. (6)

“Fransa tehlikede… Emeklilikte bile Fransa’nın askerleri olarak bizler ülkemizin kaderine kayıtsız kalamayız” diyen askerlerin bildirisine göre; 

– İslamcılık ve ‘banliyö sürüleri’ ayrımcılık ve bölünmeye yol açıyor.

– ‘Irkçılık karşıtı’ bir ayrımcılık vatan topraklarında huzursuzluk ve topluluklar arasında nefreti artırıyor.

– Irkçılık ve dekolonizasyon gibi terimlerle ırkçı bir savaş isteniyor.

– Bu terimleri kullananlar, Fransa’nın gelenek ve kültürünü hor görüyor; ülkenin geçmişi ve tarihini elinden alarak dağıldığını görmek istiyorlar. 

– İktidar, Sarı Yelekliler’in gösterilerini bastırmak için polisleri paravan ve günah keçisi olarak kullanıyor.

“Tehlikeler büyüyor, her geçen gün şiddet artıyor” diyen askerler, girişte aktardığım alıntıyla birlikte noktayı şöyle koyuyor: 

“Artık ağırdan almanın zamanı değil. Yoksa yarın bu büyüyen kaosu bir iç savaş sonlandıracak ve sizin sorumlu olacağınız ölü sayıları binlerle ifade edilecek.”

NATO’yu Kuzey Afrika’da özellikle Libya’da kullanmasını sağlayan ancak Afrika içlerinde bir türlü kullandıramayan ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yöneten Macron NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini ilan etmiştir. 10 ve 24 Mayıs 2022 tarihlerinde yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yedibuçuk ay kala Küçük Napolyon Macron güç gösterilerine yönelmiştir. Cumhurbaşkanı koltuğuna 14 Mayıs 2017 tarihinde oturan Emmanuel Macron’un görev süresi 13 Mayıs 2022’de sona ermektedir. Doğrusu tekrar seçilmesi son derece zor bir konjonktürü de dikte ettirmektedir.  Öte yandan yeni bir soğuk savaş iklimine girilirken Fransa’nın üst akıl mekanizması tarafından yeniden sistem dışına itildiğini hep birlikte izlenilmektedir. 

Avustralya, ABD ve İngiltere tarafından 16 Eylül’de imzalan AUKUS anlaşmasının ardından, Avustralya’nın Fransız Naval Group’la vardığı 12 geleneksel dizel elektrikli denizaltı inşasını öngören 90 milyar Avustralya doları (66 milyar ABD doları) tutarındaki sözleşmenin iptal edildiği açıklanmıştır. Anlaşmanın iptalini “ihanet” olarak değerlendiren Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ise “sırtımızdan vurulduk” ifadelerini kullanmıştır. 

Sonuç olarak demem odur ki, Fransız-Yunan / Rum Dayanışmasının dayanılmaz hafifliği, Türkiye’ye saldırmanın dayanılmaz hafifliğinden başka bir şey değildir.  Yüzyıl önce yayılmacı güçlerin marifetiyle Türk Millî Mücadelesinde Fransız-Ermeni Vahşet ortaklığını sahneye koymuş olanlar şimdilerde de Fransız-Yunan / Rum Vahşet ortaklığı peşindedirler. Ancak Türk Kurtuluş Savaşını kazanan Mustafa Kemal Atatürk ile Küçük Asya Bozgunundan sadece 7 yıl sonra Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos tarafından Balkan Paktı içerisindeki Türk-Yunan dostluğunu yıkarak bir şeyler yapabileceğini sananların, kendi küçük dünyaları içinde büyük bir yanılgı yaşadıkları ve yaşayacakları inkâr olunamaz bir hakikattir. Halkların kardeşliğinin esas olduğu bu coğrafyada suyun her iki yakasındaki halklar kalıcı, yönetimler geçicidir. Asıl mesele Lozan dengesinin korunması ve Yunanistan tarafından Lozan’ın ötesine geçilmemesidir. Yapılması gereken ise geçmişe takılmadan ve diplomasinin yoluna taş konulmadan Kıbrıs sorunu ile başlayan diğer bütün uyuşmazlıkların olumsuz birikimlerin ileriye taşınmadan çözülebilmesidir. Türkiye- Yunanistan arasındaki istişari görüşmelere biraz da çözüm zamanı gelmiştir, diye bakmak gerekir, sevgili okurlar. 

Dipnotlar

(1) Eski Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos: Türkiye ile sıcak çatışma kaçınılmaz, Sözcü Gazetesi, 02.10.2021;  https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/eski-yunanistan-savunma-bakani-panos-kammenos-turkiye-ile-sicak-catisma-kacinilmaz-6683356/

(2) Fatma Türk Toksoy, “Avrupa’nın Antik Yunan Ruhu”, Derin Tarih, Sa. 115, Ekim 2021, s.51

(3) Taha Kılınç, “Unutturulan Soykırım Hesabı Verilmemiş Suçlar”, Derin Tarih, Sa. 115, Ekim 2021, s.39

(4) Fatma Türk Toksoy, “Avrupa’nın Antik Yunan Ruhu”, Derin Tarih, Sa. 115, Ekim 2021, s. 52

(5) William St. Clair, That Greece Might Still Be Free: The Philhellenes in the War of Independence (Yunanistan Hâlâ Özgür Olamadı: Kurtuluş Savaşında Helenler), London, 1972, s116 ; https://www.openbookpublishers.com/reader/3#-page/1/mode/2up/Erişim Tarihi 10.10.2021/

(6) Fehim Taştekin, https://www.gazeteduvar.com.tr/fransada-darbeci-muhtira-ve-sessizlik-makale-1520729/ Erişim Tarihi 10.10.2021/

(7) Dünya Gazetesi, Yunanistan ve Fransa’dan Doğu Akdeniz Hesapları, 29.09.2021; https://www.bursahakimiyet.com.tr/haber/yunanistan-ve-fransa-dan-dogu-akdeniz-hesaplari-594756.html/ Erişim Tarihi 10.10.2021/

(8) Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, https://www.mfa.gov.tr/turkiye-afrika-iliskileri.tr.mfa/ Erişim Tarihi 10.10.2021/

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen