“Son mağlubiyetlerimizin esası, Türk’ün milli bir gayeden mahrum olması, daha vazıh bir tabir ile kendisini bilmemesidir. Türk ne vakit Türk olduğunu anlarsa, düçar olduğumuz mesaib silsileleri de o vakit nihayet bulur. Garp’ tan asırlarca akan Hristiyanlık seline karşı İslamiyet’i muhafaza ve İ’la eden kahraman Türkler, pür-şan ve şeref mazilerini ihya edebilmek ve bugünkü zillet ve meskenetten kurtulmak için yalnız Milli Vicdana muhtaç bulunuyor. İnhitat-ı hazırımızın sebepleri diye gösterilen içtima’i Hastalıkları, ben, Milli Vicdan yokluğunun ’avarızı gibi telakki etmeği daha doğru görüyorum” (İstanbul-1913)
Yukarıya aldığım küçük bölüm Büyük tarihçi ve fikir adamı Fuad Köprülü (1890-1966) görüş ve düşüncelerini 1913 yılında Balkan bozgununun ardından İstanbul Liselerinde edebiyat öğretmenliği yapan bir dostuna (Hüseyin Ragıb) yazdığı mektupta dile getirmiş. O günlerde aydınlar arasında Türklük, İslamlık ve Osmanlılık konuları tartışılır ve hangisinin milli bünyemize uygunluğu münakaşa edilirken Köprülü’nün bu tesbitleri milli şuur açısından elbette çok önemlidir. Hüseyin Ragıb bu bahsedilen mektuba “Türklük” adındaki kitabında da yer vermiş.
Özellikle I. Meşrutiyetten sonra Türk aydınları arasında ister istemez birtakım tartışmaların olduğu, imparatorluk coğrafyasının çeşitli yerlerinde meydana gelen baş kaldırılar veya fikri hareketlenmeler aydınlarımızın ve devletimizin dikkatinden kaçmamış ve “Ne yapılabilir?” düşüncesi konuşulmaya başlamıştı.
Milletini seven ve milli endişe taşıyan pek çok aydın olduğu gibi Fuat Köprülü de henüz 23 yaşındayken bu konudaki duygu ve düşüncelerini çeşitli gazetelerde hep dile getirmişti.
Biz bugün Fuat Köprülü’nün o günlerde yazdığı mektuptan bahisle milli şuur konusunda ortaya koyduğu görüşlerine değineceğiz.
“1908’den sonra, memleketimizin ayakta durabilmesi için milli bir mefkureye bağlanması şart olduğu ileri sürülerek Türklük, İslamlık ve Osmanlılık mefkurelerinden hangisinin milli bünyemize uygun geleceği münakaşalara yol açmış, bu husustaki neşriyat 1913’te, Balkan harbinden sonra daha da şiddetlenmiştir.”
“Hüseyin Ragıb, gençlere sunduğu Türklük adlı eserinde, birkaç ay önce takma adla günlük gazetelerden birinde çıkan ve uğradığımız bütün felaketlerin milli bir mefkureye sahip olamayışımızdan ileri geldiği fikri üzerinde durduğu makalesinden bir kısım naklettikten sonra, şimdiye kadar kendimize asıl bir gaye, belli ve sağlam bir ideal yaratamadığımız, yıllardanberi bazan Osmanlılık, bazan İslamiyet gayesini esas ittihaz ettiğimiz; fakat hiçbirinde sebat etmediğimiz bu gayelerden hiç faydalanamadığımız düşüncesindedir. Acaba, hangi milli ideale bağlanmamız uygun olacaktır?”
Görüldüğü gibi, Hüseyin Ragıp’ın “Türklük” kitabında değindiği konular sanki bu günlerimizi hatırlatıyor. Bugün de en çok ihtiyacımız olan milli şuur değil midir? Milli şuur olmadan hiçbir şey olmuyor. O yüzden milli şuur konusuna çok çok önem vermeli.
(…) “Bizde şimdiye kadar hiç birisi sabit kalmamak üzere üç çeşit gaye doğdu. Bu gayelerin menşe’ lerini ve seyir ve tekâmül yahut inhisaf ve inhitatlarını ararken milletin vasıl olabildiğimiz derecede tarihi mazisine rücu etmek lazım olduğundan, biz, geçmişten hale doğru yapacağımız tedkikata Süleyman Şah’ın Caber Kal’ ası pişgahında nehre düşmesiyle, Ertuğrul Gazi’nin hükümetin ilk esaslarını kurması zamanını değil, Türk Hakanı Osman Han ahfadının tabi ve merbut olduğu Turan devr-i tarihisini mebde ittihaz etmek isteyeceğiz.”
Bugün de pek çok ihtiyacımız olduğu gibi 1910’lu yıllarda da birtakım aydınlar Milli şuur konusuna dikkat çekmişlerdir. Bu demektir ki her devirde en çok ihtiyacımız olan milli şuur konusunda uyanık olmak mecburiyetindeyiz. Tarihimizi de Süleyman Şah veya Osman Gazi ile değil en eski çağlardan beri gelen bir tarih olarak değerlendirmeliyiz.
“Fuad Köprülü’ye göre, milli bakımdan mümkün olduğu kadar çabuk kendimize gelebilmemiz, bu uyanıklığın dini bir intibah ile yürümesine bağlıdır. Türk içtima’i hey’eti İslamiyet’in yanlış telakki tarzından pek çok zarar görmektedir. Ruhi bakımdan sadece manevi değil, içtima’i bir mahiyeti de olan İslamiyet’i yalnız i’tikadla alakalı şeylere hasredebilmek her suretle imkânsız ve zararlıdır. Bunun içindir ki her şeyden önce dinimizi hurafelerden, İsra’iliyat’tan ayırdederek, cemiyetimizi bu muzir bağlardan kurtarmamız icabeder; halkın ruh halleri de bunu lüzumlu kılmaktadır. Esasen Bulgar, Sırb ve Yunanlılar’ın milli uyanış tarihleri araştırılırsa aynı şeye tesadüf edilecek, milli kahramanların halka daima mukaddes bir şahsiyet, bir “veli” gibi gösterildiği, ruhlara nüfuz için milli propagandaların mutlaka dini bir şekilde icra olunduğu görülecektir. Milliyet-perver gençlerin bu nokta üzerinde biraz uzunca durmaları lazım geldiğine işaret eden Fuad Köprülü’nün yirmi üç yaşında iken ileri sürdüğü bu fikirleri, o devrin şartları bazı hususlarda şeklen değişmekle beraber, bugün de cemiyetimizin geçirmekte bulunduğu birçok buhranların milli gaye yoksulluğundan ve kendimizi bilmeyişimizden ileri geldiği artık gözle görülebilir bir hakikat olduğuna göre, yarım asırdan beri canlılığını saklayan fikirlerdir.”
Yalnız dikkat etmek lazımdır ki; Köprülü’ye göre milli şuuru güçlendirmek için de bu yolda dinimizi de ihmal etmemeliyiz. Ancak iki değerimizle birlikte yürümek gerektiği kanaatini taşıyor.
Köprülü’ye göre milli şuurun öneminin hemen yanıbaşında bunu bir din-itikad kisvesine de büründürmek mecburiyeti vardır. Başlı başına bir milli şuur eksik kalacaktır. Türk milletinin milli kahramanları birer veli gibi görmesini çok doğal olarak görmek gerektiği üzerinde durur.
Şimdi Fuad Köprülü’nün Hüseyin Ragıb’a yazdığı o veciz mektuba bakabiliriz.
“Aziz Ragıb,
Büyük ve mukaddes Türklüğümüzü, “Altay maverasının çölleri kadar ruhsuz ve mahkûm-ı akamet” addeden tezyifkârlara karşı, bu günkü milli cereyanımızın esas ve gayesini göstermekle ne mühim bir vazife ifa ettin! Milliyetini, kendisiyle aynı sema altında yaşayan bütün milletlerden sonra idrak eden Türkler, ne kadar ba’id olursa olsun benim i’tikadımca artık medeni bir istikbale maliktirler. Milliyyetimizin aleyhtarları bizi istedikleri kadar Tel’in ve tekfir etsinler, söğsünler, bağırsınlar o şütum ve tel’ inler şimdiye kadar milliyetini idrak edemeyen zavallı Türker’i uyandırmaktan başka bir şey yapamayacaktır.”
Görüldüğü gibi o günlerde de bu günkü adı ile Türk milliyetçiliği veya milli düşüncelere de karşı çıkanlar olmuştu. Fakat bu karşı çıkışların bir etkisinin de olmadığı bir gerçektir.
“Türk milliyet-perverlerine, “İslam arasına nifak sokmayın” diye hitab edenler, gitsinler kendilerine daha münasip bir muhit bulsunlar. Yeni başlayan milli cereyanımızı afyon şırıngalarıyla durdurmak zamanı geçti; milliyyetin sönmez şu’lesi kalblerimizin mihrabında yanarken tarihi ve atiyi daha çok vuzuh ile görebiliyoruz.”
Bugünden geriye doğru bakarak on dokuzuncu yüzyılın milletler için milli bir uyanış dönemi olarak değerlendirilmesinin yanı sıra o günleri yaşayanların da bu duruma vakıf oldukları biliniyor. Batıda meydana gelen fikri hareketlerin imparatorluk bünyesinde de tartışıldığı görülüyor.
“XIX. Asır bütün milletler için milli bir asır, istiklal ve intibah asrı olmuştu; boyunduruğumuz altında, hatta isimleri unutulmağa yüz tutan milletler bile, kalblerine giren “Milli gaye” sayesinde yükselmeye ve nihayet bizi ezmeye muvaffak oldular. Şimdiye kadar muhtelif gazetelere yazdığım muhtelif makalelerde bütün terefu’at ve tafsilatıyla gösterdim ki, son mağlubiyetlerimizin esası Türk’ün milli bir gayeden mahrum olması, daha vazıh bir ta’ birle kendisini bilmemesidir. Türk ne vakit Türk olduğunu anlarsa, düçar olduğumuz mesaib silsilesi de o vakit nihayet bulur. Garb ’den asırlarca akan Hristiyanlık seline karşı İslamiyet’i muhafaza ve ila eden kahraman Türkler, pür-şan ve şeref mazilerini ihya edebilmek ve bugünkü zillet ve meskenetten kurtulmak için yalnız “milli vicdan”a muhtaç bulunuyorlar. Bugünkü çöküntümüzün sebepleri diye gösterilen içtima’i hastalıkları, ben milli vicdan yokluğunun avarızı gibi telakki etmeği daha doğru görüyorum. Bir def’a o elim yoksulluk def’ olsun, Türk’ün eski mezaya ve hasaisi derhal kendini gösterecektir”. “Milli gurur, fedakârlık, vicdan yüksekliği gibi Türk kavmine has bütün faziletler -milliyetini idrak edeliden beri- o münevver gençliğin feyizli alnında da parlıyor.”
“Bazı garazkârlar, Türk milliyet-perverliğini, Osmanlı ülkesindeki sair milletler aleyhinde bir hareket şeklinde göstermek istiyorlar.”
“Bir Türk, Türklüğün inkişafat-ı medeniye ve içtima’iyyesine çalışmakla, nasıl bir Arab’ın veya bir Ermeni’nin aleyhinde bulunmuş olabilir? Bir Türk kendi milliyetini takdis etmekle, nasıl uhuvvet-i İslam hissinden te’arri edebilir?.. Bundan sonra hayat-ı siyasiye ve iktisadiyede beraber yürüyeceğimiz muhtelif Osmanlı unsurları şimdiye kadar inkişafat-ı milliyelerine çalıştılar; hala da çalışıyorlar ve bu, onların pek meşru ve tabi’i haklarıdır. Şimdi aynı yolda biz de onlara iltihak oluyoruz, o kadar… Ayrı ayrı kendi mevcudiyetlerini anlamış olan bu muhtelif milliyetler, Türkler’ in de nihayet bir vicdan-ı milliye nail olmalarını herhalde su-i telakki edemezler i’tikadındayım.”
“Umumiyetle pek musib olan fikirlerinden yalnız birisine dinin mahiyet-i içtima’iyyesi hakkındaki mütaleana iştirak edemeyeceğim. Ben öyle sanıyorum ki, milli intibahımızı mümkün olduğu kadar çabuk yapabilmek, onun bir intibah-ı dini ile müterafık olmasına vabestedir. Bu günkü Türk heyet-i içtima’iyyesi, İslamiyet’in şimdiki yanlış tarz-ı telakkisinden pek mutazarrır olmaktadır; İslamiyet ruh mahiyyeti i’tibariyle yalnız ma’nevi değil içtima’i bir mahiyeti de haiz olduğu için onu yalnız i’tikadiyyata hasredebilmek bir suretle imkânsız ve muzırdır, binaenaleyh, önce dinimizi hurafat ve İsra’iliyat’tan tecrid edelim ki bu suretle hey’et-i içtima’imizi bağlayan muzir bağlar çözülsün ve bir an evvel medeniyyet yoluna girelim. Halkın ahval-i ruhiyyesi itibariyle de böyle yapmak icabediyor. Esasen Bulgarların, Sırb’ ların, Yunanlılar’ın, milli intibah tarihlerini tedkik edecek olursak aynı şeye orada da tesadüf edeceğiz: Milli kahramanlar halka daima mukaddes bir şahsiyet, bir “celi” kisvesi altında gösterilir ve ruhlara nüfuz için milli propagandalar mutlaka dini bir şekilde icra olunur. Herhalde milliyet-perver gençlerin bu nokta üzerinde biraz uzunca durmaları lü’zumunu görüyorum.”
Hazırlayan: Kenan EROĞLU