Gaflet Uykusuna Mağlûb Olmamak

Turgut GÜLER

Yahyâ Kemâl’in, hayâtı hülâsâ eden meşhûr rubâîsinde, “merhale”ler birbirinin omzuna bindirilir:

“Bir merhaleden Güneş’le deryâ görünür,

Bir merhaleden her iki Dünyâ görünür,

Son merhale, bir fasl-ı hazandır ki, sürer

Geçmiş, gelecek, cümlesi rû’yâ görünür.”

İnsan ömrünün safahâtı işte bu üç merhalelik görüntüden ibârettir. İbn Haldûn’un umdelediği târîhî-sosyolojik zâviyeden, devletlerin biyografik bilgileri de, böyle bir merhale sıralamasına kâfî geliyor.

Bahsi geçen şahsî ve mâşerî merhaleleri, her ne kadar dışımızdaki “kazâ ve kader” rüzgârı getirip önümüze koyuyorsa da, “geçmişle geleceğin bir rû’ya”ya istifleneceği âna kadar, gaflet uykusuna mağlûb olmamak gerekiyor.

O, muhâsebe teferruâtının tek tek çeteleden indirileceği büyük günde, gözümüze takılan manzaranın rû’yâ veya hakîkat olmasının da, pek önemi kalmıyor. Nitekim bütün hayâtımızı bir serap yanılması saymak, realitenin yutkunmasını zora soktu…

Meşgûliyetiniz ne olursa olsun, kontrolü bir def’a kaybetmeye görün. Arkasından gelecek fâciâ zincirini, tahmîn bile edemezsiniz. Atların dizginleri, sürücünün irâdesi dışına çıkarsa, gem azıya alınırsa, arabanın nerede duracağını kimse bilemez. Ya cumburlop yuvarlanır, yâhud, güzel bir tesâdüf eseri, uçuruma varmadan sükûnet hâsıl olur.

 Sular iyice bulanmadan durulmuyor. Bir başka ifâdeyle, temizlik ve berraklığın değeri, zıddıyla mümkün. Zâten, kontrol denilen muâmele ve duruş şekli de, hep bu kontrast özelliklerden gıdâlanıp, büyüyor, serpiliyor.

Bürokrasinin vazgeçilmez plâtformlara çıkarıldığı ülkelerde, kontrol müessesesi, hâkimiyetin ceberût yanını temsîl ediyor. Hiç farkında olunmadan, en mahrem fiillerimiz bile, tâdâd parantezine dâhil ediliyor.

Şunu, artık iyice anlamak ve kavramak durumundayız: İnsansız topraklara vatan, idealsiz topluluklara da millet denmiyor. Gerisi, lâf u güzâf.

Salına salına yürüyen nice sevdâlının, salınmaya tâkatının olmadığını, çok yakınındakilerin dışında, kimse bilmiyor. Uzaktan gelen davul sesleriyle vaziyeti idâre edip gidiyoruz.

“Encâm”dan “endâm”a uzanan çizgi, zannedildiği gibi kısa ve düz değil. Eğri, hattâ helezonî kavislerle, zihnimizi burkuyor.

“Otoriter” olmakla, öyle görünmek, farklı adreslere giden posta arabalarına biniyor. Hoş, günümüzde onlara “kurye” veya “kargo” deniyor ya, yine de özündeki ayrılığın derin olmadığına inanmak ihtiyâcındayız.

Tiryâkî Hasan Paşa’nın, Kanije Destânı’nı şehîd kanlarıyla yazıp imzâlamasından sonra, Pâdişâh cânibinden tevcîh olunan vezîrlik pâyesi için:

“Bu kadarcık hizmetin mukâbilinde vezîr olunacak hâle mi düştük?”

diye hayıflandığı çağ, sanki Mâverâ’nın çok ötelerine kaymış gibi görünüyor.

Yersiz tefâhür, farkında olmadan kibirlenme, böbürlenme vâdilerinden su taşımaya başlar ve mevcûdu hızla tüketip sağa, sola el açmayı, vak’a-yı âdiyeden saydırır.

Tiryâkî kâbında yeni Türk duruşlarına, hakikî hayâtın ana caddesinde rastlamak murâdını tâzeliyoruz…

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen