Ömer AĞAÇLI
Hakiakt, hilkata dayanır. Hilkat tamamen din alanındadır. Dinin dışında hakikat arayanlar, düşünenler boş yere ömür tüketir, enerji harcarlar. Hakikat, vahiy kapsamında tamamlanarak insanlığın önüne konulmuştur. İnsanın doğru düşünebilmesi için vahyin aklın önünde “ NUR”, onu açan ve insanın ayağının kaymaması için Allah’ın bir rahmeti olduğunu bilmemiz gerekir. Eğer akıl vehiyden yararlanmadan düşünürse dünya’da yolunu şaşırır.
Bakınız Rahman Suresi 29 ayette : “ Allah her an, sürekli, durmaksızın yaratma faaliyetleri halindedir.” Denilir ki bu ayet Kur’an’da aklı işleyenler ışık tutmaktadır. Allah’ın bütün varoluş üzerinde sürekli yaratması, evrendeki her varlığın yenilenmesi, yeni bir hale dönüşmesi anlamına gelir.
Bu bağlamda yenilik ve yenilenme, Allah’ın değişmez kanunu olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan da bu kanunlardan ayrı değildir. Her insan her an yeni bir insandır. Bu yenilenme değişim olarak kendini dışa vurur. Yenilenme geçmişten farklı bir durumdur.
Geçmiş mazi, şimdi ve gelecek ise atidir. Şu kadar ki hayat daima ileriye doğru akar gider, yaşanır. Ancak geçmişe bakınca anlaşılır.
Allah’ın irade ve isteklerine göre yaşamak İslam olduğuna göre, Allah’ın bu sürekli yaratm afaaliyetlerine göre yaşamanın adıdır. İslam kavramının anlam zenginliği kapsamında bu dinamik ruhu görmek gerekir. İslam, sosyal değişim kanunlarına göre dinamik bir ruhu temsil eder. Allah’ın yaratma kanunlarını bize din bildirir.
“MUTLAK HAİKKATLAR”, VAHİY KAPSAMINDA DEĞİŞMEZ EZELİ VE EBEDİ OLANLARDIR. İSLAM BÜTÜN İNSANLIĞA SESLENİR VE DEĞİŞMEZ İLKELERİN IŞIĞINDA YÜRÜNMESİNİ ÖĞÜTLER. Mutlak hakikatların yanında ve bütün sorunların çıkışına neden olan beşeri anlayışlar ve pratiklerdir. Bunlar kültürüdür. Mutlak hakikatlar ve tarihi gerçekleri birbirindan ayırdetmek durumundayız. Tarihsel, toplumsal olanlarla, evrensel, insani, ahlaki olanları bribirinden ayırmak durumundayız. ŞU KADAR VAR Kİ GEÇMİŞTE SÖYLEMİŞ SÖZLER ( AYETLER, HADİSLER) ile o sözlerden beşerin ne anladığı ve uyguladığı yani kültüre dönüşmüş olanları din olarak kabul edemeyiz. Bu gün geçmiş kültür din olarak anlaşılıyor.
Her zaman ve mekanda insanlar kendi coğrafyalarında dönemim bilgi birikimi ile varlığı ve varoluşu anlamak ve yorumlamak durumundadır. Bu bir zorunluluktur. VARLIĞI VE VAROLUŞU AÇIKLAYAN DA DİNDEN BAŞKASI DEĞİLDİR.
Öte yandan hayatın zorunlu kategorileri vardır ki bunlar da zorunlu olanlardır. IRK, CİNSİYET, MEZHEP, DİN, ÜLKE, TOPLUM…İnsan bu zorunlu kategorilerin dışına çıkamaz. Yaşam bunu zorunlu kılar. Ama bu kategoriler zaman ve mekana göre değişim gösterir. Kısaca geçmiş kültür, tarihi olanlardır ve değişim gösterirler.
Bugün müslüman dünya geçmiş kültüre bakıp, geçmiş kültürü yaşadığı zamana taşıyıp, yaşamayı dini yaşamak, İslamı yaşamak zanetmektedir. Bu tarzın Allah’ın sürekli yaratma kanunlarına aykırı olduğunu söylemekte bizim görevimizdir. Yani mazi, atiye cevap veremez. Eskinin üstüne yeni bir şey inşaa edilemez. Geçmiş kültürü tarihi bilmek aydın bir insan için zorunludur. Bugünü doğru değerlendirmek için zorunludur. Tarihsiz düşünmek havada kalır. Ancak tarihe takılıp kalmak zamanı şaşırmaktır. Bu da anakronik bir durumdur. Geçmiş yaşanmış, bitmiştir ve bir daha gelmeyecektir. Burada sözü kesip, Değerli Kelam Bilgini Sayın Hüseyin Atay’ın yeni yayımlanan kitabından kimi alıntılar yapmaya çalışacağım.
Sayın Atay’ın “ Ben, Aklı ve Kur’an’ın Işığında 1400 Yıllık Süreçte İslam’ın Evreni “ adlı kitabında şunları söylemiştir:
“ Bin dörtyüz yıllık kültürden yeni bir düzen ortaya konamaz. Bu Kur’an’ın düşünme düzenine aykırıdır. Bin dörtyüz yıl geriye gitmek İslam’a uymaz. Bakara Suresinin 170 ve diğer ayetler bunu ortaya koymaktadır…”
“ Onlara Tanrı’nın indirdiğine uyun denildiğinde, derler ki: “ Yo biz atalarımızın üzerinde bulduğumuz yola uyarız. Ya ataları bir şey düşünmeyen ve göstergede olmayan kimseler idiyseler de mi?”
“… Kur’an’ın açıkça geçmişle uğraşıp geleceği düşünmemeyi lanetlediği ve yasakladığnı bin dörtyüz yıl sonra bile anlamıyoruz…”
“ … İslam geleceği düzenler, yarınla ilgilenir, dünle uğraşmayı yasaklar….”
“…İslam’ın geleceği geçmişe bakmaz, kabirleri kutsamaz…”
“ … Düşünme gelecektir. Oysa geçmiştecilik, kültürü ve kişileri yansıtır…”
Medeniyeti kurmak, hayatı kurmaktır. Geçmişteki hayatı bugün yaşamaya çalışmak, sürekli geçmiş kültüre referansla yaşamak mümkün değildir.
Orta çağ dindarlığında yeni çağa dindarlığına terfi etmek zamanı gelmedi mi?
Orta çağ teolojilerinden ve fıkıhlarından zihni kurtarıp, bugün vahyin ışığında aklı işletip yeni çağ teolojileri kurmak zamanı gelmedi mi?
Günümüzde garip şeyler oluyor. Dini referanslarla sekülerizmi eleştirmek gibi absürt şeyler oluyor. Bu akla aykırı bir durumdur.
Geçmişin referansları ile bugünün insanlarını geçmişe bağlayarak onları uyutmak olmuyor mu?.
Bütün bunlar, orta çağa ait hafızanın kullanılması değil midir?
BÜTÜN BUNLAR ÇIKIŞ YOLUNU ÇIKMAZ SOKAKTA ARAMAK DEĞİL MİDİR?.