Türk Edebiyatının en ilginç kitaplarından birisi Ahmed Yüksel Özemre’nin Gel De Çık İşin İçinde adlı eseridir. Bu eserde yer alan hikâyeler Özemre’nin hatıralarından oluşmaktadır. Fakat bunlar yazarının da söylediği gibi “fantastik hikâyeler” gibi de okunabilmektedir. Eserin yazılışı esnasında bunların gerçekten yaşanıp yaşanmadığına dair müellife sorulan sorular onu çok rahatsız etmiştir. Yazarın isteği de herhalde bundan kaynaklanmaktadır.
Gel De Çık İşin İçinden, içerisinde bir dizi ilginç hatıra ve gerçekliği açısından insanı derin derim düşünmeye sevk edecek hikâyelerden oluşur. Bu konuda zikredilebilecek ilginç örneklerden biri “A’mâk-ı Vehm ü Hayâl (Vehim ve Hayâlin Derinliği)” başlığını taşıyan “hikâye”dir. Burada dikkat çeken husus müellifin kendi cenâze merasimini anlatmış olmasıdır. Bu başlığın A‘mâk-ı Hayâl’le olan isim benzerliği ise dikkat çekicidir. Bu konuya “Özemre Hoca Kendi Cenazesini Nasıl Seyretti” başlıklı yazısında Beşir Ayvaoğlu da dikkat çekmiştir.
Özemre’nin bahsi geçen hikâyesi muhteva itibariyle şöyledir: Özemre, hikâyenin başında geçirdiği ameliyatlardan ve hastalıklardan bahseder. Bu hikâye 3 Mart 1996 tarihini taşımaktadır ve yazar bu sırada altmış iki yaşındadır. Cerrah dostlarının belirttiğine göre ise fizyolojik olarak seksen yaşındadır. Yazar kendisini çeşitli hastalıklar ve atlattığı ameliyatlar yüzünden hayli yorgun ve yıpranmış hissetmektedir. Bu arada Özemre, yaptığı çalışmalara, verdiği eserlere, yetiştirdiği öğrencilere rağmen ne sağ cenahın ne sol cenahın kendisine kadir kıymet vermediğini ifade eder. Burada Özemre, vasiyet olarak değerlendirilebilecek ifadelerle cenazesinin kaldırılmasını istediği camiyi belirtir. Gaslettiği ve defin hizmetlerinde bulunduğu yakınlarıyla ilgili hatıralar Özemre’nin hafızasına hücum eder.
Hikâyenin en başında şu satırlar yer alır:
“Geçenlerde kalb gözü açık, ârif bir nakşî dostumun kolunda, konuşa konuşa İmâm Nâsır sokağından câmiin avlusuna girmiştik ki bana bir hâl vâkı‘ oldu. Kendimi, birden, câmiin musalla taşlarına yakın minâresinin birinci şerefesinde avluyu seyreder buldum. Aman Allâhım! O da ne? Aşağıda mahşerî bir kalabalık. Musallanın üzerinde yeşil örtülü bir tabut.”[1]
Yazar, cami minaresinin birinci şerefesinden aşağıda bir cenazeyi seyretmektedir. Sonra aşağıda akrabalarını fark eder. Bu cenazenin kimin olduğunu da bilmek istemektedir. Bu arada yazarın hemen yanı başında nuranî yüzlü bir zat belirir. Bu zat Azrail’dir. Selam verir. Sonunda Özemre bu cenazenin kendisine ait olduğunu fark eder. Fark ettiğinde ise “Aman Allâhım! Sonunda bu iş tahakkuk etti mi? Ama nasıl olur? Ben hiçbir şey fark etmedim ki! Hayret! Meğer ne kadar da kolaymış!” der. Azrail ise “Hâzâ min fadlı Rabbî!” der. Azrail ve Özemre, cenaze namazı kılmak üzere saflara karışırlar. Cemaat “Allahuekber” diyeceği sırada Özemre’nin arkadaşı kolundan çıkar ve cenaze merasimini anlatan satırlar burada biter.
Özemre’nin bu eseri, bu türden “fantastik hikâyeler”le örülüdür ve ister istemez insanın zihninde bazı soru işaretleri uyandırmaktadır. Bundan Özemre de rahatsız olmuştur. Kendilerine eserin fotokopilerini dağıttığı dostları bunların gerçekten yaşanıp yaşanmadığını ve hikâyelerin devamını sormuşlardır. Bundan ötürü Özemre şöyle demek sorunda kalır: “Bundan ötürü muhterem okuyucularımdan, bunları, yalnızca muhayyel fantastik hikâyeler gibi telâkki ederek okumalarını istirhâm ediyorum. Bu, onların da benim de fuzûlî yere yorulup üzülmemizi önleyecek rahmânî bir tedbir olacaktır.”[2]
Özemre her ne kadar böyle dese de eserdeki kurgu ve gerçeğe yaslandığı intibaını uyandıran bir üslup hemen göze çarpar. Nitekim Beşir Ayvazoğlu, Ahmed Yüksel Özemre’nin cenaze merasimini şöyle anlatır:
“Hoca’nın cenazesi, 26 Haziran Perşembe günü ikindi vakti, hikâyesinde sözünü ettiği Gülnuş Valide Sultan Camii’nden kaldırıldı. Avluda hakikaten mahşerî bir kalabalık vardı. Hikâyesinde isimlerini verdiği bazı dostlarını da gördüm. Keşke hafif bir de yağmur olsaydı. Bir ara başımı kaldırıp Hoca’nın sözünü ettiği minarenin şerefesine bakmadım değil! Kim bilir, belki de hikâyesinde tasvir ettiği gibi oradan ölüm meleğiyle birlikte bizi seyrediyordu.”[3]
Özemre’nin bu eseri edebiyatımızın en dikkate değer eserlerinden birisidir. Kanaatimce bu tür eserler Muyyelât-ı Aziz Efendi, A‘mâk-ı Hayal türü eserler içerisinde değerlendirilmeli ve onların birer “seyr u sülük tecrübesi” olduğu kabul edilmelidir. Onları modern hikâye mantığı çevresinde değerlendirmek bu metinlerde var olan özgün gerçekliği kaybetmek demektir. Hüsn ü Aşk, Leyla ve Mecnun gibi eserlerin başına gelen anlama problemi, tasnif ve yorumlardaki yanlışlıklar kolaylıkla bu türden metinlerin de başına gelebilir. Buna dikkat edilmeli ve bu metinler hem ait oldukları dönemin hem de onları yazan kimselerin gerçeklik algısına yorumlanabilmelidir.
[1] Ahmed Yüksel Özemre, Gel De Çık İşin İçinden, Kubbealtı Yayınları, 8. Baskı, İstanbul 2013, s. 31. Böyle bir durum A. Flew adlı bir Batılı’nın “İnsan Kendi Cenaze Törenini Seyredebilir mi?” başlıklı makalesinde de incelenmiştir. Yazar kısaca bu yazıda insanın kendi cenazesini seyredemeyeceği düşüncesini ileri sürmektedir. Daha geniş bilgi için bkz.: Turan Koç, Ölümsüzlük Düşüncesi, İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2005, s. 79.
[2] Ahmed Yüksel Özemre, a. g. e., s. 7-8.
[3]https://www.ozemre.com/basindan-yansimalar/ozemre-hoca-kendi-cenazesini-nasil-seyretti-besir-ayvazoglu [Erişim Tarihi: 11.05.2018].