Atatürk’ün Belkahve’den İzmir’in denizine bakan silüeti, yanında Halide Edip İzmir’e girişi, İzmir’in vali konağına ay yıldızlı bayrağın asılışı hâlâ birkaç siyah beyaz filmden mi seyredilecek? Onlar da bulunursa… Yahut ilk kurşun sahnesi. Hâlâ birkaç romanın konusu olarak mı kalacak? Bunların tabloları, freskleri, piyesleri, besteleri, operaları nerede? Türk ordusu Kordon’a doğru ilerlerken, Kadifekale silüeti altında onlarca tenor ve sopranodan “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” marşını ne zaman duyacağız?
*****
Prof.Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN
Yıllar boyunca Türk milliyetçileri, millî kültür ve millî tarihe yeteri kadar yer verilmemesini eleştirdiler. Millî kültür ve tarih, eğitim kurumlarında yeteri kadar anlatılmıyordu; basın yayın organlarında yer almıyordu; kültür ve sanat ortamlarında kendine yer bulamıyordu.
Türk milliyetçileri elbette haklıydılar. Çağdaş ülkelerin eğitim sistemlerinde ve kültür-sanat ortamlarında kendi tarih ve kültürleri öğretiliyor, yer alıyordu. Bir Fransız aydınının kendi tarihi hakkında asgari bilgiye sahip olmaması, mesela Victor Hugo’yu okumamış olması asla düşünülemezdi. Bütün İngilizler Şekspir’i, bütün Almanlar Goethe’yi bilirdi. Buna karşılık bir Türk okumuşunun Fuzuli’yi, Namık Kemal’i bilmemesi sanki normal sayılıyordu.
Şairlerimizi, romancılarımızı bilmiyor, okumuyorduk. Bunun sonucu olarak dilimizi de doğru dürüst kullanamıyorduk. Yakın tarihimizi de, Osmanlı Türk tarihini de, uzak tarihi de yeteri kadar bilmiyorduk. Okumuşlarımız Namık Kemal üzerinde, Fikret üzerinde, Akif üzerinde 10 dakika sohbet edemiyorlardı. Mimari eserlerimizi bilmiyorduk, kendi musikimize yabancıydık.
Şairlerimiz bizi anlatmıyordu, romancılarımız bizim tarihimizi yazmıyordu, Ne millî mücadele, ne Osmanlı asırları, ne de uzak tarihimiz, efsane ve destanlarımız… Bunların hiçbiri ressamlarımızın tuvallerinde yoktu, heykeltıraşlarımızın eserlerinde yoktu, kompozitörlerimizin bestelerinde yoktu, tiyatroda, sinemada yoktu.
Türk milliyetçileri bunları eleştirirken haklıydılar. Fakat artık… Yakın tarihimizle, Osmanlı dönemiyle, uzak tarihimizle ilgili yüzlerce roman yazılıyor, basılıyor ve okunuyor. Yeteri kadar olmasa da tarihimiz filmlere girmeye başladı. Türk Dünyası’na ilgi arttı. Dombırayı, kopuzu, Azerbaycan mahnılarını dinliyoruz. Henüz estetik bir seviyeye ulaşmamış olsa da Ergenekon ve Bozkurt’la ilgili resimler, tablolar, biblolar üretiliyor ve alıcı buluyor. Millî tarihi, kültürü ve yaşantıyı gösteren müzeler de açılmaya başlandı.
Bence artık kaliteyi ve geleceği düşünme vaktidir. Türk milliyetçilerinin yeni ufku artık kalite ve gelecek olmalıdır. Elbette millî tarih ve kültür vurgusunu bırakalım, demek istemiyorum. Fakat artık kaliteyi öne çıkaralım; önümüzdeki yılları ve yüzyılları düşünelim.
Eğer böyle yapmazsak mevcut birikimimiz içinde bocalar dururuz. Oysa bir milliyetçinin amacı milletini yükseltmek, ileri götürmektir. Mevcutla yetinmek bir ülkü olamaz. Ülkü, mevcudu geliştirerek, yeni üretimler ve yaratımlar meydana getirerek geleceği inşa etmektir.
Itrî’miz var, Dede Efendi’miz var, Hacı Arif Bey’imiz var. Âlâ!… Peki, 20. ve 21. yüzyılda bunlara ne ilave ettik? Süleymaniye var, Selimiye var. Âlâ!… Yeni yüzyılda bunlara hangi mimari eserleri ekledik? Yahya Kemal, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” ile bu ulu mabet için en güzel mısraları yazmış. Âdeta kelimelerden örülmüş bir mimari eser. Fakat onun tiyatroya, filme, operaya uygulanmış yeni bestesi nerede? İçinde Itrî’den de, Rumeli türkülerinden de titreşimler barındıran, tenorların, sopranoların gür sesine ihtiyaç duyuran çağdaş bestesi nerede? Azerbaycanlı tenorlar Bülbül gibi, Beybutov gibi sanatçılarımız ne zaman çıkıp türkülerimizi çağdaş bir şekilde icra edecek? Otantik kalmaya mecbur ve mahkûm muyuz?
Ergenekon, tatminkâr olmasa da şiirimizde, romanımızda var. Fakat o 70 körüğün sesini ve körük seslerine iştirak eden Köktürklerin gür sesleriyle icra ettikleri “hay hay!…” naralı büyük besteyi opera salonlarımızda, ekranlarımızda ne zaman görecek, ne zaman duyacağız?
Atatürk’ün Belkahve’den İzmir’in denizine bakan silüeti, yanında Halide Edip İzmir’e girişi, İzmir’in vali konağına ay yıldızlı bayrağın asılışı hâlâ birkaç siyah beyaz filmden mi seyredilecek? Onlar da bulunursa… Yahut ilk kurşun sahnesi. Hâlâ birkaç romanın konusu olarak mı kalacak? Bunların tabloları, freskleri, piyesleri, besteleri, operaları nerede? Türk ordusu Kordon’a doğru ilerlerken, Kadifekale silüeti altında onlarca tenor ve sopranodan “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” marşını ne zaman duyacağız?
Evet, Türk milliyetçilerine sesleniyorum. Geçmişe ve mevcuda saplanıp kalmayalım. Ülke idaresinde, sanayide, tarımda, refah toplumu yaratmada, şehircilikte, çevrecilikte, sanat ve kültürde, bilimde gelecek projelerimizi ortaya koyalım. Artık kaliteyi ve geleceği düşünmek vaktidir.
———————————————–
Kaynak:
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/gelecegi-dusunmek-vaktidir-459778h.htm