Klasik tarihçiler nedenler üzerinden yaptıkları sorgulamalar ile sonuçlara varıp geçmişi anlamlı kılmaya çalışırlar. Hâlbuki azınlık tarihçileri geleceğin sonuçları üzerinden bugünün nedenlerini yönetebilmeyi başarmak için mücadele ediyorlar. Peki, bugünün nedenlerini oluşturabilme gücü geleceğin sonuçlarının değişmesi anlamına gelir mi? Yani tarihçi zaman makinasında geleceği görüp hayatın akışını değiştirecek müdahalelerde bulunabilir mi? Bu düşünce kimilerimiz tarafından kadere müdahil olmak şeklinde algılanıp reddedilebilir. Ama üstün insan aklının hali hazırda yaratıcıyla rekabet ettiğini düşündüğünüzde bu fikrin imkânsızlığından ziyade, böylesi bir sürecin yaşanmışlığını tartışmak daha mantıklı olabilir.
*****
Ali MASKAN
Thucydides 2.400 yüzyıl önce, “geleceğin geçmişe benzeyeceği, ancak her bakımdan onu yansıtmayacağı” yönündeki ifadesiyle bugün dahi anlamakta zorlandığımız bir fikir ortaya atmış oldu. O zaman sorumuz şu; kendi zamanını merkez alan bir tarihçi, yaşadığı dönemi anlamlandırmak için geçmişe mi bakmalı geleceğe mi? Geçmiş bir veri ve bilgi olarak elimizde, ancak geleceğe dair hiçbir bilgiye sahip değiliz. Öyleyse tarihçi medyumluğa soyunmadıysa geçmişle yetinmek zorunda kalacak. Ancak yeni tarih anlayışı gelecek üzerinden sadece bugünü anlamayı değil aynı zamanda tasarlamayı da başarıyor. O zaman tarihçi geçmiş bilgisi ile geleceği görüp, yarının gerçeği ile bugünü yöneten mi olmalıdır?
Geçmiş ve gelecek algısı ile tarihi anlayabilme hususundaki kırılma noktasını ve gerekçelerini “tarihin tekerrüründen tekerrürün tarihine” adlı yazımızda ifade etmeye çalışmıştık. İnsana ve insanlığa dair yaşanmışlığın kemale erdiği dönemi tarihin tekerrürü olarak ifade edip, bu sürecin spiral yay gibi kendi merkezcil kuvveti etrafında yükseldiğini, sonrasında ise hayata dair yeni bir gelişmenin olmadığı gerekçesiyle tekerrürün tarihini yaşadığımızı söylemiştik. Bu ikinci aşamada insan aynı merkezcil kuvvet noktasında durarak, aynı eksende hareket etmeye başladı. Yani zaman akıl almaz bir hızla akıp gitmesine rağmen, insan aslında olduğu yerde dönmeye devam etti. Bu nedenle günümüz insanı tarihi anlamak adına hiç hareket etmese de, tarihi yakalamak için koşan insandan daha avantajlıdır. Bu durum tarihçiye, gelecek bilgisini keşfetme fırsatını da verir.
Tekrarlanan hareketlerin yaşandığı bu ikinci dönem aslında tarihçi açısından akıl almaz bir kolaylık sağlamaktadır. Zira her olayın aslında daha önce yaşandığını bildiğimizde, tarihi analiz etmek de bir o kadar kolay olacaktır. Ancak bu kolaylık tarihçinin geçmişten elde ettiği bilgiler ile geleceği anlamlandırması şeklinde algılanmamalıdır. Zira sıradan tarihçinin işi zaten bu. Ancak akıllı bir tarihçi aynı eksende dönen tarihin algoritmasını çözdüğünde, doğal olarak gelecek hakkında çok net bilgilere sahip olacaktır. Böylece tarihçi geçmişe bakıp bu günü anlamlandırmadan kurtulup, geleceği bilip bu günü şekillendirebilme yeteneğine sahip olacak. Zira geçmişin klasik bilgisinin günümüz insanına verecek hiçbir şeyi kalmadı. Tarihi, geçmiş dönem bilgisi olarak insanlara anlatanlar, toplumlarını tarihin karanlık sayfalarına gömmekten başka bir şey yapmayacaktır. Hâlbuki gelecek bilgisi ile bugünü tasarlayabilenler dünyanın gerçek sahibi olmaya devam edecekler.
Günümüz siyaseti, siyasi tarihi ve uluslararası ilişkilerini yöneten üstün akıllı insanlar geleceğin bilgisi ile kendilerine güç atfetmekteler. Nietzsche’nin tabiriyle “belleği en uzun olan” üstün insan aklı, kitlelerin aklını yönetebilme hususundaki kalıtsal yeteneklerini pervasızca kullanabiliyor. Bu uzun ve kalıcı üstün insan belleği gelecek algoritması hususunda çok mahir yeteneklere sahip. Dijital dünyanın nimetlerini de sınırsızca kullanan bu akıl, ne yazık ki gelecekten bugünü anlayabilme yeteneğine sahip oldu.
Yapay zekâyı kullanan tarihçiler, geçmişin tozlu arşivlerinde veya kazılarında buluş yapan gariban tarihçilerin bilgilerini kendi yazılımları için kullanmaktan hiç çekinmeyecek. Zira pür tarih bilgisi her zaman için bu tarihçilerin malzemesi olmaya devam edecektir. Öyleyse bir grup klasik tarihçi azınlık tarihçileri için amelelik yapmaya hep devam edecekler ve sözde bulduklarını sandıkları her bilgiyle de anlamsızca övüneceklerdir.
Klasik tarihçiler nedenler üzerinden yaptıkları sorgulamalar ile sonuçlara varıp geçmişi anlamlı kılmaya çalışırlar. Hâlbuki azınlık tarihçileri geleceğin sonuçları üzerinden bugünün nedenlerini yönetebilmeyi başarmak için mücadele ediyorlar. Peki, bugünün nedenlerini oluşturabilme gücü geleceğin sonuçlarının değişmesi anlamına gelir mi? Yani tarihçi zaman makinasında geleceği görüp hayatın akışını değiştirecek müdahalelerde bulunabilir mi? Bu düşünce kimilerimiz tarafından kadere müdahil olmak şeklinde algılanıp reddedilebilir. Ama üstün insan aklının hali hazırda yaratıcıyla rekabet ettiğini düşündüğünüzde bu fikrin imkânsızlığından ziyade, böylesi bir sürecin yaşanmışlığını tartışmak daha mantıklı olabilir.
Ukrayna savaşı bir sonuç mu neden mi? Geçmişin yaşanmışlıkları elbette ki bizde bir sonuç yargısını oluşturacaktır, lakin bu geleceğin tasarlanması için bir nedenden başka bir şey değil. Tam da bu noktada hayatı nasıl okuduğumuzu sorgulayalım. Her iki yaklaşımın da yanlışlanamaz olduğu bir noktada nerde durursanız durun yanlış yapmış olmayacaksınız. Ancak geçmişin birikimleri üzerine bugünü değerlendirmeye çalıştığınız sürece nesne olmanın ötesine geçemeyeceksiniz. Bu sistemin özneleri ise geleceğin sonuçları üzerinden bugünün nedenlerini oluşturmayı başarmak için mücadele edecekler.
O zaman bu savaş aslında her iki ülkenin birbiriyle olan rekabetinin/mücadelesinin bir sonucu değil, gelecek dünya sistemi tasavvurunun bir nedeni olacaktır. Öyleyse sistem değişecek, yeni bir uluslararası sistem inşa edilecektir. Belki de bu savaş gibi daha nice nedenler üretilecek ve hepsi de tasarlanmış bir dönüşümün ürünü olacaklardır. Bu yüzden Batı bu yaşananları umursamazca ve vurdumduymazca seyrediyor. Zira yarının tasarlanmış mutlu günleri için bugünün zahmetli günlerini yaşamayı makul buluyorlar.
Günümüzün en büyük dramlarından birisi olan göç, savaş, açlık ve çatışmaların bir sonucu olarak analiz edilmekte. Bu konuda yapılan çalışmalar ve üretilen politikalar bu sorunu bir sonuç olarak algılayıp nedenleri ortadan kaldırmaya mı çalışıyor, yoksa gelecekteki sonuçların bir nedeni olarak seyirci kalmayı mı tercih ediyor? Göç yolundaki insanlara gözyaşı dökenler samimi bir duyguyla mı bunu yapıyorlar? Yoksa azınlık tarihçilerinin emellerine mi hizmet ediyorlar?
Yeni yetme taşeron zenginler her geçen gün dijital dünya ve sosyal medya üzerinden bir tekelleşmeye doğru gidiyor. Kendi toplumsal yapılarından kopartılarak evrensel bir kitlenin parçası haline getirilen insanlar, devletlerine, kültürlerine ve inanışlarına karşı artık yeterince saygı duymuyor. Kitlesel bir silahtan daha etkili bir güce sahip bu yeni kitleler, yeni nedenlerin en büyük savunucuları ve müdavimleri oldu. Batı zihniyetinin geçmişle gelecek arasında oluşturmaya çalıştığı bağın temel unsuru olan “kitle ruhu” geleceğin şifrelerini taşıyan kavram olarak gizemini korumaya devam edecek. Bu kitle ruhunu yönetebilenler geleceğe bakıp bugünü şekillendirebilme gücüne de sahip olacaklar.
Klasik bir tarihçi olgu, kişi, olay, zaman ve mekân arasında hiyerarşik bir ilişki kurarak tarihi kaydetmeye çalışır. Bu, ya kendi dönemi içindedir ya da geçmişle bugün arasında. Tarih geçmişi bu güne bağlarken, farklı zaman, mekân ve insan arasında bir düzen kurmaya çalışır. Bunu yaparken de nesnel mi? Yoksa öznel mi? Olduğu hususunda kendisi bile yeterli bir kanaate sahip değildir. Bu yüzden tarihin kendine sunduğu hediyelere şükür mü etse yoksa lanet mi? bilemez. Tarihçi muzip suflelerden hoşlanmaz o binlerce yıllık bir sikkeyi tercih eder.
Tarihte farklı zaman ve mekânda gerçekleşmiş olayların hepsi esasında birbiriyle mantıklı bir ilişki içindedir. Bin yıl önce farklı bir coğrafyada yaşanılanlar bugün daha farklı bir coğrafyada tecelli edebilir. Tarihçi bunun farkında olmayabilir ama tarih tek tek bunların çetelesini tutar. Bugün yaşananların nedenini çok farklı bir zamandan çıkartıp karşınıza koyabilir. Hatırlamadığınız bu geçmiş kendini size hatırlatıverir. Muziplikte tam burada başlar.
İki tip tarihçi vardır; tarihin yönettiği tarihçi, tarihi yöneten tarihçi. Tarihin kendisini yönetebileceğinin farkında olan tarihçiler buna boyun bükerler, diğerleri ise her türlü zorluğa rağmen mücadele ederler. Lakin bu mücadele kadere müdahil olma şeklinde değil, bugünü tasarlayabilme gücüne sahip olma şeklindedir. Ancak o bu tasarlama gücünden dolayı yaratıcıya rakip olmaktan da çekinmez.
Gelecek bilgisine sahip olduğunu düşünen azınlık tarihçileri, kitle ruhunun bilinçdışına hükmederek toplumları geleceğe doğru sürüklerken hiç kimse uygarlık tarihinin ilk çıktığı yere doğru gittiğini fark etmiyor. İnsanoğlu, yaşamını devam ettirmek güdüsüyle, binlerce kilometre uzaklıktan, doğduğu tatlı su kaynağına dönen somon balığı gibi ürediği yere doğru gidiyor. Bu kaynağa dönüş yeni bir başlangıç mı yoksa hayatın sonu mu? Bu soruya verilen cevaplar bugün yaşadıklarımızın da izahıdır aslında.
——————————————————
Kaynak:
https://www.fikircografyasi.com/makale/gelecekten-bugunu-okumak