Turgut GÜLER
“Gemi azıya almak”,binek veyâ koşu atının, sürücüsüne meydân okumasını anlatıyor. Atın ağzına gem denilen bir mâdenî parça geçiriliyor. Buna bağlanan ve dizgin adı verilen askı, sürücüsünün elinde âdetâ bir direksiyon ve gaz pedalı oluyor. Hem sağa, sola dönüşleri; hem de hızı ve kalkışı, geme bağlı dizgin temin ediyor. Bunun temelinde de, atın ağzında hissettiği rahatsızlık yatıyor. Gemin kendisi, hayvanın ağzında bir fazlalık olarak duruyor. Bir de dizgin mârifetiyle acı vererek hareket etmesi, onu kurtulunması gereken bir sıkıntı hâline getiriyor.
İşte at, bâzen bu gemi, azı dişlerinin arasındaki boşluğa aktarabiliyor ve o zamân, vitesi boşalmış motorlu vâsıta gibi, dizgin hâkimiyetinden kurtularak, kendi inisiyatifi ile hareket edebiliyor. Gemi azıya alan bir at, yönünü şaşırdığı gibi, nerede duracağını da bilemez. Bu durumdaki bir küheylânın, yapamayacağı ters tavır ve fiil yoktur.
İnsanlar, cemiyetler, devletler de bâzı hâllerde gemi azıya alıyorlar. Müeyyide koyucu ve uygulayıcının, yâni sürücü ve dizginin ortadan kalkması; önce rehâvete, sonra da felâkete yol açıyor. Gem ve dizgin, terk edilemeyecek kadar mühim. Nizâmın formülü bu ikilide saklı.
Gözümüz, yaş damlaları akıtırken ne kadar perîşânsa, göz damlasını içerken de o kadar şifâya muhtaçdır. Damla; bütünün, çoğun, yekûnun, Âlem’in zerre ölçüsündeki küçüğü. Ama onun küçüklüğü aslâ önemsiz olması mânâsına gelmiyor. Zîrâ bütün büyüklerin mevcûdiyeti küçüklere bağlı.
Mükeyyifâtın da sembolü olan katre, Ziyâ Paşa’nın beytinde kader hüviyetinde görünüyor:
“Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenâdan,
Başın alamaz bir dahî, bârân-ı belâdan.”
Katre, nereden bakarsanız bakın, dil zenginliğimizin mütevâzı neferlerinden biri. Daha nice deyim, terim ve özlü söze malzeme olmuş.
Göz mânâsına gelen çeşm ile çeşme, “ akıtma “fiilinde nasıl da kol kola giriyorlar;
“Saçma ey göz eşkden, gönlümdeki odlâre su,
Kim, bu denlü dutuşan odlâre, kılmaz çâre su…”
Damladan meded ummadan, deryâya vâsıl olunmuyor. Karınca misâli azimkâr ve çalışkan olmak lâzım, Ahmed Cevdet Paşa gibi.
Mecelle, Medenî Kaanûn karşılığında kullanılan bir Osmanlı hukûk tâbiri ve Ahmed Cevdet Paşa’yla birlikte hatırlanıyor. Çünkü orijinal adı “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye”olan bu kaanûn, Cevdet Paşa’nın başkanlığını yaptığı bir komisyon mârifetiyle, ama en çok da Paşa’nın şahsî emek ve te’lifi ile hazırlanmıştı.
Aslında mecelle; mecmuâ, risâle, kitap gibi, tertîb edilmiş kâğıt topluluğu, tomarımânâsına geliyor. Lâkin, bu sözlük karşılıkları unutularak, sâdece Cevdet Paşa’nın biyografisinde mühim bir yer tutan hukûk çalışmasına alem olmuş.
Ahmed Hamdi Tanpınar, On Dokuzuncu Yüzyıl Türk Edebiyâtı Târîhiisimli eserinde, Cevdet Paşa için:
“Devrini tek başına bitiren adam.”
der.
Buradaki bitirme işi, hakkıyla temsîl etmeyerine kullanılmıştır.
Onun kadar değişik sâhalarda çalışan ve hepsinde de zirveye çıkan başka biri var mı? Belki, Kâtib Çelebî, bu husûsta Paşa’ya rakîb olabilir. Ama Cevdet Paşa’nın eğitim çalışmaları, öğretmen okullarının açılması gibi faaliyetleri, Hacı Kalfa’nın karnesinde görülmüyor. Bu kadar mı? Elbette değil. Cevdet Paşa’nın Dünyâ kariyerinde bir de adam gibidevlet adamlığı cephesi var. Günümüzde recül-i devletiddiasında bulunan nice âdemoğlunun Paşa’dan alacağı dersler, kurslar, ibretler bulunuyor.