Gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye, kendi kaynaklarını çarçur eden ülkeler arasında üst sıralarda yer almakta. Özellikle köklü bir devlet geleneğinin olmasına rağmen genç nüfusunun önemli bir bölümü en ufak rüzgarda savrulup duruyor.
Değerlendirilemeyen iki farklı genç nüfus bulunuyor; bBunlardan ilki alt sınıfa diğeri ise alt üst kesim ile orta sınıf ailelerin çocukları. Yüksek sınıfın çocukları arasında da değerlendirilemeyen elbette vardır ama sayı değeri bakımından göz ardı edilebilir düzeyde.
Alt kesime ait genç nüfusla başlarsam, bu sınıftaki çocuklar zar zor liseyi bitiren, geri kalan vakitlerinin tamamında sokakta para kazanmaya çalışan, iyi bir eğitimden ve öğretimden faydalanamayan çocuklardır. Piyasanın darbeleri arasında hayatta kalmaya çalışan, bu mücadeleci çocuklardan hiç ama hiç faydalanamıyoruz. İçlerinde büyük bir potansiyel yatmasına rağmen ne sivil toplum kuruluşlarımız ne de mevcut hükümetler bunların ellerinde tutmuyor veya tutamıyor.
Diğer kesime gelecek olursak –ki asıl değinmek istediğim kesim- bu çocuklar genelde liseyi bitiren, üniversiteyi bitirenlerinin ekseriyeti devlet memuru olan ailelerin çocuklarıdır. Lise mezunu olanlar da üniversite okumayı istemelerine rağmen maddi yetersizlikleri sebebiyle bundan mahrum olanlardır.
Bu ailelerin en büyük servetleri aslında çocukları olmuştur. Bu sebeple bütün yatırımları çocuklarının iyi eğitim ile iyi bir hayat sürmelerini sağlamak üzere olmuştur. Bunun arkasında hem kendi okuyamamaları hem de iyi bir eğitimle iyi bir hayat arasındaki paralelliğe inanmaları yatıyor . Gel gelelim en çok kaybettiğimiz gençl nüfus da bu kesimden çıkıyor. Bunun nedenleri arasında aile, lise ve üniversite kaynaklı sebeplere değinmek istiyorum.
Ailevi sebepler arasında bence ilk başta gelen bu çocuklar üstündeki fazla hassasiyet. Bu hassasiyetten kastımsa ‘‘aman çocuğum yorulmasın’’ düsturu üzerinde. Muhtemelen kendileri hem okuyup hem de tarlada, küçük sanayilerde veya ev işlerinde koştururken eğitim hayatlarında eksiklikler yaşadılar. Bunu çocuklarının yaşamaması içinse olabildiğince ter döktüler. Bu hassasiyetin sonucundaysa maalesef hayat kavramından bihaber yetişen çocuklar oldu. Herhangi bir sorun karşısında mızmızlanan, çözüm üretemeyen, taşın altına elini koyamayan ama aksine bir o kadar da özgüvenli çocuklarla karşı karşıyayız.
Altı boş özgüvense, arkası boş duvar gibi çabuk kırılıyor. Hayattan bihaber olmakla beraber mücadeleden çabuk vazgeçen, umutsuzluğa kapılan bu çocuklar ileri dönemlerde hayatlarının büyük bölümünü kafa karışıklığı içinde geçirecek.
Lise;
Ülkemizde hemen hemen bütün okullar anadolu lisesine dönüştüğü için ciddi bir kalite kaybımız var, meslek liseleri de gözden düştüğü için üniversiteye öğrenci gönderen her lise makbûl durumda.
Peki bu çocuklar lisede ne yapıyor? Sert bir cevap olsa da bana kalırsa hiçbir şey. Lise son sınıfa temel derslerinin karne ortalaması 3 olan bu çocuklar ‘‘çalışma’’ namına pek bir şey kazanamıyorlar. En zekileri de biraz çalışmaya 4-5 ortalamalarına yaklaşabiliyor. İlk üç seneyi böyle geçirmelerinin ardından lise sonda sınava girecekleri için hem dershaneye yazılıyor hem de çalışmaya çalışıyorlar. Tabi bu çalışmanın ekseriyeti odalarında kalem kımıldatmaktan pek öteye gitmiyor. Çünkü sınavı kazansalar dahî ne yapacaklarına ait bir düşünceleri yok.
Bu döneme keşke bir mentörlük uygulaması getirebilsek –benzerine üniversite dönemi için de değineceğim-.
Mentörlük, yüksek öğretimde yüksek potansiyelli öğrencilere yönelik tecrübeli isimler tarafından verilen yönlendirmeler doğrultusunda kişinin sosyal öğrenmesidir. Verilen önerilerle doğruları, hata yaparak değil tecrübeli kişiden doğru adımları öğrenerek başarmasıdır. Şehzadelerin lâlâlarından aldıkları eğitimi buna benzetebiliriz.
Mentör belki lisede biraz ‘‘soğuk’’ bir kavram olarak geçebilir. Mesela bu görevi aslında psikolojik danışmanlık ve rehberlik öğretmenleri üstlenebilir. Tabi bunlar tecrübeyi bizzat yayaşan olmadıkları için ancak ‘‘yaşayan’’ insanlarla öğrencileri belirli zamanlarda bir araya getirerek sağlayabilir. Hem bu mentörde belki de daha sosyal daha ‘‘aile’’ bağı kazandırır. Mezun buluşmaları düzenli uygulanabilindiğinde güzel bir örnek olur. En azından çocukların akıllarına neler yapabilindiğine dair somut örnekler sunulur.
Tabi ne yazikki bu danışmanlarımız öğretmenlerimiz yazıcıdan ders çalışma programı çıkarmanın dışına bek çıkmıyor.
Üniversite;
Liseyi bitiren öğrencilerin bir kısmı mezuna kalsa da Türkiye’de ortalama her yıl 800.000 öğrenci üniversiteye yerleşiyor. Bu çocuklar sadece üniversite okumak için hazırlandıklarından geneli İİBF, Fen Edebiyat, Eğitim fakültelerine yerleşiyor. Aileleri binbir çalışmayla çocuklarına üniversite okuturken bu çocukar maalesef lisede olduğu gibi üniversitede de ne okuduklarını bilmeden mezun oluyorlar.
Mezun olana kadar hemen her biri ailesinden aylık 1000 lira, 4 seneye vurduğumuzda toplamda 50.000 lira gider, aldıkları kredi borcunu da eklersek 90.000-100.000 lira kayıp ile 4 yıllık bir zaman kaybı yaşıyorlar.
Son sınıfa geldiklerinde biraz hayata dair panikler yaşasalar da başta söylediğim kafa karışıklığı sebebiyle hedefe bir türlü yönelemiyorlar. Bir İİBF öğrencisini ele alırsak önünde üç farklı yol var; devlet, özel akademi. Akademi düşünüyorsa şayet bunun birikimine üniversite ikinci sınıfta başlaması gerekirken bizde mezun olduktan sonra ne yapacağını bilemediğinden çaresizlikten düşünülüyor. Devlet kurumu ve özel bir kurum düşünürken de hiçbir hazırlık yapılmadan mezuniyet sonrası kapı kapı dolaşılıyor.
Peki bu çocuklara en azından üniversitede iyi bir yönlendirme uygulansa en azından %40 ı geri kazanılır. Bu oran zamanla daha da aratar. Hem kamu hem özel kurumdan getirilen misafirler çocuklar için ufuk açıcı olabilir. Bence onlardan daha fazlasını sağlayabilecek olanlarsa üniversite öğrencilerine dekanlığın belirlediği danışmanlardır. Danışmanlar Türkiye’de ne kadar fayda sağlıyor onu bilmiyorum.
Peki bu çocuklar mezun olduktan sonra ne oluyor? Önlerinde kredi borcu, onları sürekli destekleyen ailelerin onlara ilk defa uygulayacağı baskı, ‘‘şimdi ne yapacaksın?’’ soruları. Bu sorulardan kaçabilmek için ilk yapacakları muhtemelen mevcut trendlere kapılmak, hızlı para kazanmak ve karşısındakilere ‘’başardım’’ diyebilmek. Şu an olduğu gibi sosyal medya fenomenliği, youtuber, gastronomi gibi trendi yüksek alanlarla uğraşan sayısı gittikçe artıyor.
Halbuki bu aileleri tarafından sorumluluk sahibi olsa, hayattan somut bir beklenti aşılanabilinse, bu beklentiyi karşılayabilmek için lisede onların önüne farklı farklı seçenekler sunulsa, bu seçeneklerden kendilerine uygun olanı tercih edip bir bölüm kazansa veya üniversite okumadan meslek edinmeye çalışsa, üniversiteyi tercih eden kişi farklı hayalleri görerek ilerleyebilse, sadece bir rüyadan mı ibaret olur?