Gezgin Dervişler

Derviş toplulukları içinde en dikkat çeken gruplarından birisi gezgin dervişlerdir. Genelde Kalenderîler, Haydarîler, Cavlakîler başta olmak üzere dervişlerin yeri geldikçe seyahat eden, bazen hayatlarını bu şekilde geçiren topluluklar olduğu söylenir. Bunlar içerisinde Hayderîler sürekli seyahat ettiklerinden zaviyeleri ve hankâhları olmamıştır.[1]

Bu gezgin dervişler “seyyâhûn” olarak adlandırılmışlardır. Bazı araştırmacılar Rumeli’nin Müslümanlaşmasında bunların rollerine dikkat çekerler.

Tasavvufî terbiyede seyahate veya sefere çok önem verilmesi tarikat kültüründe gezgin dervişler denilen bir grubu öne çıkarmıştır. Kalenderî, Kalenderân, Tâife-i Abdalân, Cevâlika, Cavlakiyân[2] denilen bazı gruplar şehir şehir, memleket memleket gezerek Anadolu, Rumeli, Türkistan, İran, Hindistan ve Orta Doğu coğrafyalarında seyahat etmişlerdir. Münferit olarak veya grup grup gezmek bu dervişlerin seçtikleri yolun bir gereğiydi. Bunlar bazen kalabalık kitleler hâlinde, dömbelekler ve bayraklar ile şehirden şehire dolaşıyorlardı.[3]

Hayatlarını büyük oranda bu tür seyahatlerle geçiren Kalenderîlerin, seyahate bu kadar önem vermeleri Cemâleddin Sâvî’ye dayandırılır. Kalenderîliğin birçok erkânını ortaya koyan Sâvî, seyahati de tarikat esası olarak kabul etmiştir.[4]

Kalenderîlikte seyahat bir erkândır ve mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Kalenderîler birkaç kişilik gruplar hâlinde seyahat ederler. Onlar uzun zamanlar boyunca Fas’tan Hindistan’a kadar çok geniş bir coğrafyada seyahat etmişlerdir ve gittikleri yerlerde Kalenderî zaviyelerinde kalmışlardır.[5]

Onların seyahatle ilgili fikirlerine bazı Kalenderî şairlerin şiirlerinde rastlamak mümkündür. Bunlardan birisi olan Yetim Ali Çelebi bir dörtlüğünde şöyle der:

Terk-i âdetle yine kendimize bend edelim

Resm ü âyîn-i cihanı nice pâ-bend idelim

Azm-i Şîraz ü Buhârâ vü Semerkand idelim

Gel Kalender olalım terk-i diyar eyleyelim[6]

Kalenderîlerin seyahatleri öyle gelişi güzel yolculuklardan değildir. Bunların gâyesi sâliki olgunlaştırmaktır. Bunlar Mısır’da Cemâleddin Sâvî türbesi, Şam, Bağdad, Kûfe, Necef, Kerbelâ gibi yerleri dolaşırlar hatta bazen daha uzak coğrafyalara giderlerdi. Kalenderîlerin 16. yy.’da, Battal Gazi Türbesini kendilerine merkez olarak gördüklerini, yılın belli zamanlarında sekiz bin civarında Kalenderî dervişinin yedi gün boyunca burada toplandığını bir İspanyol yazar söylüyor. Kalenderîler burada toplanır ve birbirleriyle sohbet ederler, gezip gördükleri yerlerdeki ilginç şeyleri birbirlerine anlatırlardı.[7]

Kalenderîlerin bir de şeyhlerinin önderliğinde, sadece yaz aylarında yapılan özel bir seyahati vardı. Bu seyahatler kışın kullanılacak erzak, davar, sığır gibi şeylerin toplanmasına yönelikti.[8]

Kalenderîler arasında seyahatleriyle öne çıkan bazı mutasavvıflar vardır. Mesela Kaygusuz Abdal, Kalenderî şeyhlerinden birisidir.[9] Abdal Musa’ya intisap ettikten sonra hilafet almış ve bundan sonra birçok yere seyahat etmiştir. Dervişleriyle beraber gittiği yerlerde Kalenderî zaviyelerinde kalmıştır.[10] Kaynaklar, Kaygusuz Abdal’ın Mısır’a Alanya’dan gemiyle ve müritleriyle beraber gittiğini haber veriyor. Kaygusuz, Kahire’de Kasrü’l-Ayn adında bir tekke inşa etmiş ve müritleriyle beraber Hicaz’a gitmiştir. Daha sonra Medine, Şam, Hama, Humus, Halep, Kilis, Birecik, Bağdat, Hille, Kûfe, Necef, Kerbelâ, Musul, Nusaybin istikametini takip ederek Abdal Musa Âsitânesi’ne gelmiştir.[11]Kaygusuz Abdal, yukarıdaki yerlerden başka Rumeli’ye de seyahat etmiştir. Şiirlerinde karşılaştığımız Edirne, Sofya, Manastır, Filibe, Yanbolu gibi yer adları bunu gösterir.

Kalenderîlerin bu seyahat bahsiyle ilgili Vâhidî, Hâce-i Cihân ve Netîce-i Cân’da kendi hankâhına gelen bu topluluğun pîri olarak gösterdiği Baba Rüstem-i Hemedânî’nin ağzından şöyle der:

Cihân hân-kâhında mihmânlaruz

Bu gün geldük irte gider cânlaruz

Bu yer yüzinün cümle seyyâhıyuz

Felekler ceseddür biz ervâhıyuz

Bize yok mekân lâ-mekândan gayr

Anunçün iderüz biz cihânı seyr

Baba Rüstem-i Hemedânî sözlerinin devamında sürekli seyahat etmelerinin sebebini şöyle açıklar:

Görün işbu mahlûkı leyl ü nehâr

İderler mi bir lahza sabr u karâr

Hakun emri üzre kamu işdedür

Ki her biri bin dürlü cünbişdedür

Bu cinbişden iy Hâce oldur murâd

Ki her şey’ diler aslına ittihâd

Anunçün şeb u rûz seyr eylerüz

Gehî Ka‘be geh devr-i deyr eylerüz[12]

Bunları dinleyen Hâce-i Cihân, Baba Rüstem-i Hemedânî’nin sözlerine pek de kâni olmaz ve “bu sîret-i seyâhatla diyâr-be-diyâr şehr-be-şehr âvâre olub kirdâr-ı bî-fürûgıla ‘abes yere gezersin”[13] der. Hâce-i Cihân’ın sözleri bir bakıma o dönemde yaşayan bu topluluklara dâir halk arasındaki düşünceleri de yansıtır.

Gezgin dervişlerden İbn Battuta seyahatnâmesinde yer yer bahseder. Buradaki bilgiler 14. yy.’ın ortalarında bu dervişlerin gittikleri yerlerde iyi ağırlandığını gösteriyor. Seyyahın ifade ettiğine göre İzmir’de, devrin ünlü şeyhlerinden biri olduğu söylenen Şeyh İzzeddin-i Rıfaî, yüz kadar gezgin dervişiyle kendileri için hazırlanan çadırlarda yerlerini almışlardır. İbn Battuta, bunlar için düzenlenen bir şölene katılmıştır. Bu arada şehrin beyi Aydınoğlu Mehmed Bey’in oğlu Ömer Bey, Şeyh İzzeddin’e çeşitli hediyeler sunmuştur.[14]

Şeyyâd, Haydarî, Abdal, Işık, Torlak, Edhemî, Camî, Şemsî gibi seyahatleriyle öne çıkan ve bazıları Kalenderîlere mensup gruplar vardı. Bunlar sürekli gezen, dilenen, saç, sakal, kaş ve bıyıklarını tıraş eden kişilerdi. Bununla beraber bu grupların kendilerine ait zaviye ve tekkeleri bulunuyordu.[15] Bunların ortak özelliği gezgincilikti. Az önce de söylendiği gibi bu seyahatler başıboş, amaçsız gezmelerden ibaret değildi. Seyahat, bir ritüel gibi icra ediliyordu. Onlar şehirlilere muhalif bir hayat görüşü benimsemişlerdi. Balkanlardan Hindistan’a, Orta Asya’dan Mısır’a kadar çok geniş bir coğrafyada seyahat edebilirlerdi. Edep yerleri hariç vücutları çıplaktı. Sadece bir hayvan postu giyiyor ve yanlarında nefir, sancak, keşkül gibi şeyler taşıyorlardı.[16]

Gezgin dervişlerin yanlarında sürekli taşıdıkları eşya ve seyahatlerde giydikleri bazı elbiseler vardı. En çok kullandıkları şeylerden biri nefir, sûr ve nâkûr denilen ve boru veya düdük gibi çalınan bir boynuzdu. Yahyâ Âgâh Efendi, “fukarâ-i seyyâhîn çehizlerindendir” dediği bu şeyin manda ve öküz boynuzlarından yapıldığını söyler. Bunların kullanım amaçları hakkında şu bilgileri verir: “Çöl ve sahrâ ve dağlarda yırtıcı canavarlardan ve vahşî hayvânâtlardan kendilerini muhâfaza için üfürürler ki ol sadâdan haşerât ürküp def’ ü ref’ olup selâmette olmaları için kullanırlar.”[17] Seyyâh dervişlerin en önemli yolculuk eşyasından biri de keşküldü. Yahyâ Âgâh Efendi, keşkülün derviş çehizlerinden olduğunu ve bunun Hz. Nûh’un gemisine benzediğini söylüyor. Keşkül, bir zincirle sırta veya boyna asılır ve dervişler bunu daima ellerinde taşırlardı. Keşkül, bazen dağarcık gibi de kullanılırdı. Yahyâ Âgâh Efendi, sözlerinin devamında keşkülü şöyle anlatır:

“Ammâ ba’d keşkülün hidmetleri oldur ki seyyâh fukarâsı çöllerde su kabı yapar. Bürke ya’nî kuyu bulduğu yerde kova yapar, susadığı vakt bardak ve maşraba yapar, âbdest aldığı vakt âbdâr ya’nî ibrik ve matara yapar, nân ve me’kûlâtı için anbâr yapar. Eser-i cev’ân ve gürsinegî ya’nî açlıktan nâçâr kaldıkta ‘şey’en lillâh’ deyip selmânında kumbara yapar. Ve tarikat-ı Nakşbendiyye tekyelerinde içine hulviyyâttan ya’nî şeker, hurmâ, üzüm incîr koyup mukâbele-i zikrullâhtan sonra ‘alâ berekâtillâh’ deyip şekerdân yaparlar. ‘Allâh’ diyenlere üçer beşer dâne nasîb verirler.”[18]

Seyyah dervişlerin çehizlerinden diğeri cilbend ve sofradır. Sofra, yemek yerken alta serilen meşin bir dairedir. Sofranın etrafında halkalar vardır ve torba gibi büzülüp toplanabilir. Dervişler sofranın içine nafakalarını koyarlar ve onu heybe gibi kullanırlar. Buna “İmâm Alî Sofrası” da derler. Cilbend ise sahtiyandan yapılan bir çantadır. Bel kemerlerine takılır. İçine tarak, çakı, para, iğne, iplik, makas gibi şeyler konur. Genelde Bektaşîler tarafından kullanılır.[19] Gezgin dervişlerin teber, süngü, şiş, nacak, nize, hatbe gibi adlar taşıyan çehizleri de vardır. Teber, sapı uzun bir baltadır. Başı ise süngülüdür. Dervişler, mürşitlerinin emriyle seyahat ettiklerinde, mürşitler tekbir getirerek ve gülbank okuyarak teberi onların eline verirler. Çöllerde ve dağlarda gezerken hayvanların ve diğer yırtıcıların def’i için bunu kullanırlar. Nîze, nacak ve şiş gibi âletler de teber gibi kullanılır.[20]

Kalenderîler seyahatleri esnasında kendi tekkelerinde kalırlardı. Bu seyahatleri temin eden hususların başında kaldıkları bu zaviyeler geliyordu. Bursa’nın fethinden önce, buraya gelen ve şehirde Hindîler Kalenderhânesi adıyla bir büyük dergâh yaptıran Mehmed Şemseddîn el-Hindî’den kaynaklarda bahsedilir. Şemseddîn el-Hindî, aslen Hindistanlı olmakla beraber bir kalenderî dervişi olduğundan geze geze Bursa’ya kadar gelmiştir. Bursa tekfurunun kızının bir hastalığını gidermiş ve tekfur ona dergâhın olduğu araziyi bağışlamıştır. Şemseddîn el-Hindî, tekfurun kendisine bağışladığı yere Hindistanlı seyyah dervişlerin kalacağı bir zaviye inşa etmiştir.[21]

Türkistan, Hindistan gibi uzak bölgelerden Anadolu, Balkanlar, Orta Doğu, Afrika’ya gelen dervişler hemşehrilerinin kalmaları için zaviyeler, tekkeler, dergâhlar inşa etmişlerdir. Bunu tersi için de düşünebiliriz. Rumeli, Anadolu veya Afrika’dan kalkan bir derviş İran’da, Turan’da, Hindistan’da kendi milletinden birinin veya aynı yolu paylaştığı bir kimsenin bir zamanlar yaptırmış olduğu bu zaviyelerde kalabilmekteydi. Bunun da seyyahların işlerini ne denli kolaylaştırdığı ortadadır. Bunların en tanınmış olanlarından biri herhalde İstanbul’daki Özbekler Tekkesi’dir. Bu durum Kalenderîler ve onların zaviyeleri için de böyleydi. Bu zaviyelerin hazirelerinde yatan kimseler genelde uzak yerlerden gelen dervişlerdi. Bu dergâhlardan biri olan Bursa’daki Gâr-ı Âşıkân Dergâhı ile ilgili Mehmed Şemseddin Efendi Yâdigâr-ı Şemsî adlı eserinde şu notları kaydeder:

“Kadîmen bir zâviye olup Buhârâ Kalender-hânesi nâmı virilmiştir. Ekser Buhârâ ve Afgân seyyâhı ikâmet idermiş. Pınar-başı’nda hatibi bulındığım İzze’d-din Bey Câmi‘-i Şerîfi ittisalindeki zaviyeye Özbekiyye ve buna da Buhârâ Kalender-hânesi diyorlar. Hindî Kalenderler içün de Üç-Kozlar reh-güzârında bir zâviye vardır.”[22]

Kalenderhâneler, bazen en ufak yerleşim yerlerinde dahi bulunabiliyordu. Vambery, Orta Asya’ya yaptığı yolculuğunda Hiyve ile Buhara arasında bulunan Guca adlı bir köyde yer alan bir kalenderhâneden bahseder. Kalenderhâneler Hiyve’nin, Hokant’ın küçük köylerinde yer alan mimarî yapılar arasında seyyahın dikkatini çekmiştir. Vambery, Hanka adlı bir yere geldiğinde burada da bir kalendehâne olduğunu fark eder. Burada yaşayan dervişlerin 19. yy.’daki yaşayışını örneklemek üzere Vambery’nin şu sözlerini okuyalım:

“Kervanın önünde gittiğim için, Hanka suru içine ilk giren de ben oldum. O sırada, burada bir panayır kurulmuştu. Kentin öbür ucunda bir akarsu kıyısında ve her zaman olduğu gibi gölgeli kavak ve meşe ağaçları içinde bulunan Kalenderhâne’nin önünde durdum. Yarı çıplak iki derviş, afyon yutmak üzereydiler. Hatta bana da bir miktar afyon ikram ettiler, kabul etmeyişime de çok şaşırdılar. Sonradan, isteğim üzerine bana bir miktar çay verdiler. Ben çayımı içerken dervişler de afyonlarını yutup yarım saat içinde rüyâ âlemine daldılar. Biraz dikkat edince, bunlardan birisinin yüzünde bir miktar neşe belirtisi hissettim. Diğerinin yüzündeki kıpırtılar ve heyecan, kendisini âdetâ bir kavga içindeymiş gibi gösteriyordu.”[23]

Kalenderîlerin seyahate çıkmak için belli zamanları vardır. Bu dervişler genelde yağışsız mevsimlerde seyahat ederlerdi. Yolculukları esnasında uğradıkları kasabalarda ve köylerde fal bakmak, hastalıkları tedavi etmek gibi şeylerle halkın üzerinde saygı hissi de bırakmışlardır.[24]

Gezgin dervişlerle özel olarak sohbet etmekten hoşlanan, onları büyük bir merakla dinleyen kişiler vardır. Çünkü onlar daima sıradışı şeyler görürler ve yaşarlardı. Birçok memleket gördükleri için başlarından bir sürü serüven geçmiş oluyordu. Özellikle tasavvuf kültürümüzde ve tekkelerde bu dervişlerin ayrı yerleri vardı. Mesela Salacıoğlu’nun bahsettiği ve hakkında bir mesnevi kaleme aldığı Giritli Şeyh Mustafa bunlardan birisidir. Salacıoğlu şehit edilen bu sûfî hakkında “Ekseri seyyâhîn olan fukarâ ile görüşüp hem-dem olurdu”[25] demektedir.

Gezgin dervişlerle ilgili ilginç bir anektoda yine Vambery’nin seyahat notlarında rastlıyoruz. Vambery, Orta Asya’ya yaptığı yolculukta bir hac kafilesiyle İran’a kadar gelir. Bu kafilede bulunan Molla Uşşak adlı bir seyyah derviş, kimliğini gizleyen Vambery’nin kim olduğunu İran’da öğrenir. Buna rağmen Molla Uşşak ondan ayrılmaz. Tebriz-Trabzon hattı üzerinden onunla birlikte Anadolu’ya geçer ve beraber deniz yoluyla İstanbul’a gelirler. Vambery, onun Mekke’ye gitmesi için gereken ihtiyaçlarını karşılamasına rağmen Molla Uşşak bunu kabul etmez. Bunun üzerine Vambery’le beraber Macaristan’a gider. Molla Uşşak, kendisinin can ve din düşmanı bildiği bu insanların arasında büyük bir şaşkınlık içinde ve Avrupa ülkelerinin yakaladığı teknik gelişmeleri hayranlıkla izleyerek bir süre yaşar. Macarcayı kısa sürede öğrenir. Hayatını devam ettirmek için kendisine Macar İlimler Akademisi kütüphanesinde bir memuriyet dahi verilir. Burada yirmi beş sene çalışır. Öldüğünde bir Macar kasabasında bulunan bir mezarlığa gömülür.[26]

Dipnotlar

[1] Tahin Yazıcı, “Hayderiyye” maddesi, TDVİA, Ankara 1998, C.  17, s. 36.

[2] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar Makaleler-İncelemeler, Timaş Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2015, s. 135.

[3] M. Fuad Köprülü, Anadolu’da İslâmiyet, Haz.: Metin Ergun, Akçağ Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2012, s. 32.

[4] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfilik Kalenderîler XIV-XVII Yüzyıllar, Timaş Yayınları, İstanbul 2016, s. 85-86.

[5] Ahmet Yaşar Ocak, a. g. e., s. 226.

[6] Ahmet Yaşar Ocak, a. g. e., s. 227.

[7] Manuel Serrano Y. Sanz, Türkiye’nin Dört Yılı 1552-1556, Çeviren: A. Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yer ve tarih yok), s. 83-84.

[8] Ahmet Yaşar Ocak, a. g. e., s. 228.

[9] Ahmet Yaşar Ocak, a. g. e., s. 6

[10] Ahmet Yaşar Ocak, a. g. e., s. 228.

[11] Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, s. 79-80.

[12] Vâhidî, Hâce-i Cihân ve Netîce-i Cân İnceleme-Tenkitli Metin, Yay. Haz.: Turgut Karabey, Bülent Şığva, Yusuf Babür, Akçağ Yayınları, Ankara 2015, s. 122-123.

[13] Vâhidî, a. g. e., s. 128.

[14] İsmet Parmaksızoğlu (Haz.), İbn Batuta Seyahatnamesi’nden Seçmeler, MEB Yayınları, İstanbul 1993, s. 40.

[15] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar Makaleler-İncelemeler, Timaş Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2015, s. 134 vd.

[16] Ahmet Yaşar Ocak, a. g. e., s. 116; aynı eser, s. 97 ve s. 112-113.

[17] Yahyâ Âgâh Efendi, Mecmû‘âtü’z-Zarâ‘if Sandûkatü’l-Ma‘ârif, Haz. Mehmed Serhan Tayşi, Hassa Yayınları, İstanbul 2014, s. 255.

[18] Yahyâ Âgâh Efendi, a. g. e., s. 250.

[19] Yahyâ Âgâh Efendi, a. g. e.,, s. 247-248.

[20] Yahyâ Âgâh Efendi, a. g. e., s. 326.

[21] Mehmed Şemseddin, Bursa Dergâhları Yâdigâr-ı Şemsî I-II, Haz.: Mustafa Kara – Kadir Atlansoy, Uludağ Yayınları, Bursa 1997, s. 589.

[22] Mehmed Şemseddin, a. g. e., s. 447.

[23] Arminius Vambery, Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi, Çeviren: Abdurrahman Samipaşazâde Abdülhalim, Haz.: N. Ahmet Özalp, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2011, s. 146.

[24] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar Makaleler-İncelemeler, Timaş Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2015, s. 114.

[25] Salacıoğlu Mustafa Celvetî, Giritli Şeyh Mustafa’nın Şehadeti, Haz.: Mustafa Tatcı-Cemâl Kurnaz, Bizim Büro Yayınları, Ankara 2000, s. 37.

[26] Arminius Vambery, a. g. e., s. 227.

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen