Bugün 05 Şubat 2021. İki gün önce enflasyon rakamları açıklandı ve gıda enflasyonu yine hız kesmedi.
Geçen ayki rakamlardan sonra Gıda Komitesinin toplanacağı haberleri üst üste geldi. İşi zaten buysa ve kuruluşundan (09 Aralık 2014) beri yüksek gıda enflasyonu önlenemiyorsa niçin hâlâ Gıda Komitesinden medet umuluyor anlayamıyorum.
Bu, benim Gıda Komitesini ilk sorgulayışım değil. Yıllardır, yüksek gıda enflasyonunun uygulanan politikalarla önlenemeyeceğini çok açık biçimde seslendiren biri olarak nihayet 24 Ekim 2016’dan itibaren doğrudan Gıda Komitesini ele almaya karar verdim ve “Gıda Komitesi ne iş yapar?” başlıklı makaleyi kaleme aldım. Ardından 28 Şubat, 29 Mayıs ve 21 Ağustos 2017 tarihlerinde yine Gıda Komitesini irdelediğim üç makale daha yayınladım.
“Bugünden bakınca değişen bir şey var mı, başarısızlıktan ders alınmış mı, yüksek gıda enflasyonuna Gıda Komitesi vasıtasıyla bir çözüm bulunabilir mi?” sorularını birlikte cevaplayalım diye, bugün, bu makalelerden de alıntılar yaparak kuruluşundan itibaren yapısı ve çözüm önerileriyle Gıda Komitesini enine boyuna irdeleyeceğim.
Gıda Komitesi Ne İş Yapar?
Tam adı “Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi”. 09 Aralık 2014 tarih ve 29200 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Genelge ile kuruldu.
Komitenin kurulma amacı (kısaca): “Gıda fiyatlarının kontrol edilemeyen yükselişine acilen çare bulmak.”
Genelge’de şöyle ifade edilmiş:
“Gıda ve tarım ürünleri arzının ve fiyatlarının sürdürülebilir bir yapıda olması, gerek toplum sağlığı açısından gerekse sosyal ve ekonomik açılardan önem taşımaktadır. Ülkemizde tarımsal üretim; kuraklık, don, aşırı yağış ve diğer doğal afetler gibi iklim koşullarına ve üretim tercihlerinde yaşanan beklenmedik değişimlere göre şekillenmektedir. Ayrıca, dağıtım zincirindeki yapısal sorunlar üretici fiyatlarıyla tüketici fiyatları arasındaki ilişkiyi bozmakta ve fiyatlardaki dalgalanmaların boyutunu artırabilmektedir. Tarımsal üretim ile gıda ve ürün fiyatlarındaki çeşitli şekillerde ortaya çıkan dalgalanmalar nedeniyle bu piyasaların yakından takibi gerekmektedir.
Bu çerçevede ülkemizde, gıda ve tarım ürünlerinin; kısa ve uzun vadeli arz-talep, ihracat-ithalat ve üretim-tüketim değişimleri ile bu değişimlerin ve dağıtım zincirindeki gelişmelerin fiyatlara olası etkilerinin izlenmesi ve değerlendirilmesi, gerekli görülmesi hâlinde, alınacak tedbirlere ve uygulanacak politikalara ilişkin önerilerde bulunulması amacıyla…”
“Ülkemizde tarımsal üretim; kuraklık, don, aşırı yağış ve diğer doğal afetler gibi iklim koşullarına (…) göre şekillenmektedir.” ifadelerini okuyunca şöyle düşündüm: Vatandaş olarak “Doğal afetleri engelleyin.” gibi bir talebimiz olmadığına göre bu ifadeye niçin gerek duymuşlar ki? Diğer yandan, hepimiz biliyoruz ki ülkemizde ve dünyanın hiç bir yerinde tarımsal üretim sadece doğal afetlere göre şekillenmiyor.
Komitenin çözüm üretme sınırlarını çizen ifade ise “dağıtım zincirindeki yapısal sorunlar” ifadesiydi. Bu ifadeden anladığıma göre Komite, gıda ürünlerinin hasat ile başlayan yolculuğuna odaklanacaktı. Bu da demekti ki yüksek gıda enflasyonu sorununa bütüncül yaklaşılmayacaktı.
Sorunlar, sorunlara çözüm bulmak için kurulan Komite tarafından böyle sığ bir şekilde tanımlanınca, asıl yapısal sorunların sözü bile edilmeyince, daha ilk günden anlaşıldı ki bu Komite, yüksek gıda enflasyonuna çare olamaz.
Komite, aldığı kararları, “Ekonomi Koordinasyon Kurulu”na sunacaktı.
Komitenin kararları
Komitenin ilk toplantısını yaptığı haberi, basın organlarında 27 Aralık 2014’te yer aldı. Yapılan açıklamada, kuruluş açıklamasında yer alan metin hemen hemen aynen tekrar edildikten sonra dört alt komite kurulduğu bildiriliyordu:
“Veri Toplama Komitesi ile kurumlar arası güncel verilerin hızlı bir şekilde paylaşılması sağlanacak.
Piyasa Analizleri Komitesi, veri toplama komitesinden elde ettiği ulusal ve uluslararası verileri analiz ederek sonuçları değerlendirecek.
Pazarlama ve Tedarik Zinciri Komitesi, elde edilen veriler ve yapılan analizler neticesinde pazarlama ve tedarik zincirinin gıda fiyatları üzerindeki etkisini minimize etmek amacıyla öneriler geliştirecek.
Yapısal Sorunlar Komitesi, sektörün tüm paydaşlarını kapsayacak şekilde mevzuat düzenlemeleri de dâhil olmak tüm yapısal sorunların tespiti ve çözümüne yönelik öneriler oluşturacak.”
Veri Toplama Komitesine niçin ihtiyaç duyulduğunu anlayamamıştım. Bu ülkenin bu işi yapan devasa bir kurumu vardı zaten: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). TÜİK, çok sayıda uzmanı ve binlerce çalışanı ile 1926’dan beri tam 95 yıldır her alandan veri topluyor ve değerlendiriyordu. Hâl böyleyken bu işi yapacak yeni bir komite kurmanın mantığı neydi? Ayrıca bakanlıklar ile neredeyse bütün kurum ve kuruluşlar kendilerini ilgilendiren verileri topluyorlardı.
Yapısal Sorunlar Komitesinin ise tüm yapısal sorunları tespit edeceğini ve çözüme yönelik öneriler oluşturacağını okuyunca sormuştum: “Gıda sektörünün yapısal sorunlarını tespit etmek için niçin on iki sene beklendi?” Bilinmiyorduysa on iki sene boyunca tarım ve gıda politikaları neye göre yönlendirildi, teşvikler neye göre verildi vs.? Vah ki vah!
Nihayet bugünden yani bu kararların alınmasının üzerinden yaklaşık yedi yılı aşkın zaman geçtikten sonra soruyorum: Bu alt komitelerden hangileri kuruldu? Alt komiteler hangi kararları aldı? Kararlardan hangileri uygulandı ve uygulamalardan hangi sonuçlar alındı?
Tevafuk olacak ya, cevap, aynı gün Merkez Bankası’ndan geldi:
“Merkez Bankası bünyesinde Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları Analiz Müdürlüğü kurulmasına karar verilmiştir.”
Komite tavsiyesi: Üretici pazarları kurulmalı
Oturup internette aradım. Komite hangi kararları almış, üyelerinden hangisi neler söylemiş derlemeye çalıştım. Mevzuattaki amaçların “yapılacak, edilecek” şeklinde tekrar edildiği konuşmaları geçelim. “Nasıl yapılacak?” sorusuna cevap olarak bulabildiklerimi paylaşıyorum:
Bana göre Komitenin “flaş, flaş, flaş” önerisi şuydu (24 Nisan 2015, kuruluşundan yaklaşık 5 ay sonra):
“Semt pazarlarında haftanın bir gününün sadece üreticilere ayrılması planlanıyor. Semtlerde kurulacak üretici pazarları, tüketicilerin meyve-sebze gibi ürünlere uygun fiyatlarla ulaşabilmesini de sağlayacak. Ürünler, kurulacak pazarlara getirilip satılabilecek.”
Bu uygulama belki bin, belki milyon yıldır zaten var. Var fakat günümüzde büyük şehirlerde uygulanması çok zor çünkü küçük üreticinin ürünü az ve pazara getirme maliyetini kurtarmıyor. Üstelik bir de ucuz satması bekleniyor. Halktan kopuk olmak bu olsa gerek. Sorsanız hepsi de köylü çocuğudur!
Başka…
Örneğin MB Başkanı Erdem Başçı, “Komitenin alacağı kararların gıda enflasyonunun düşmesine katkı sağlayacağını…” söyledi. Alıntıyı Sayın Başçı’dan yaptım ama “Bu cümleyi duymadığımız yetkili kalmadı.” desem yanlış söylemiş olmam herhalde. Peki, sonuç? Gıda enflasyonu düşürülebildi mi? Ne gezer!.. Hatta gıda enflasyonu oldu “yüksek” gıda enflasyonu.
27 Aralık 2014’te yapılan ilk açıklamadan sonraki en kapsamlı açıklama, bir basın mensubunun Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli’ye “yüksek gıda fiyatlarının düşürülmesi için Gıda Komitesinin ne gibi çalışmalar yaptığını”sorması üzerine 5 Mayıs 2015’te yapıldı. Bakalım neler söylemiş:
“Biliyorsunuz, geçen yıl kuraklık yaşandı. Bu gibi durumlarda kuraklık nedeniyle içerde anında arzda bir miktar azalma meydana geldiyse bunu hemen siz ithalatla dengelemek amacıyla tolere etmeniz gerekir ve bunun için çok hızlı hareket etmek gerekir. Baktığınız zaman böyle bir olaya karar vericiler birkaç bakanlık oluyor. Bu durum birden fazla bakanlığı ilgilendiriyor. Tabii koordinasyon olmaz ise o zaman bir gecikme söz konusu olabiliyor ve bu ithalatı düzenlemek amacıyla açılmasına kadar geçen süre içerisinde fiyatlarda bir miktar yukarı yönlü bir hareket olabiliyor. Bunu engellemek amacıyla böyle bir Komisyon oluşturuldu. Bunun temel amacı bütün gıda fiyatları için önce fiyatları takip etmek. Tabii fiyatı takip ederken üretimi de takip ediyorsunuz, üretimden nihai tüketime kadarki zinciri de takip ediyorsunuz çünkü o aralarda da tıkanmalar meydana gelebiliyor. Nitekim bazı ürünler için patates başta olmak üzere bunlar da söylendi. Sonuç itibarıyla üreticiden itibaren tüketiciye ulaşana kadar rekabetçi bir ortamda oluşmasını ve bu zincirin akmasını sağlamak gerekiyor. Eğer hava şartları nedeniyle ya da başka nedenlerle herhangi bir arzda meydana gelen bir azalma ya da talepte aşırı bir yükselme meydana gelmişse bunu düzenlemek amacıyla anında müdahale ederek ithalatı dengeleyici amaçlı olarak tamamen bu fiyat artışını ortadan kaldırmak amacıyla gerekirse biraz gevşetmek gerekiyor. Mesela kırmızı ette yaşandı bu yine. Fiyatlarda bir miktar artış meydana gelince, biliyorsunuz içerdeki üreticinin korunması amacıyla kırmızı ette ciddi bir koruma var, yüzde 225 oranında gümrük vergisi alınıyor ama onun hassas bir dengesi var. Yani sonuç itibarıyla tabii çok da fazla fiyatların yukarıya çıkmasına müdahale edilmesi gerekir çünkü tüketiciyi ilgilendiriyor bir boyutuyla da bunun önlenmesi amacıyla ithalata açıldı, bir miktar gevşetildi ve fiyatlar bir miktar aşağı gelmeye başladı. Bu Komisyon bütün bunları izleyecek, tek merkez olarak, ilave koordinasyon ihtiyacı duyulmaksızın bütün kararları kendisi alabilecek ayrıca ilgili kuruma önerebilecek.”
Açıklamayı okuyunca şöyle düşünmüştüm:
“Devleti yönetenler, Türkiye’deki gıda üretiminin -aslında- yeterli ve fiyat artışlarının esas sebebinin spekülatif (vurgunculuk) olduğuna gerçekten inanmış. Bir şekilde spekülatörleri (vurguncuları) cezalandırırlarsa sorunun ortadan kalkacağını sanıyorlar.”
Vurguncuları cezalandırmak için iki yol tercih edildi: baskın yapılarak ürünlere el konulması ve ithalat.
Peki, baskın yöntemiyle yüksek gıda enflasyonu önlenebildi mi? Hayır. Üretici, pazarcı, besici suçlu ilan edilerek bu işin içinden çıkılamazdı, nitekim çıkılamadı.
Diğer taraftan gıda ithalatı hız kesmedi. Yani Gıda Komitesinin bu tavsiyesi de tutuldu fakat ithalat da yüksek gıda enflasyonuna çare olmadı. İthalat, stokçuları değil, zaten maliyetleri çok yüksek olan üreticimizi vurdu. Dolayısıyla kendi üreticimizi cezalandırmış, başka ülkelerin üreticilerini ihya etmiş olduk.
Komite niye yeniden yapılandırıldı?
Yaklaşık 21 ay sonra 22 Eylül 2016’da basın organlarında Başbakanlık Basın Müşavirliğinden yapılan bir açıklama yer aldı. Açıklama şöyleydi:
“Gıda ve tarım ürünleri arzının ve fiyatlarının sürdürülebilir yapıda olması sosyal ve ekonomik açılardan önem taşımaktadır. Enflasyon seviyesi ve oynaklığı üzerindeki gıda kaynaklı etkilerin yönetilmesinin fiyat istikrarını desteklemek ve enflasyonda öngörülebilirliği artırmak suretiyle toplumsal refaha katkıda bulunması beklenmektedir. Bu kapsamda (…) Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesinin yeniden yapılandırılması uygun görülmüştür.”
Yeni yapıda Başbakan Yardımcısı, Başkan olmuş; Merkez Bankası, sekretarya ile görevlendirilmiş; TÜİK, Komiteden çıkarılmıştı.
TÜİK çıkarılmıştı ama Komitenin “alınacak tedbirler” listesinin birinci maddesinde: “Gıda ürünlerinde arz ve fiyat hareketlerinin yakından izlenmesine ve zamanında tedbir alınmasına imkân tanıyacak kapsamlı bir erken uyarı mekanizması kurulacaktır.” deniliyordu.
İlk yapıdaki Komitede olmasına rağmen, kurulma kararı alınan Veri Toplama Alt Komitesi ile pasifleştirilen TÜİK, yeni yapılandırılan Komiteye alınmamıştı bile.
Sadece TÜİK’in Komiteden çıkarılması bile bana şu cümleleri kurdurmuştu:
“Komitenin nihai amacı -yine- ‘kısa vadede gıda fiyatlarını düşürmek’ olduğuna göre, yapılandırılan Komite bu amacı gerçekleştirebilir mi? Kesinlikle mümkün değil. Orta vadede bile mümkün değil.”
Ayrıca “…kapsamlı bir erken uyarı mekanizması kurulacaktır.” deniyordu. Bu kararın üzerinden yaklaşık 4,5 yıl geçtikten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan dört gün önce (01 Şubat 2021) şöyle dedi:
“(Gıda) Erken Uyarı Sistemi kurularak hızlı ve etkin karar alma mekanizması oluşturacağız.”
Oysa 21 Şubat 2017 tarihli duyuruda, “Oluşturulan Erken Uyarı Sistemi’nden elde edilen sinyaller değerlendirilmiş, kısa vadede sonuç üretecek ürün bazlı tedbirlerin alınması karara bağlanmıştır.” denilmişti.
Sayın Erdoğan’ın dört gün önceki (yaklaşık dört yıl sonraki) sözlerinden anlıyoruz ki ortada Erken Uyarı Sistemi diye bir şey yokmuş aslında ama bize “Var.” denilmiş. Yorumu takdirlerinize bırakıyorum.
Ayrıca bana göre, bu mekanizmanın, oluşturulabilseydi/oluşturulabilse bile, genel yapısal sorunlar çözülmeden ve üretim planlaması yapılmadan yüksek gıda enflasyonuna çare olabilmesi mümkün değildir.
Alınacak tedbirler listesinin (çözüm önerileri) devamında şunlar vardı:
- Gıdada arz ve fiyat dalgalanmalarını azaltmaya yönelik, sektör dengesini gözeten dış ticaret uygulamaları geliştirilecektir.
- Rekabetçi fiyat oluşumuna ve gıda piyasasında derinliğin sağlanmasına imkân tanıyacak şekilde Hal Yasası’nda düzenlemeler gerçekleştirilecektir.
- Üretici birliklerinin güçlendirilmesi ve gıda piyasasında daha etkili oyuncular haline gelmeleri için destek ve teşvikler sağlanacaktır.
- Lisanslı depoculuk faaliyetlerinde kapasite artırılacaktır.
- Gıda ürünlerinde fire oranlarını azaltacak lojistik tedbirler alınacak; nakliye, depolama, işleme, ambalajlama ve sınıflandırma konularında üreticilere destek ve teşvikler sağlanacaktır.
- Gıda ürünlerinde rekabetçi fiyat oluşumunu desteklemek amacıyla yeni perakende satış ve pazarlama modellerinin geliştirilmesine ve teşvik edilmesine yönelik uygulamalar hayata geçirilecektir.
- Tarımsal verimlilik ile tarım katma değerinin artırılmasına katkıda bulunmak üzere tarım bankacılığı teşvik edici düzenlemeler gerçekleştirilecektir.
- Sektör temsilcileriyle görüşülecek.
- Gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri alınacak.
1. madde, “İthalat yaparız ha!” cümlesinin resmî bir belgedeki söyleniş şeklinden başka bir şey değil. Uygulandı mı? Evet, tam anlamıyla uygulanan tek madde bu… Canlı hayvan, karkas et, lop et; soğan, patates vs. ithal edildi ve bunlara milyarlarca dolar ödendi de yüksek gıda enflasyonu önlenebildi mi? Önlenemedi. Buna rağmen “İthalat yaparız ha!” tehdidinden vazgeçildi mi? Hayır. Özellikle bu günlerde yine sıkça söylenir oldu.
2. ve 3. madde Hal Yasası’nda yapılacak düzenlemeden ve bir kısım içeriğinden bahsediyor ki düzenleme taslağı 2018 yılı Kasım ayında Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan tarafından paylaşılmasına yani aradan iki yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Yeni Hal Yasası hâlâ yasalaşmadı. Dolayısıyla öngörülen bu tedbirin de yüksek gıda enflasyona çare olması beklenemezdi.
Yıllarca her ağzını açan yetki sahibi Yeni Hal Yasası taslağındaki görüşleri ısrarla savunmasına rağmen ve taslak yine kendileri tarafından kolayca yasalaştırabilecekken niçin yasalaştırmadıklarını da bu vesileyle kendilerine soruyorum.
Diğer taraftan, bana göre, yasalaşsaydı bile çare olamazdı. “Niye?” sorusunun cevabını, yasa ile ilgili yapılan resmî açıklamalar eşliğinde vereceğim:
Her ne kadar yukarıda Bakan Ruhsar Pekcan’ın taslağın paylaşılması vesilesiyle Kasım 2018’de yaptığı açıklamadan söz etmişsem de Yeni Hal Yasası ile ilgili çalışmaların geçmişi çok daha eski. Nitekim Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Gıda Komitesi Başkanı sıfatıyla Mehmet Şimşek, 22 Mayıs 2017’de yaptığı açıklamada şöyle demişti:
“Ürünün hasat sonrasında ayıklanıp sınıflandırıldıktan sonra uygun şekilde paketlenerek nakliyesinin yapılmasını ve tüketiciye ulaşana kadar soğuk zincir içerisinde kalmasını hedefliyoruz. Uygulamaya ilişkin kurallar Avrupa standartlarında belirlendi ve piyasada bu standartlara uyum sağlanana kadar çeşitli teşvikler sağlanacak. Üreticilerin üretim ve pazarlama kapasitelerini artırmak, bu sayede aracılık maliyetlerini düşürmek amacıyla üretici birliklerinin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar da sürdürülüyor. Lojistik süreçlere ilişkin tedbir ve teşvikler üreticilerin örgütlenmesini de kolaylaştıracak ve tüccara bağımlılığı azaltacak.”
Yeni Hal Yasası’na göre hal sayıları azaltılacak ama kalanlar genişletilecekti. Hallerin üretici ve tüketici bölgeleri olacaktı. Dolayısıyla hallerde üretici birliklerine de yer verilecekti. Buralarda soğuk hava depoları olacaktı. Hatta üreticilerin soğuk hava deposu kurması da teşvik edilecekti. Mallar hallere ve hallerden perakendecilere soğuk zincir ile taşınacaktı. Perakendeciler de satış sürecinde bunları soğuk bölmelerde sergileyeceklerdi. Ürünler, taşıma aşaması da dâhil ambalajlanacaktı. Dökme olarak taşınamayacak ve satılamayacaktı. Kurallar Avrupa standartlarında belirlenmişti. Yeni hallerde üretici kooperatiflerine de yer verileceğinden; market, manav ve pazarcılara aracısız mal satılabilecekti.
Belli ki soğuk zincir ve ambalaj ile kayıpları önlemeye çalışırken üretici ve tüketici bölgeleriyle kabzımalları (aracı) aradan çıkarmak istiyorlardı. Buna rağmen tüketici bölgesinin nasıl çalışacağını hâlâ anlayabilmiş değilim.
Yüksek gıda enflasyonunun düşürülmesi bakımından bu önerilerdeki yanlışlar şunlar:
Yeni Hâl Yasası ile üretici örgütleri, aynı zamanda pazarlama örgütleri hâline getirmeye çalışılıyor. Bir zamanlar hem kooperatiflerin toptan ve perakende satış mağazaları hem de ürünlerini doğrudan kooperatiflerden alan tanzim satış mağazalarından bolca vardı. Çoğu bu işi yürütemediği için kapandı. “İflas etti.” demek daha doğru olur sanırım. Diğer taraftan hâlâ ayakta olanların satış mağazalarındaki fiyatlara bakarsanız, diğer perakendecilerin satış fiyatlarının altında olmadığını görürsünüz. Üstelik bunların içinde en yüksek fiyatlar da bir kamu kurumunun ürünlerine ait. Masa başında çözüm üretmeden önce hâlihazırdaki bu çelişkinin sorgulanması gerekmez mi!
Peki, kooperatifler mağazacılığı niçin beceremiyor? Çünkü pazarlama ve satış birer uzmanlık alanı ve işin bu ayağında hâlihazırdaki kabzımallar ve perakendeciler hangi masrafları yapıyorsa onlar da yapmak zorunda. Devlet, hallerde bir süre kooperatiflere destek verecekmiş. Niye? Piyasa şartlarında masraflara dayanamayacakları için mi? Ben de tam olarak bunu söylüyorum işte.
Kaldı ki kooperatif de market, manav, pazarcı üçlüsüne satacak. Yani “vurguncu” olarak suçlananlara… Bu durumda ne değişecek? Denilebilir ki: “Daha ucuza satacağı için onlar da fiyatlarını biraz indirirler.” Perakendecilerin içinde, bırakın halde satış yapan kooperatiften ucuz mal almayı, doğrudan üreticiden daha ucuza alanlar var. Özellikle zincir mağazalar böyle çalışıyor. Buna rağmen, buralardaki sebze ve meyveler, örneğin semt pazarlarında satılanlardan daha mı ucuz? Hayır. Üstelik pazarcı, malını kabzımaldan alıyor, kooperatiften bile değil, doğrudan üreticiden hiç değil. İşte masa başında çözüm üretmeden önce hâlihazırdaki çelişkinin sorgulanması gerektiğine bir örnek daha.
Eğer hesaplar “Tarlada 50 kuruş, perakendecide 5 lira.” sloganı üzerinden yapılıyorsa ve kooperatifler aracı yapıldığında diğer aracılardan düşük fiyata ürün satabilecekleri düşünüyorsa tekrar düşünülmesini tavsiye ederim çünkü bu 50 kuruş, üreticinin maliyeti bile değil. Kooperatif, üyesinin malını maliyetinin altında alıp pazarlayacak değil herhâlde. Unutmayalım, kooperatiflerin asli görevi üyelerini korumak ve sürdürülebilir şekilde kâr etmelerini sağlamaktır. Enflasyonu düşürüp tüketiciyi koruyacağız diye zararına satış yapacak hâlleri yok!
Kooperatiflerin perakendecilik yapmasını ele aldığımızda ise işin rengi iyice değişiyor. Kendi üyelerinin ürünlerini satarak (örneğin sadece zeytinyağı, sadece incir, sadece pirinç vs.) zaten ayakta kalamazlar. İşi başka ürünlerle büyütmek zorundalar. Yani iş kooperatifçilikten çıkıp klasik marketçiliğe dönüşmek zorunda… Kooperatifler, perakende işine el attıklarında işte bu gerçeklerle yüzleşiyorlar. Böyledir diye, perakende işiyle uğraşmasınlar mı? Uğraşmak isteyen, becerebilen üretici örgütü varsa uğraşsın; tüketici olarak önce ben desteklerim ancak üretici örgütlerinin temel görevi bu değil. Örneğin -satış yerine- ucuz ve kaliteli girdi, uygulamalı bilgi desteği gibi alandaki noksanlıklar, üreticilerin daha temel, daha acil ihtiyaçları ve asıl bu ihtiyaçların giderilmesi yüksek gıda enflasyonuna çare olur. Şahsi kanaatim tabii ki.
Soğuk zincir ise elbette ürünlerin taze olarak muhafazası ve kayıpların önlenmesi için önemli ancak konumuz bunlar değil yüksek gıda enflasyonunun düşürülmesi. Diyebilirsiniz ki: “Kayıplar önlenirse, ürün maliyetleri düşer.” Doğrudur ancak soğuk zincirin maliyetinin kayıpların maliyetinin altında olması durumunda doğrudur. Ben, altında olduğunu düşünmüyorum. Bu cümleden hareketle tarladan sofraya ürün kayıplarının ne kadarının “soğuk zincir” olmadığı için gerçekleştiğinin tekrar ve doğru şekilde hesaplanması da gerekir. Önüne gelenin onlarca milyardan bahsetmesi gerçekçi değil.
4. madde lisanslı depoculuktan bahsediyor ki depoculuk, hem ürünlerin mümkün olduğunca özelliklerini koruyarak saklanması ve bekletilmesi hem piyasa düzenlemesi ve fiyat istikrarı hem de üretimin kayıt altına alınması bakımından tarımın olmazsa olmazlarındandır ancak lisanslı depoculukla yapılan, zaten başka usullerle ve şartlarda depolanan ürünlerin -belki- daha uygun usullerle depolanmasının sağlanmasından ibaret. Dolayısıyla yüksek gıda enflasyonunun düşürülmesi bakımından değerlendirildiğinde bir katkısı olmayacaktır. Hatta gıda enflasyonunu arttıracaktır çünkü yeni saklama ve bekletilme masrafları da fiyata dâhil edilmek zorundadır. Nitekim, lisanslı depoculuk projesi ile ilgili olarak yaptıkları her açıklamada yetkililer, projenin üreticiyi koruyacağından bahsediyorlar. Depoların olumlu etkisi üreticiye olacağına göre olumsuz etkisi kime olacak? Tüketiciye tabii ki!..
Eğer lisanslı depoculuk, deposu olmayan üreticiler ürünlerini tüccara, aracıya, vurguncuya, stokçuya kaptırmasın diye düşünülmüşse bir anlamı olabilir, tamam ama bu defa da sakladığında daha pahalıya satabileceğinin bir garantisi yok.
Tabii satmadığında üreticinin nakit ihtiyacını nasıl karşılayacağı da önemli. Lisanslı depoculuk ile birlikte düşünülen çare, üreticiye, ürününü teminat göstermesi karşılığında kullanabileceği bir para piyasası aracı vermek. Daha iyi anlaşılsın diye “kredi” diyelim. Bu durumda da “Üretici, ürününü sattığında aldığı krediyi ödeyebilecek mi, satmak zorunda kaldığı zamanki fiyatlar ne olacak?” gibi soruları cevaplamak zorundayız.
Depoculuğun ayrılmaz parçası olan ürün borsaları da bahsedilen tedbirler arasında fakat ürün borsaları uzun yıllardır var zaten ve yüksek gıda enflasyonunun düşürülmesine hiçbir etkileri yok. O kadar ki ihtiyacımızın en az dört katı fazla ürettiğimiz fındığın fiyatına bakmak yeterli. Unuttuğumuz temel nokta şurası: Borsalarda fiyatlar “açık indirimle” değil, “açık artırma” ile belirlenir.
5. madde ürün kayıplarının önlenmesine yönelik tedbirleri içeriyor ki elbette ürün kayıplarını önlememiz lazım fakat yukarıda da belirttiğim gibi her aşamadaki kayıplar her ürün için ayrı ayrı ve doğru hesaplanmadığı müddetçe kayıpları önlemek için yapılan masraflar, gıda fiyatlarının yükselmesine sebep olacaktır. İlk etapta masrafların bir kısmını devlet karşılayacaksa da elbette bu geçici bir durumdur.
6. maddede somut bir tedbirden bahsedilmiyor, dolayısıyla hangi modeller ve uygulamalardan bahsedildiğini anlayamamıştım. Hâlâ bir bilgim yok. Yüksek gıda enflasyonunun tüm hızıyla devam ettiğinden hareketle ancak şöyle bir yorum yapabilirim:
Ya yeni modeller geliştiremediler ya da geliştirdiler ama hayata geçirilemedi veya geliştirdiler, hayata da geçirildi ama bir faydası olmadı.
7. maddede “tarım bankacılığının geliştirileceğinden” bahsediliyor ki bugün çiftçi mallarına gelen haciz haberlerinden ne kadar geliştirildiğini (!) açıkça anlayabiliyoruz. Diğer taraftan ister tarım olsun, ister başka bir iş kolu, borç para ile yapılan üretimin, ürün fiyatlarını dolayısıyla “enflasyonu düşüreceğini” söyleyebilmek için insanın hayal dünyasının sonsuz genişliğe sahip olması gerekir!
8. ve 9. maddenin listede yer almasına gerek yoktu. Sektör ile kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcilerinden görüş alınması gerekir elbette. “Görüş alınıyor mu, alınıyorsa bu görüşler dikkate alınıyor mu?” konusuna ise girmek istemiyorum.
Mehmet Şimşek’in açıklamaları
Yeni Gıda Komitesi toplantıları hakkındaki en detaylı bilgiye Mehmet Şimşek’in Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Komite Başkanı sıfatıyla yaptığı açıklamalardan ulaşıyoruz. Soğuk hava depoları, soğuk zincir, ambalaj standardı hakkındaki açıklamalarına, Yeni Hâl Yasası ile ilişkili olduğu için, yukarıdaki alt başlık altında yer vermiştim. Kaldığımız yerden devam edelim. 22 Mayıs 2017’de yaptığı açıklamaları bölüm bölüm değerlendirelim:
“Bakliyat gibi talebin kısmen de olsa ithalat ile karşılandığı ürünlerde kapsamlı bir üretim planlaması yapıldı. (…) Başta sera teşvikleri olmak üzere taze meyve-sebze üretimini teşvik eden uygulamalar da yeni bir strateji çerçevesinde devreye girecek. Üretim artışı hedefleyen projeler sonuç verdikçe, gıda enflasyonu kaynaklı risklerin de sınırlanması öngörülüyor.”
Cümle içindeki en önemli ifade “…kapsamlı bir üretim planlaması yapıldı.” ifadesi ki yüksek gıda enflasyonu da dâhil, tarım ve gıda ile ilgili yaptığımız tartışmaların can alıcı noktası işte bu ifade. Üretim planlaması yapılmazsa, tarım ve gıdanın “tarladan mutfağa” hiçbir sorununa çare bulunamaz.
Sayın Şimşek, “planlama” yapıldığını söylüyor. Eğer yapılmışsa üretimin talebi karşılaması, en azından üretimin bir istikrara kavuşması gerekirdi değil mi? Bakalım:
Verileri, 2015-2016 sezonundan itibaren yani Gıda Komitesi kurulduktan sonraki dört sezonun TÜİK Bitkisel Ürün Denge Tablolarından aldım. Lütfen karşılaştırın ve “üretim planlaması” yapılıp yapılmadığına, ithalatın sona erip ermediğine kendiniz karar verin.
Nohut yeterlilik oranı: yüzde 98,1-92,1-87,5-114
Kuru fasulye yeterlilik oranı: yüzde 82,6-81,8-82,7-72,1
Kırmızı mercimek yeterlilik oranı: yüzde 81,6-76,07-89,6-74,9
Yeşil mercimek yeterlilik oranı: yüzde 43,1-46,1-56,5-86,8
“Sera teşvikleri ve taze meyve-sebze üretimini teşvik eden uygulamalarda yeni stratejiye” niçin ihtiyaç duyulduğunu ise anlayamadım. Muz (79,1) ve ceviz (74,2) ile kuru soğan (97,4) ve taze soğan 94,2) hariç, bu ürünlerde yeterlilik oranları yüzde 100’ün üzerinde, kuru ve taze soğanda ise yüzde 100’e yakın.. Hadi diyelim ki bazı ürünlerin ihracatını artırmayı düşündükleri için üretimini arttırmayı düşünüyorlar. E bunun da yurt içindeki yüksek gıda enflasyonuyla bir ilgisi yok ki!
Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim:
Türkiye’deki yüksek gıda fiyatlarının, üretim miktarıyla doğrudan ilgisi yok. Üretim artışının sebebi verim artışıysa tamam; yok, ekim alanlarının artırılmasıysa, maliyet değişmeyeceği için fiyatlar düşse bile bu düşüş, yüksek olan fiyatların normal seviyesine indiği anlamına gelmiyor, üreticinin zarar ettiği anlamına geliyor. Tabii plansız üretim yapıldığı ve pek tabii olarak bir sonraki sene üreticinin aynı ürünleri üretmeyeceği, dolayısıyla fiyatların patlayacağı anlamına da geliyor. Bu durumu, çeşitli ürünlerde her sene yaşayarak görüyoruz zaten.
“Alınan tedbirler sayesinde hububat ve kırmızı et üretiminde önemli artışlar görülüyor.”
Mehmet Şimşek’in bu cümlesini nasıl yorumlayacağımı o zaman da epeyce düşünmüştüm. Hatta yorumu “iftar sonrasına” bırakmıştım ki yanlış anlaşılacak cümleler kurmayayım. Hassasiyetimin sebebi, Sayın Şimşek’in alanındaki yetkinliğine olan saygımdır. Böyle bir cümleyi niye kurdu anlayamadım çünkü Türkiye’de hububat deyince akla buğday gelir ve buğday üretimimiz 30 yıldır yerinde sayıyor. Diğer ürünlerde de dişe dokunur bir artış yok. Zaman zaman bazı ürünlerin ekim alanları arttığı için üretim miktarları da artıyor olabilir ancak bu durumda da bu ürünler, başka bazı ürünlerin yerine ekiliyor demektir. Yani mutlak bir artış olduğunu söylemek kesinlikle yanlıştır.
Kırmızı et üretiminde artış olduğu ise daha kesin bir yanlış bilgi. Sayın Şimşek bu cümleyi kurduğunda, 2017 birinci çeyrek üretim rakamları daha yeni açıklanmıştı: 2016’nın son çeyreğine göre düşüş yüzde 14,1, aynı çeyreğine göre ise düşüş yüzde 2,3’tü. Kaldı ki aylardır gıda ile ilgili en önemli tartışmalar canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı üzerinde yapılıyordu. Yıllık kırmızı et açığımız 200 bin tondu, toplam ihtiyacımızın yüzde 15’ine tekabül ediyordu ve bu miktarı her yıl canlı hayvan veya et olarak ithal etmek zorundaydık. Nitekim Kasım 2016’da Et ve Süt Kurumuna (ESK), 500 bin baş besilik sığır ithal izni verilmişti ve kararnamenin altında Sayın Şimşek’in de imzası vardı.
“Üretimdeki dönemsel dalgalanmalar ve bunların neticesinde işlenmemiş gıda enflasyonunda gözlenen aşırı oynaklık var. Dönemsel hareketlerin gıda enflasyonu üzerindeki kısa vadeli etkilerini ortadan kaldırmak üzere dış ticaret tedbirlerini otomatik devreye sokacak ihtiyatlı bir mekanizma tasarlandı. Bu mekanizma çerçevesinde belirli şartlar oluştuğunda dış ticaret tedbirleri geçici olarak devreye girecek. Söz konusu mekanizma üretim maliyetlerini, bir önceki yıl piyasada oluşan fiyatları, uluslararası fiyatları ve cari yılda ürün bazlı rekolteye bağlı fiyat beklentilerini de dikkate alıyor.”
“Dönemsel dalgalanmalar” derken aslında zımnen “Plansız üretim yapılıyor.” demiş oluyordu ama aba altından sopa göstermekten de vazgeçmiyordu (mealen):
“İthalat yaparız ha!”
Aradan geçen yıllar ve bugün
“Gıdadaki fahiş fiyat artışı için harekete geçiliyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Gıda Komitesi Toplantısı sonrası bugün son dakika açıklamalarda bulundu. Bakanlıktan yapılan açıklamada, ‘Tarımsal ürün ve gıda piyasasındaki gelişmelerde karar almaya fayda sağlayacak Erken Uyarı Sistemine dair bilgi sunuldu. ‘denildi.”
Yukarıdaki paragrafı, 29 Ocak 2021 tarihli Sabah gazetesinden aldım. Açıklama bu kadar, başka hiçbir bilgilendirme yok. Benzer ifadeler bütün gazetelerde var. Aslında benzer ifadeler yıllardır var.
Asıl açıklama ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan geldi. Dedi ki:
“Vatandaşın bu noktada ezilmesine tahammül edemeyiz. Esnaflarımıza sesleniyorum. Devam ederseniz ağır cezalar sizi bulabilir.”
Aynı anlamdaki sayısız cümleyi de yıllardır yönetenlerimizden duyduk ve uygulanmalarını gördük:
Patates, soğan üreticilerinin ve ticaretini yapanların depolarına baskınlar yapılıp ürünlerine el konuldu; halk pazarlarına baskınlar yapılarak gariban pazarcılar vurguncu ilan edilerek pazarlardan kovuldu; besiciler yüksek et fiyatlarının sorumlusu ilan edildi; belediyeler, gecekondu mantığıyla tanzim satış çadırları açtılar; ceza korkusundan perakende tezgâhlarına, vatandaşa pahalı üründen daha pahalıya mal olan bozuk, pörsümüş, içi geçmiş ucuz ürünler konuldu; yine tezgâhlar, alelacele ithal edilen ucuz ama lezzetsiz hatta bizim soğanımıza, bizim patatesimize hatta soğan ve patatese bile benzemeyen ürünlerle doldu vs.
Bir bakıma, “2014 ile 2021 arası, Gıda Komitesinin tavsiyeleri ile yönetenlerimizin tehditleri arasında geçti.” diyebilirim ama değişen bir şey olmadı:
Gıda enflasyonu artarak devam ediyor.
Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
O kadar ki “Üretimi yetersiz ve girdileri de dâhil dışarıya bağımlı olduğumuz gıda ürünlerinde önemli fiyat artışları bekleniyor. Bu noktada, fiyat artışlarından öncelikle temel gıda maddelerinin etkileneceğini vurgulamakta fayda var.”diye yazdığımda henüz 2014’ün başındaydık ve Gıda Komitesinin kuruluşuna yaklaşık 10 ay vardı. Diğer bir söyleyişle aslında Gıda Komitesi, öncelikle “gıda enflasyonuna çare bulsun” diye kurulmuştu.
Komitenin kuruluşundan yaklaşık 14 ay sonra ise “Gıda fiyatları düşer mi? Cevap veriyorum: Düşmez” başlıklı makalem yayınlandı.
Tabii böyle düşünmemin somut sebepleri vardı. Bunları da belli aralıklarla ve çözüm önerilerimle birlikte defalarca paylaştım.
Bugün de aynı kanaatteyim:
Ne Gıda Komitesinin benzer kararları ne de yönetenlerimizin benzer tehdit ve uygulamaları, gıda fiyatlarının anormal artışına engel olamayacak.
Ne yapmalı?
Dikkatinizi çekmiştir, tedbir olarak ne söylenmişse hepsine itiraz ettim, itirazlarımın sebeplerini de -makalenin uzunluğunun sabrınızı zorlayacağını bile bile- uzun uzun anlattım.
Aslında bu yazı, konunun ne kadar karmaşık hâle geldiğinin de ispatı. Önerilen çoğu tedbir teoride doğru. Birçok ülkede de başarıyla uygulanıyor fakat yapısal sorunlarımız dikkate alınmadan önerildiği ve konuya bütüncül yaklaşılmadığında, yukarıda çok sayıda örneğini okuduğunuz gibi, daha büyük yeni sorunlara sebep olabiliyor.
Bu durumda ben, başa dönmeyi teklif ediyorum.
Üç şey yaparak başlayalım:
Önce envanterimizi “doğru” şekilde çıkaralım. Toprağımızdan suyumuza, hayvan varlığımızdan ağaç sayımıza elimizde ne varsa bilelim.
Sonra ihtiyaçlarımızı belirleyelim ve envanterimizle ihtiyaçlarımızı eşleştirelim.
Daha sonra bunlara bakarak üretimimizi planlayalım.
Her ne yapacaksak bunları yaptıktan sonra yapalım.
Bu yöntemin, sadece tarım ve gıda için değil, her ne iş yapacaksak hepsi için geçerli tek yöntem olduğunu iddia ediyorum.
Aksini iddia edenlere de “Hodri meydan!” diyorum.