Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, “Türk Toplumunda Aydın Sınıfın Anatomisi” adlı eserinin ilk sayfasında şöyle bir anekdottan bahsetmektedir: ‘Atatürk, 17 Mart 1923’te Mersin sahillerinde gezerken kıyıdaki birbirinden güzel yalılar ve köşklerin Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlara ait olduğunu öğrenince, o sırada yanından geçen aksakallı, yaşlı bir Mersinliye yaklaşarak “Baba! Bu adamlar şehrinizin en değerli yerlerine bu güzel binaları yaparken sen neredeydin? diye sordu. Yaşlı Mersinli ise “Yemen’de, Sarıkamış’ta, Çanakkale’de çarpışıyordum Paşam” diye cevap verdi’.
*****
Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
İnsanlar, kendi imkânlarıyla ulaşamadıkları amaçlarına, başka insanlarla iş birliği yaparak ulaşmaya çalışırlar. Bu iş birliği sisteminin en etkili süreçleri, girişimcilik ve örgütlenme olgularıdır. Sanayileşme süreciyle birlikte, katma değer ve gelir yaratıcı ekonomik etkinlikler olarak girişimcilik ve örgütlenme kültürü önem kazanmıştır.
Girişimcilik ve Örgütlenme Becerisi
İnsanların, belirli amaçları etkili ve verimli bir biçimde yerine getirmek üzere üretim faktörlerini bir araya getirme çabalarına ‘girişimcilik’ denilmektedir. Belirli bir iş birliği düzeni içinde belirli mal ve hizmetlerin üretilmesini sağlayan yapılara da ‘örgüt’ denilmektedir. Girişimcilik ile örgütlenme kavramları arasında, birbirini tamamlayıcılık açısından büyük bir etkileşim söz konusudur. Girişimcilik, yeni amaçları tasarlamak ve yeni durumu gerçekleştirmek üzere ilgili kaynakları bir araya getirir. Örgütlenme ise bu etkinlikleri gerçekleştirmek üzere yeni bir yapının kurulmasını ve işletilmesini sağlar.
Toplumsal Gücün Kaynağı Olarak Örgütler
Toplumsal varlığın sürekliliği, toplumsal ihtiyaçları karşılamaya yönelik her türlü etkinliği başarıyla yerine getirecek girişimcilik ve örgütlenme imkânlarına bağlıdır. Her toplumda, ancak az sayıda insan, girişimcilik ve örgütleme yeteneklerini harekete geçirmektedir. İnsanların çoğu, belirli yetenek, bilgi ve becerilerinin elverdiği ölçüde, kendileri dışındaki kişi veya kuruluşların hazırladığı örgütlerde çalışırlar. Ülkedeki faal nüfusun, üretim ve yönetim süreçlerine doğrudan katılması -kamu kesimine ek olarak- uygun miktarda girişimci bir sınıfın varlığını zorunlu kılmaktadır. Günümüzde toplumların, ekonomik, teknolojik, sosyal, siyasi ve kültürel güçlerinin artışı, bu alanlarda etkili ve başarılı çok sayıda girişimciler sayesinde gerçekleşmektedir. Ülkede, milli gelirin yükselmesi, işsizliğin azalması, ihracatın artışı gibi ekonomik gelişmeler, daha fazla insanın üretim sürecine katılımıyla mümkündür. Ülkede, adil bir gelir bölüşümü ve dengeli bir orta sınıfın doğuşu, toplumdaki sivil inisiyatifin ve milli iradenin güçlenmesi çok sayıda iş örgütlerinin varlığına bağlıdır. Böyle bir örgütlenme için toplumda en azından belirli bir kesimin, girişimcilik nitelikleriyle donanmış olması gerekmektedir.
Türklerde Girişimcilik ve Örgütlenme Kısıtları
Türkler, tarihsel olarak sürekli vatan topraklarını ve özgürlüklerini koruma mücadeleleri içinde olmalarından dolayı bireysel ve sivil inisiyatife dayalı girişimcilik ve örgütlenme tavırlarında fazla bir varlık gösterememiştir.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, “Türk Toplumunda Aydın Sınıfın Anatomisi” adlı eserinin ilk sayfasında şöyle bir anekdottan bahsetmektedir: ‘Atatürk, 17 Mart 1923’te Mersin sahillerinde gezerken kıyıdaki birbirinden güzel yalılar ve köşklerin Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlara ait olduğunu öğrenince, o sırada yanından geçen aksakallı, yaşlı bir Mersinliye yaklaşarak “Baba! Bu adamlar şehrinizin en değerli yerlerine bu güzel binaları yaparken sen neredeydin? diye sordu. Yaşlı Mersinli ise “Yemen’de, Sarıkamış’ta, Çanakkale’de çarpışıyordum Paşam” diye cevap verdi’.
Günümüzde, Türklerin ekonomik anlamda girişimcilik ve örgütlenmelerden uzak kaldığı gerçekliği devam etmektedir. Şu sırada, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına değer veren Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımızın Türk ekonomisine yarattıkları katma değerleri oldukça değerli bulmak gerekir. Oysa, son yıllarda özellikle ‘Türklük’ ve ‘Atatürk’ karşıtı birçok sözde iş insanı ile birlikte, hiçbir katma değer yaratmadan Türk ekonomisini yağmalayan cemaat ve tarikat oluşumlarının, Türk ekonomisinden ‘ganimet’ gibi pay aldıklarını hatırlamak gerekir. Bu arada, siyasete eklemlenerek kolay yoldan servet kazanan bazı rant kollayıcılar ile kurnaz ‘girişkenleri’, risk üstlenen ve katma değer yaratan ‘girişimci’ insanlardan ayrı tutmalıdır.
Atatürk’ün, Cumhuriyet’in ilk on beş yılında, hem özel sektör hem de kamu sektörü alanındaki girişimcilik ve örgütlenme çabaları, kendinden sonra ne yazık ki aynı duyarlılık ile sürdürülmedi. Atatürk’ten sonraki tek partili döneminde, totaliterliğe varan sert uygulamalar nedeniyle toplumdaki girişimcilik eğilimleri, büyük ölçüde bastırılmıştır. Daha sonraki çok partili dönemlerde, sağ partilerin özellikle rantçı ve yandaş iş insanlarını desteklemesi, devletten göreceli olarak bağımsız bir girişimci sınıfın doğuşuna ket vurmuştur.
Türk milletinin, uzun bir süredir çok yönlü iç ve dış gerilimlerin içine sürüklenmesi, geleceğe ilişkin sürekli bir belirsizlik ve derin kaygılar içinde bulunması, her şeyi devletten bekleme tarzında yaygın bir toplumsal psikolojinin yerleşmesine yol açmıştır. On yılda bir, gerçekleşen çeşitli sosyal olaylar, ekonomik krizler ve çatışmalar bahane edilerek, Türk toplumu üzerinde örtülü bir tahakküm yaratılmıştır. 1984’den beri sürmekte olan etnik bölücü terörün psikolojik yorgunluğu da yine bireysel girişimciliği ve toplumsal örgütlenmeyi engellemiştir. Türk Milletinin sürekli olarak kendi egemenliğini savunma zorunda kalışı, başta ekonomik etkinlikler olmak üzere, her alanda girişimcilik ve örgütlenme inisiyatifinin gelişmesine ket vurmuştur. Bütün bunlar, Türk Milletinin “her şeyi devletten bekleme” şeklindeki sosyal alışkanlığı üzerine eklemlenince, Türkler arasında zaten yetersiz olan “girişimcilik kültürü” gelişme imkanı bulamamıştır.
Türklük Üzerindeki Psikolojik Savaşı Görmeliyiz!
Türk toplumsal yapısında, Türklüğü sürekli olarak “suçluluk duygusuna” hapseden aşağılayıcı propagandalar yolu ile yaygın bir kendine güvensizlik ve çaresizlik psikolojisi yaratıldı. Bütün bunların etkisiyle ortaya çıkmış olan “öğrenilmiş acizlik psikolojisi”, özellikle devlete aşırı güven duyan Türkler üzerinde, kamu görevliliği düşkünlüğüne yol açtı. Türklük bilincine sahip olanlar, ekonomik ve ticari alanlarda girişimcilik ve örgütlenme etkinliklerine fazla bir ilgi göstermediler. Kamu kesimindeki üstün başarı ve çabalarından dolayı devlet ekonomisine ciddi katma değerler yarattılar. Tam aksine, özellikle devlete güven derecesi düşük olan kesimler de, korkunç bir ‘şark kurnazlığı’ ile popülist sağ siyasetçiler aracılığıyla kamu bütçesini, kendilerine bir rant kapısı olarak kullandılar. Söz gelimi, Şehit Mehmetçiklerimizin sıvasız ana-baba ocakları ile ihale zenginlerinin lüks hayat yaşadıkları pahalı konutları arasındaki farklılık, Türk ekonomisinin kaynaklarının nerelere akıtıldığını çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin, şu sıralarda içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve siyasi durum, Türk kimliği konusunda duyarlılık gösteren insanların, özellikle her şeyi devletten bekleme alışkanlığından vazgeçmeleri gerekiyor. Her şeyi devletten bekleme sendromu yaşamak yerine, bir şekilde -konusu ne olursa olsun- örgütlenmek suretiyle başka insanlarla iş birliği ve birlikte hareket etme deneyimi kazanmalıdır. Ekonomik amaçlı girişimcilik ve örgütlenme, para ve statü kazanma imkanı sağladığı gibi, siyasal süreçlerde ‘hesaba katılma’ fırsatı da yaratıyor.
‘Paran Kadar Konuş’!
Ülkede, bir zamanlar şaka gibi kullanılan ‘paran kadar konuş’ söylemi, özellikle her fırsatta ‘maneviyatçı’ olduklarını iddia eden dinci veya dinsel kapitalist güçler sayesinde gerçek oldu. Çaresiz kitleler, kendilerine yarar sağlayacak olsa bile, ‘parası olmayanların’ görüş ve düşüncelerine pek ‘itibar’ etmiyorlar. Kendilerinin yoksulluğu ve açlığı üzerinden, ‘itibardan tasarruf etmeyenlerin’ israfına bile aldırış etmiyorlar.
Sonuç olarak, Türkiye’nin önünde çok ciddi sorunlar var; ama Türk milletinin özünde her daim yeniden doğuş da var!.. Ayrıca, ufukta büyük bir Türk Dünyası gerçeği bulunuyor. Yeni dünya şartlarında, ülkelerin soya dayalı ya da bölgesel iş birliği sistemleri daha fazla gündeme gelecek gibi gözüküyor.
Türk girişimcilik kültürünün gelişimi ve örgütlenme becerisinin harekete geçirilmesi, Türk varlığının sürdürülmesi ve birçok sorunun çözümünde en etkili toplumsal süreçler olarak bilinmelidir.
——————————————
Kaynak:
https://millidusunce.com/misak/girisimcilik-ve-orgutlenme-becerisi/