Huma Kuşu’nun adının nereden geldiği için “Hu” ve su manasında kullanılan “ma” dan olduğunu söyleyeler var.
Umay Ana’dan geldiğini ifade edenler var.
Ama Huma bir efsanevi kuştur, devlet kuşudur. Hiç yere inmez. Gökte uçar, gökte yumurta yapar, yumurtalar yere düşerken yavrular çıkar, onlar da uçmaya başlar. Öyle inanılır.
Türküde diyor ya;
“Gökte uçan Huma Kuşu,
Ne bilir dalın kıymatın.”
Hakimiyetin göklerden geldiğine inanmış atalarımız. Huma’yı her teşkilatına koymuş. Divan-ı Hûmayun, Ordu-yu Hûmayun, Zat-ı Hûmayun, Ferman-ı Hûmayun, Tuğra-yı Hûmayun, Ordu-yu Hûmayun, Donama-yı Hûmayun, Bab-ı Hûmayun vs. gibi.
Huma Kuşu’nun dal ile işi olmamış ki bilsin.
Bülbül, gül içinmiş. Gül dikenlerini öyle yerleştirirmiş ki bülbülü istediği yerine kondururmuş. Gerçi rahmetli Ragıp Karcı Ağabey “bülbül, gülün bitlerini yer. Bütün sevdası onun içindir “gibi bir şeyler söylemişti de bütün bildiklerimi unutmuştum.
Gülün kargayla işi yok tabi. Türkü de onu söylüyor;
“Kargayı kondurman dala,
Ne bilir gülün kıymetin.”
Adalet, her hak sahibine hakkını vermekmiş. Kıymet bilenlerden, hakkı teslim edenlerden olalım inşallah.
Adana’da okuyorum, birinci sınıf bitti. Biraz Kadirli’de, Kozan’da tarlalarda çalıştım. Çukurova’nın sıcağı malum. Ramazan geldi. Ben de Eskişehir’e döndüm.
Babam köyde imiş. Tarlaya gittim . Tarla bayır. Ekinler olmuş, onları tırpanla, orakla biçmişler. Harman yeri de yukarıda. Babam bir iple ekinleri bağlamış, sırtına yüklemiş, o sıcakta, ramazanda harman yerine getiriyor.
Babam şehirden emekli olunca köyüne döndü. Ziraat’ta arıcılık kursu varmış, oraya gidip belge aldı. Sonra Muttalıp Köyündeki bir vatandaştan iki kovan arı getirip tarlaya koydu. O arılar oğullaya oğullaya otuz kovanın üzerine çıktı. Her sabah erkenden kalkar arıların kovana gelişlerini seyrederdi.
Ben de ara sıra şehirden gidiyorum yanına. Bir gün baktım kovanlara numara vermiş. İlk numara da sıfır. “Baba niye böyle yazdın, ilk numara bir olalı” deyince “Biz bu işe sıfırdan başladık da o yüzden ilk kovana sıfır koydum” dedi.
Tarlaya her Pazar misafir gelirdi. Bir Pazar günü kimse gelmedi “Biz Allah’ı gücendirecek ne yaptık acaba? Bugün kimse gelmedi” demişti.
Türkü de devam ediyor tabi;
“Çift sürüp ekin ekmeyen,
Meydana sofra dökmeyen,
Arının kahrın çekmeyen,
Ne bilir balın kıymatın.”
İki kıtası daha var türkünün;
“Meclislerden söz atanlar,
Gerçeğe yalan katanlar,
Sonra beyliğe yetenler,
Ne bilir ilin kıymatın.
Bunu diyen Deli Boran,
Küçücükken yetim kalan,
Bir görmeye deve veren,
Ne bilir malın kıymatın.”