Gökhan Akçiçek

gokhanakcicekkŞair ve yazar. 15 Mart 1961’de Ordu’da doğdu. Aslen Alucra’nın Karaağaç Mahallesi’ndendir.  İlkokul dördüncü sınıfa kadar Güzelordu İlkokulu’nda eğitim gördü. Öğretmeninin İstiklal ilkokuluna tayin olması ile bu okula nakil aldırdı. İlkokul dördüncü sınıfın ikinci yarısını ve beşinci sınıfı İstiklal İlkokulu’nda bitirdi(1972), Ordu Merkez Orta okulundan (1975) ve ardından Ordu Lisesi’nden mezun oldu (1978)Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Bölümünü bitirdi. İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünde başladığı kamu görevini (1982) Milli Eğitim Bakanlığı taşra teşkilatlarında sürdürdü. 2007’de emekli oldu.  Şiirleri ders kitaplarına seçildi. Ulusal ve uluslararası birçok etkinliğe yazar ve şair olarak iştirak etti. 

Önceleri kuşları, ağaçları ve balıkları kardeşleri sanıp bir süre onlara “abi” diye seslenmiş; karşılık alamayınca da yağmurlara sığınmış. Karıncalara şemsiye yapmakta ustalaşmış. Kışın Ordu’da, yaz aylarında ise Alucra’da pul biriktirmiş. Bu sayede mahalle postacıları ile dostluğunu hayli ilerletmiş. Şiiri bir deniz fenerine benzetmiş. Işık saçan her şeyi değerli görmüş. Cebinde deniz kabukları saklamış. Kütüphaneleri ve kitapları çok sevmiş. Çocuklar için yazdığı şiir, öykü ve denemeleri aslında kendisi için yazmış. Büyümüş, okullar bitirmiş lakin çocukluk okulundan mezun olmayı bir türlü becerememiş. Kitaplar yazsa da, ödüller alsa da bunları babasına söylemeye cesaret edememiş. 

İlk şiir dosyası ‘Bulutlar Örtmese Güneşi’ ile 1992 yılı Millî Eğitim Bakanlığı çocuk kitapları yarışmasında şiir ödülünü, dosyanın 1995’te Millî Eğitim Bakanlığınca yayınlanmasıyla 1995 Türkiye Yazarlar Birliği çocuk edebiyatı ödülünü aldı. ‘Bülbülderesi Şiirleri’ yine Millî Eğitim Bakanlığının yayınlarından 1996’da, ‘Çocuklara Ölüm Yakışmaz’ ise 2001’de Kültür Bakanlığı yayınlarından, ‘İnce Hüzünler Senfonisi’ ise 2005’te kumdanyazılar yayınevinden çıktı. 

Genel anlamda “çocuk edebiyatı” ve özelde “çocuk şiiri” biçiminde kategorize edilen metin türüne yaklaşımda, iki temel koridor aralamak gerektiğini düşünüyorum. Birincisi çocuğa bilişsel ve pedagojik bazı duyarlılıklar kazandırmaya ilişkin didaktik yönelim, ikincisi ise mevcut metnin edebî boyutunu önceleyen estetik tutum. İkisinin de önemli olduğu tartışma götürmez bir gerçeklik. Ancak edebiyat metninin okura (çocuğa) didaktik bir üst belirlenim ile istendik davranışları ve kazanımları yukarıdan bir şablon hâlinde vermeyi temel amaç edinen dilinin her şeyden evvel edebî değil, pedagojik ölçütleri dikkate alabileceğini bilmek gereklidir. Netice itibarıyla metnin türü ne olursa olsun, okura bir düşünceyi “aşılamak” kaygısı ile kurulan dilin, edebiyatın temel nitelikleri ile uyuşamayacağı ortada. Bununla beraber çocuğun, içerisinde şekil, kimlik bulacağı medeniyetin kültürel, ahlaki değerlerini donanması ve bir birey olarak kendisini anlamlı hissedebileceği bu sosyal ortamda toplum ile sağlıklı ilişkiler geliştirebilmesi için pedagojik açıdan bu birikimin ona öğretilmesi de gerekli. Şarkılar, şiirler, ninniler, oyunlar, masallar, tekerlemeler,atasözleri ve deyimler vasıtasıyla algı düzeyine indirgenebilecek bu değerleri kazanmış bir çocuğun her şeyden evvel topluma yabancılaşmaması açısından didaktik metin anlayışının işlevselliği tartışma götürmez. İşte bu noktada karşımıza “çocuk edebiyatı” olarak sunulan her metnin evrensel anlamda “edebî” nitelik taşıyıp taşımadığı sorusu çıkıyor. Didaktik bir dayatım, verili bir dil örgüsü üzerinden donanmış metni “edebî” olarak nitelemenin mümkün gözükmediğini söylemek isterim. Bu açıdan bakıldığında, önümüze “çocuk edebiyatı” üst başlığı altında sunulan külliyatın böyle bir ön değerlendirmeden geçirilerek ayrıştırılması gerekmektedir.

“Çocuk edebiyatı” türünün geleneksel dil örgüsünden (özellikle didaktik bağlam) koparak, daha özgün ve gelişmiş bir estetik dile evrilmesinin miladını ülkemiz için 1980 sonrası olarak işaretlemek sanırım herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir tarihtir. Yoğun ideolojik yaklaşımların belirleyici olduğu ve çocuğa “toplumcu” bir aralıktan bakan ve onu salt toplumsal rollere uymaya davet eden tepeden inmeci dil anlayışının ağır baskısı altındaki 1970’lerde, “estetik” belirlenimleri önceleyen metin türünün ortaya çıkamayacağını da burada hemen belirtelim. Çocuğa toplumcu aralıktan bakma meselesi sadece sosyalist edebî çevrelerin bir sorunu da değildir o yıllar için. Bu, gerek İslamcı ve gerekse milliyetçi kesimin de benzer tutumudur.

1980 sonrası Türk şiirinde ve edebiyatında ortaya çıkan, bir anlamda asıl merkezine geri dönen metin anlayışının izlerini bu açıdan “çocuk edebiyatı” türünde de gözlemleriz. Hiç kuşkusuz çocuklar için şiirin poetikasını ortaya koyan, kurucu şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır. Çocuklar için yazılacak şiirleri çocuk gerçekliğine yaslayan ve yeni bir bakış açısının belirmesini ve gelişmesini sağlayan Mustafa Ruhi Şirin’in katkıları da çok önemlidir.

Gerek “çocuk duyarlılığı”ndan ne anlaşılması gerektiğine yönelik poetik çözümlemeleri ve gerekse ortaya koyduğu ürünler dikkate alındığında Mustafa Ruhi Şirin’in açtığı bu yeni alan üzerinden yürüyen ya da bu havza içerisindeki kodlarla hareket eden pek çok isim, edebî nitelikler ile donanmış kıymetli eserler yazdılar. Bu isimlerin başında Gökhan Akçiçek gelmektedir. Daha 1992 yılında oluşturduğu ilk kitap dosyası ile Millî Eğitim Bakanlığı Çocuk Kitapları Ödülünü alan ve yine aynı kitabı ile (Bulutlar Örtmese Güneşi) 1995 yılında Türkiye Yazarlar Birliği’nin Çocuk Edebiyatı Ödülü’ne layık görülen Akçiçek’in metninde karşımıza çıkan “çocuk şiiri”, tam da Mustafa Ruhi Şirin’in poetikasını vermeye çalıştığı dil anlayışının ortasında durmaktadır. Verili didaktik paradigmanın kapanlarına sıkışmış ve geleneksel yaklaşımın sorunlu belleğini taşıyan şiir dilinin tersine, Akçiçek’in metninde okuduğumuz dizelerin bütünüyle çocuğa göre bir dil ile yapılandığını fark ederiz. Bu dil, çocuğa iktidar merkezli üst bir bellekten nasihatler veren muhafazakâr ve geleneksel metin fakirliğinin bütünüyle dışındadır. Dolayısı ile Akçiçek’in metinleri, tam da “çocuk şiiri” diyebileceğimiz bir şiirdir. Çünkü karşımızda konuşan, duygularını şiir olarak bize söyleyen özne, çocuktur. Ve en önemlisi, her şey bu öznenin / çocuğun kendi dili ile söylenmektedir:

Bir çiçeği sevdim en çok

Kırlarda birlikte seyrettik gökyüzünü,

Birlikte uyuduk geceleri

Onunla koştuk peşinden kuşların;

Birlikte taşladık denizleri

(“Bir Çiçeği Sevmek” başlıklı şiirinden)

Aynı dönem ürün veren ve geleneksel dil örgüsünün kapanlarını kıramayıp, iktidar üreten belleğin iz düşümü ile hareket eden bir kısım çağdaşları, şiirinin ana teması olan çocuğu edilgen bir konumda tutarken Akçiçek, çocuğu “birey” kabul eder. Yeri gelmişken şunu da belirtmek isterim. “Çocuk duyarlılığı” dediğimiz ve çocuğun iç sesi ile konuşan şiirin okurunun her zaman çocuk olmadığını da not düşmek elzem. Çünkü karşımızda imgesel çağrışıma açık bir şiir durmaktadır ve kimi zaman önümüzde okumaya açık metin, çocuğun algı dünyasını yansıtmayabilir. Dolayısı ile ben, bu dili her zaman “geçişken” bulmuşumdur. Gökhan Akçiçek’in şiirinde bu geçişkenliği fazlası ile görmek mümkün. Bunun en önemli delili, okur profilindeki genişlik olsa gerek. İlkokul, ortaokul sıralarında oturan bir çocuk da Akçiçek’in şiirinin içerisine girebiliyor, bir yetişkin de. Bu durum, bir anlamda Akçiçek’i alışageldiğimiz çocuk edebiyatçısı sınırlandırmasının dışında yeni değerlendirmelere zorlayan bir araftalıktır. Ben bu durumu tam anlamı ile açıklayan kelimenin bir “araftalık” olduğunu düşünüyorum.

gokhanakcicek1

Gökhan Akçiçek’in Bulutlar Örtemese Güneşi kitabından son metinlerine kadar uzayan külliyatı içerisinde karşımıza çıkan, sayfa aralarında gezinip duran, bizi kimi vakit kendi öznel çocukluk hatıralarımıza çağıran, özdeşlik kurabileceğimiz kadar bütünleşebileceğimiz özne, her şeyden evvel ve öncelikle kendi çocukluğudur. Kendi yaşamsal pratikleri, gözlemleri, tanık olduğu acıları, trajedileri ve sevinçleri ile farklı farklı çocuk kimlikleriyle çıkar karşımıza. Akçiçek’in şiirinde konuşan çocuk özne, 1960’larda, 70’lerde Ordu şehrinin tam ortasından geçen Bülbül Deresi kenarında kurbağalar, martılar, ördekler, balıklar ile oynayan çocuktur. Birbirinden binlerce kilometre uzaklıkta farklı çocuk öykülerini şiirinde yeniden kurarken bize sunduğu fotoğraftaki özne, her ne kadar bir Filistinli, Afganistanlı, Kızılderili, Halepçeli, Çernobilli olarak gülümsese de aslında bu özne, dünyanın taşrasında, Karadeniz’in kıyısına doğru kurulmuş küçük taşra şehri Ordu’da çocukluğunun geçtiği, hatıralarının mekânı olan Bülbül Deresi’ne paçalarını sıyırıp ayaklarını suya sokan, kendi çocukluğundan başka bir çocuk değildir. Bu bakımdan Akçiçek’in şiiri kişisel tarihine bakılarak da çözümlenmeye muhtaçtır. Doğduğu, çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği şehre dışarıdan göçle gelen ailesinin tutunma çabasının meydana getirdiği psikolojik duyarlılık, hemen her şiirinde gözlemlenebiliyor. Ezik, kırgın, duyarlılıkları gelişmiş, duygusal, romantik, empati gücü yüksek bir çocuk. Yıllar evvel Bülbül Deresi kenarında düşüp yaralanan dizinin ya da yaşadığı duygusal kırılmaların acısını bugün dahi hisseden, onu belleğinin korunaklı odalarında özenle taşıyan bir geri dönüştür bu:

Yitirdikleri demir parayı

Dönüp dönüp arayan

Tozlu yollarda

Ve kendi sesine çarpan

Kuş ölülerine

Göğsünü mezar yapan

O çocuklar gibi

Düşürdüm ürkekliğimi

Hayatın orta yerine

Biber sürdüler kalbime anne

(“Biber Sürdüler Kalbime Anne” şiirinden)

“Anne” meselesi Akçiçek’in şiirinde sürekli dolanıp duran başat bir figürdür. Çoğu şiirinde anneye yönelik konuşmalarını okuruz. Akçiçek’in şiir evreninde anne, her çocuk için olduğu gibi, eve gelip günün bütün öyküsünü anlatmak için eteğinden çekiştirdiği ilk kişidir. Oysa, kişisel tarihinde anne’den ziyade baba çok etkin bir karakterdir. Şiirlerinde baba, belli belirsiz bir fon biçiminde hissediliyor. Gökhan Akçiçek’in babası, 1970’lerin Türkiye’si düşünüldüğünde o zamanlar için şehirde oldukça etkin bir kişilik. Politik bir birey. Öz güveni yüksek, yiğit, namlı bir karakter. Çekinilen ama aynı zamanda saygı duyulan bir portre. Kişisel sohbetlerimizde, ailesi üzerine kurulan her cümlesinde mutlaka babasına atıflarla başlamasına rağmen, bu baskın karakterin şiirinde belirleyici olmaması ise ilginç bir durumdur. Evet, metin üzerinden Gökhan Akçiçek şiiri için mutlaka önemli meselelere girilebilir. Ancak görülüyor ki; şiirinde çözümlenmesi gereken noktalar vardır. Şimdilik “baba” konusunun şiirinde keşfedilmeyi bekleyen ilk durum olduğunu söylemekle yetinelim.

gokhanakcicek2

Şiirinde okuduğumuz çocuğun en önemli özelliği, yaşanılan dünyadan memnun olmayan bir duygu aralığında bulunmasıdır. Şiirlerinde anlattığı çocuk, şimdiki an’da yaşamaz. Çocuğa bakışında, nostalji ağırlıklı bir yer tutar. Ben bu nostaljiyi besleyen öyküleri zaman zaman şiirleri arasına girmiş özel hayatından fotoğraf kareleri ile çözümleyebiliyorum. Ama şu var; her ne kadar şiirindeki çocuk Bülbül Deresi kenarında gezinse de, evrensel bir duyarlılığa sahiptir. Çünkü şiiri Filistinli ya da Afrikalı mağdur, mazlum bir çocuğun öyküsünü de barındırıyor. Evrensel acılara dair coğrafik geçişkenlikleri çok iyi verebiliyor. Irkları, renkleri, dilleri, mezhepleri, dinleri aşan büyük bir acı ile konuştuğunu görüyoruz. Tıpkı Bosna Savaşı’nda yaşadıklarını anlatan Zlata Filipoviç gibi…

Bu gün,

Nina öldü anne

Nina için defterime

Bir çiçek vazosunun

Resmini çizeceğim. 

Çizdiğim vazoları

Nina’nın gözleri gibi

Mavi çiçeklerle Süsleyeceğim.

Ve

Nina için

Dünyadaki bütün 

Çiçek vazolarına 

Mavi bir çiçek

Bırakın diyeceğim

(“Zlata Filipoviç Günlüğünden” şiiri)

Akçiçek’in şiirinde statükoya karşı bir bellek buluruz. İzinsiz denize kaçan bir çocuğun öyküsüne rastlamak bu yüzden şaşırtmaz bizi. Bu yaklaşım da aslında metne ve aynı zamanda çocuğa edilgen, didaktik aralıktan bakan gelenekselci yaklaşımdan ayrışan temel hususlardan biridir. Çünkü gelenekselci tutum açısından bakılırsa çocuk, yetişkinler dünyasınca belirlenen bütün kurallara uymanın dikte edileceği bir konumdadır. Bu anlayışta çocuk idealize edilir. Hatta gelenekselci yaklaşımda çocuk, bu idealize edilen karakterin nesnesi konumundadır. Akçiçek’in şiirindeki çocuk ise özne olmasının neticesi itibarıyla hayat kadar gerçek’tir. Bir bakıma bu tutum, Akçiçek’in hayata ilişkin kendi duruşu ile bütünüyle örtüşmektedir. Çünkü Gökhan Akçiçek otorite, hiyerarşi, iktidar karşıtlığı üzerinden kendisini kurar. İnsanı edilginleştiren, sürüleştiren bütün kurallara karşı hayatı boyunca mücadele etmiştir. İster kendisine, ister tanık olduğu bir başkasına yapılmış olsun, bütün haksız uygulamalar karşısında ilk itiraz eden ve direniş gösterendir. Bu yüzden sabah okula gitmek yerine tabiatın koynuna kaçmayı arzulayan bir bellek ile konuşabilir:

Bugün canım

Hiç okula gitmek istemiyor

Beni de yanınızda

Alın götürün kuşlar

Kekik kokulu o çayı,

Deredeki balıkları.

Kelebekleri ve ninemi

Çok özledim inanın 

Kuzuların peşinden koşmayı

Uçuç böceklerini tutmayı

Gölgesinde uyumayı

O çınarın

(“Alın Götürün Beni Kuşlar” şiirinden)

Akçiçek, dinsel söylemi ifade etme açısından da geleneksel metinlerden ayrışır. Her şeyden evvel din, şiirindeki çocuğa adalet duygusu ve vicdan olarak derin bir duyuş ile yansımıştır. Her ne kadar şiirindeki çocuğun Müslüman bir kimlik taşıdığını fark etsek de; şair, bu yaklaşımı bir form olarak değil, içselleştirilmiş ve hayatının anlamlı bir pratiği olarak yaşar; kimliğini bir dayatma aracı olarak kullanmaz. Kimliğini, içindeki adalet ve vicdan duygusunu besleyen temel dinamik biçiminde içselleştirir. Bu yüzden karşımızda vaaz veren ya da bir vaaza muhatap olan çocuk bulamayız. Vaazın temasındaki vicdanı ve adaleti -olması gerektiği gibi dini, dili, ırkı ve mezhebi ne olursa olsun, acıların yaşandığı bütün coğrafyalara doğru yayar.

Çocukluğu 1960’ların ve 70’lerin küçük bir kıyı şehri olan Ordu ilinde dere kenarlarında geçen Akçiçek’in şiirindeki çocuk da kendisi gibi çevreye karşı duyarlıdır. Şiirindeki çocuklar deniz ile, martı ile, çiçek ile sürekli konuşan çocuklardır. Şiirindeki çocuğun uçurtması, balonu yoktur; ancak zalimlere karşı direnebilecek öz güvene ve vicdana sahiptir. Filistin’i, Bosna’yı, Çeçenistan’ı Somali’yi zalimlere karşı savunur ve sözünü esirgemez. Müslüman kimliğini boynunda taşır; ama bütün şiirlerinde Çinli, Yunanlı, Kızılderili, Eskimo çocuklarına seslenebilir. Aynı zamanda bedensel ya da zihinsel engelli çocuklara karşı empati gücü geliştirmiştir.

Biraz gökyüzü verin bana

Hamburgerleriniz

Kolalarınız ve

Çizgi filmleriniz 

Sizin olsun

Neyiniz varsa

Gökyüzünü

Bizden çalan

Hepsini alın

(“Gökyüzünü İsteyen Çocuk” şiirinden)

Gökhan Akçiçek’in şiirinde şair ve mekân ilişkisinin barışık olduğunu görürüz. Oysa modern şair, kent ile hesaplaşma üzerine kurar şiirini. Hatta modern şiirin ürediği mekân, her şeyden evvel kentin kendisidir. Modern kentler kurulurken, bireysel dil de ona göre dönüşerek günümüzün söyleyişine ulaşmıştır. Akçiçek’in şiirindeki çocuk da kuşkusuz modernleşmeden huzursuzluk duyar. Ancak şiirinde bizi hayal etmeye çağırdığı mekân, Bülbül Deresi’nin kenarına doğru uzayıp giden küçük bir Karadeniz şehridir. Doğallığın henüz tahrip edilmediği, şehrin ortasından geçen derenin suyunun çekilmediği ve kirlenmediği, hemen her evin önünden itibaren yükselen ağaçların kesilmediği ve hâlâ şairi besleyen pastoral bir fotoğraftır bu. Akçiçek’in şiirinde daha çok böyle bir mekândan bahsedebiliriz. Dolayısı ile şair, çocukluğuna çağrı yaptığı bu mekân ile barışıktır. Bu mekân ise reel olandan çok nostaljik’tir.

Çocuk edebiyatı adına 2000’li yıllar, Gökhan Akçiçek için oldukça verimli geçen bir zaman dilimidir. Kişisel biyografisine alınan çoğu kitabını bu yıllardan itibaren ortaya koyan şair, aynı zamanda düzyazıya da yönelerek teması yine çocukluğuna açılan öyküler ve anılar olan kitaplar kaleme almıştır. Uzun yıllardır yazdığı şiirlerini bir araya getirdiği ilk kitabı Bulutlar Örtmese Güneşi (1995) ve ardından yayınladığı Bülbül Deresi Şiirleri (1996) bu yoğun yazma sürecinin kapısını aralayan önemli kitaplar olarak değerlendirilebilir. Daha sonra, Çocuklara Ölüm Yakışmaz (2001), İnce Hüzünler Senfonisi (2005), Yaban İncirleri (2006), Denizlere Söylenen Şarkı (2007), Yakamıza İlişen Rüzgâr (2010) ve Her Harfin Bir Şiiri Var (2012) adlı kitapları ardı ardına yayımlanır. Bu noktada müthiş bir birikim ve söz söyleme istencinden söz edebiliriz. Buradan hareketle, tematik bütünlük içeren Her Harfin Bir Şiiri Var kitabı için kısaca bir değerlendirme yapmakta yarar var. Söz konusu kitap, A’dan başlayıp Z’ye kadar her harf için yazılmış şiirlerden meydana gelmektedir. Gerçi kitapta başka bölümler de var; ancak asıl ana omurga bu harfleri merkeze alan şiirlerden oluşur. Akçiçek, bu kitabında da geleneksel çocuk edebiyatçılarından farklı bir tutum izler. Çocuklara harfleri öğretmek, harflerin seslerini vermek kaygısı yerine modern şiirin belleğinden hareket ederek, harf üzerine yoğunlaşan bir imgesel söylemi tercih eder. Âdeta harfleri yeniden anlamlandırır. Onlara bir ruh ve duygu yükler. Örneğin, harfinin şiirine bakalım:

Kertenkeleler getirmiş olmalı

Beni bu alfabeye

Yerimi yadırgamıştım önceleri

Kolay oldu

Alıştım sonra

Çok yaşa bile

Diyorum artık

Çekinmeden,

Hapşıran biri olursa” (s. 15)

Görüleceği gibi harfinin şekline ya da sesine ilişkin kaba didaktizmi yansıtmak yerine harfine bir kişilik yükleyip öyküleştirmeyi tercih eder. Daha açık ifadeyle salt şiir olarak bakar meseleye.

harfinin şiirini okuyalım:

Benimle aya çıkamazsınız

Yıldızlara da.

Belki bir erik

Ağacına tırmanırsınız

Belki de bir

Elma ağacına

Sakın denemeyin hiç

Karanlıkta

Her ateş böceği

Benzer biraz,

Sokak lambasına” (s. 20)

Her Harfin Bir Şiiri Var kitabının diğer bölümleri, “Renklerin Şiir Dili”, “Hayatın Şiir Yüzü” ve son olarak “Bize Yakın Şiirler” üst başlığını taşıyor. Renklere ve hayvanlara ilişkin şiirlerde ise Akçiçek’in kişisel dünyasında bir karşılığı bulunan meselelere yöneldiğini görüyoruz. Özellikle kitabın arka kapağında okuduğumuz harfi için yazdığı “Mazide Kalan Sızı” isimli şiiri, belki de bu kanaatimizi test etmemize imkân aralayan anahtar bir şiir gibidir.:

gokhanakcicek3

Yıllar önceydi

Başını öne eğmiş

Duruyordum

Bir ağacın altında.

Hiç değişmemişsin

Yine gözlerinde

O gülümseme,

Aşk olsun sana.

Pabuçların boyalı

Ütülü gömleğin.

Yine ilikli

İlk düğmesi ceketinin..

Hâlâ defterimin arasında

Duruyor,

Anılarınla

Çocukluk resmin..”

Anlaşılacağı gibi burada tamamıyla kişisel bir Gökhan Akçiçek öyküsü söz konusudur. Bu açıdan, kişisel bir şiirin izini sürdüğünü yineleyebiliriz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kızılderili bir çocuğu konuştururken bile aslında Akçiçek’in kendi acıları üzerinden yürüyoruzdur. Bu, ise Akçiçek’i çocuk edebiyatı alanında ürünler veren çoğu isimden ayrıştıran bir yaklaşımdır. Arafta duran şiir yazmasının gerekçelerinden birisi de onu diğer şairlerden ayrıştıran bu tutumudur. Kimi vakit kendi öyküsünü farklı çocuk kimlikleri üzerinden anlatırken yetişkinlik ve çocukluk arasında gidip gelmeler ve imgesel çağrışıma açık kapılar bırakmalar da bu yüzdendir. Bir bakıma Akçiçek, etrafındaki her şeye bir çocuğun bellek ve duygu örgüsünden süzülmüş duyarlılıklar izleği ile bakıp, ona kendi kişisel öyküsünden malzemeler katarak çocuğa yakın durduğunu ortaya koymaktadır. Bu yakınlık bize o kadar tanıdık geliyor ki; bu yakınlığı kolaylıkla kendi hayatımızdan, kendi çocukluğumuzdan sahneler ile örtüştürebiliyoruz. Bu örtüşme, Akçiçek’in şiirinin herkeste çabucak çoğalmasına da kapı aralıyor. Şairin 2012 yılı itibarıyla yayımlanmış son ürünü olan Her Harfin Bir Şiiri Var adlı kitabı 20 yıla yaklaşan yazı sürecinin hem geldiği noktayı göstermesi bakımından, hem de bundan sonra gidebileceği teknik ve tematik koridoru kestirmek bakımından ayrıca önemlidir.1

Yazı ve şiirleri; Dergâh, Hece, Uzak, Türk Edebiyatı, Şiir Ülkesi, Kırkayak, Ünlem, Mavi Kuş, Kültür Dünyası, Kertenkele, Kum Yazıları, Ada, Kırağı, Yitik Düşler, Yolcu, Mor Taka, Mühür gibi dergilerde yayımlandı. 1992 Yılı Milli Eğitim Bakanlığı Çocuk Kitapları Şiir Ödülü’nü ve 1995 Yılı Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Ödülü’nü aldı. Şiirleri ders kitaplarına seçildi. Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Kitapları Danışma Kurulu Üyeliğinde bulundu. Ulusal ve Uluslararası birçok etkinliğe yazar ve şair olarak davet edildi.

ESERLERİ:

Şiir: Bulutlar Örtmese Güneşi (1995), Bülbül Deresi Şiirleri (1996), Çocuklara Ölüm Yakışmaz (2001), İnce Hüzünler Senfonisi (2005), Denizlere Söylenen Şarkı -Seçme Şiirler- (2007), Yakamıza İlişen Rüzgâr (2010), Her Harfin Bir Şiiri Var (2012).

Anı- Öykü: Yaban İncirleri (2007).

Antoloji: Anne Bu Şiirler Sana (2008), Ordu Şairleri Antolojisi (2008).

Deneme: Kırık Sesler Sokağı (2010), Uykusuz Sular (2013), Şiire Benzese Sesim (2015). 

Armağan Kitap: İhsan Gürdal Kitabı (2008), Azer Yaran Kitabı (2015), Edebiyatımızda Alucra (2018).

KAYNAKÇA:

  1. Selçuk Küpçük, Türk Dili
  2. İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER :

 

SON ŞARKI

Dokunun bana

Tutun ellerimi

Sıcaklığınız biraz

Kalsın bende

Korkmayın taşırım

Hepinizin sıcaklığını

Taşıdığım gibi alnımda

Gökyüzünü, güneşi ve yalnızlığımı.

 

Uzatın ellerinizi

Dokunun bana korkmayın

Ellerinizle saçlarımı okşayın

Daha derinden duyarım

Sıcaklığınızı yüreğimde o zaman

Ben de bırakırım sıcaklığınızı

Kutlu bir emanet gibi sevgiyle

Öpüp kokladığım son güle.

 

YOLCULUK

Gideceğiz elifbam

Şu yağmurlar

Bir dinsin

 

Kuşanıp gideceğiz

Bir sabah

İlk ışıklarını güneşin

Gideceğiz mis kokulu kırlara

Sana kuş sesleri

Anneme çiçekler

 

Gideceğiz elifbam

Şu yağmurlar

Bir dinsin.

 

GÜLLER İÇİNDE

Anneciğim dua et

Ölen kedimiz

İçinde

Çiçekler topladık biz

Bütün çocuklarla

Yeni bir ev yaptık ona

Güller içinde.

 

DUA

Allah’ım

Ne olur

Bizimle sessiz sessiz

Kur’an dinleyen

Güvercinler de

Girsin cennete.

 

GÖKYÜZÜNÜ SEVMEK

Bir sen biliyorsun Allah’ım

Kuşlar için dua ettiğimi

Ve kuşlar gibi

Mavi gökyüzünü

nasıl sevdiğimi.

 

GÜL TAŞIRDIM DURMADAN

Bahçemde gül ağacı

Her günyeniden açardı

Yıldızlarım gökyüzünde

Mutluluk saçardı.

 

Uykumda bir beyaz gemi

Alıp beni götürdü

Ak sakallı dedeler

Masalları süpürdü.

 

Uçardım ben de kuşlarla

Uzak sessiz diyarlara

Gül taşırdım durmadan

Gönlümdeki saraylara

 

Ne kadar çok sevinirdim

Gökyüzünü görünce

Çiçek açardı dallarda

Annem beni sevince

 

Koşardım bahçelerde

Çiçek çiçek gezerdim

Boynuma paptyalardan,

Zincirler dizerdim.

 

Yankısı var kulağımda

O güzel ninnilerin

Öpesim gelir ellerini

Bütün annelerin

 

Dilerdim Rabb’imden

Yılsızlarım hiç sönmesin

Sıcacık yuvamızdan

Sevgiler eksilmesin.

 

Gül taşırdım durmadan

Gönlümdeki saraylara

Uçardım ben de kuşlarla

Uzak sessiz diyarlara.

 

MUTSUZ ÇOCUK

Kırmızı bir balığım var

Akvaryumda,

Mavi bir kuşum var

Kafeste,

Balkonda suladığım çiçeklerim var

Yorulmadan çıkmak için

Oturduğumuz kata

Asansörümüz bile var.

 

Ama yine de

Mutlu değilim

Bir şeyler eksik

Bir şeyler galiba…

 

ŞARKILARINIZLA GELİN

Çiçeklerinizle gelin

Bu şehre

Kuşlarınızla gelin

Kelebeklerinizle gelin

Uçurtmalarınızla

Ve şarkılarınızla gelin

Ama sakın

Uçaklarınızla gelmeyin

Ne olur

Uçaklarınızla gelmeyin…

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen