Köyümüzde ceviz, dut, kiraz, meşe vs. ağaçlarımız var gölgelerine sığındığımız. Hepsi binlerce yıllık birikimleri getirir önümüze.
Bir şarkımız var bizim Yusuf Nalkesen yazmış bestelemiş;
“Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz,
Hep el ele vererek hayâller kurduğumuz,
Kimi üzgün, kimi gün neş’eyle dolduğumuz,
O ağacın altını şimdi anıyor musun?”
Yapraklarını döktükleri zaman unuturmuşuz onları. Ama bahçıvan olan yapraksız halinden tanırmış.
Gece yıldızları seyredersiniz kıpır kıpır. Dağlara bakıp bakıp “Tutam yâr elinden tutam, Çıkam dağlara dağlara” deyip iç geçirirsiniz.
Yaprağını dökmüş bir kavağa türkü söylersiniz;
“Şu kavak meşe kavak,
Dalını döşe kavak,
Yârim gölgende yatmış,
Sen binler yaşa kavak.”
“Gün akşamlıdır devletlim, dün doğduk bugün ölürüz” diye bir ses gelir dağın ardından.
Vecdi Bingöl’ün sözlerini yazdığı, Sadettin Kaynak’ın bestelediği şarkı gelir aklınıza.
“Enginde yavaş yavaş,
Günün minesi soldu,
Derdim bana arkadaş,
Bugün de akşam oldu.
Gölgeler indi suya,
Kuşlar vardı uykuya,
Gurbeti duya duya,
Bugün de akşam oldu…”
Sulara bakarsınız yine bir şarkı gelir yanı başınıza Vecdi Bingöl- Sadettin Kaynak ikilisinden;
“Menekşelendi sular, sular menekşelendi,
Esmer gözlü akşamı dinledim yine sensiz.
Leylak pırıltılarla bahçeler gölgelendi,
İnledi yine bülbül, olmazmış gül dikensiz…”
Dünya dedikleri de bir gölgelikmiş zaten.
Abdurrahim Karakoç Ağabey de gölgede duranın gölgesi olmaz diyordu.
Beden gölge, can bir fener,
Vakti gelir yanan söner,
Cümle alem semah döner,
Dağlar yürür aşk içinde.
Bazen de gölge gölgeye değermiş.
Ama biz vefalı olalım efendim.
Gölgesine sığındıklarımız olsun hep.
Vakit bulup köye gitmeli. Gölgelerin de bekledikleri vardır belki.