İyi ki gönlümüzün sahili yok bizim.
İzler denize varınca bitermiş, sonra da sonsuzluk başlarmış.
Gece en son düşündüğün, sabah ilk aklına gelenmiş sevdiğin.
Akşam gün batar, sabah bir ümit doğarmış sislerin arasından.
Dünyanın akşamı üstüme çöker,
Beklerken sevdanın sokaklarında.
Hasret nefes nefes içini çeker,
Sisli bir sabahın dudaklarında…
Bir şehir uyanıyordur senli. Ses beklersin ellerinle, titreyen kim bilemezsin.
“Daha bundan güzel müjde mi olur,
Merhaba diyorsun telefonda sen” der Cemal Safi. Mihriban bir güzeldir saçlarıyla bağlandığın, yüreğine kör düğümler atılmıştır. Bir Urfa türküsü diyor ya;
Keman mıdır yay mıdır?
Güneş midir ay mıdır?
Zülfüne bağlanmışım
Ayrılmak kolay mıdır?
Dizinde ses bulduğun bir kanunun telleridir saçları. Halil Altınköprü’nün Munis’idir say ki.
Bu şehir hayata uyanıyorken,
Ellerimde ses olur avuçların.
Şarkılar maviye boyanıyorken,
Bir kanunun telleridir saçların…
Gözlerine düşersin kuyu kuyu. Menekşeler göğünde bayrak olur, dalga dalga gelir gider, sırılsıklam olursun. Buzlarda ısınırsın.
Yürürken gölgeli buz köşelere,
Bakışların merhamet kadar sıcak.
Mehtabı işlerim menekşelere,
Gözlerin göğüm de dalgalanacak…
Beklersin zamanın içinde. “Hastanın sabahı beklemesinden, taze ölünün mezarı beklemesinden, şeytanın günahı beklemesinden” daha ötededir bu bekleme.
Varsın “bekliyor” desinler. Varsın ” Bazen duraklar bile yorulur beklemekten” desinler. Beklemek, beklenenedir.
Aslı olmazsa gölge olmaz.
“Zaman bir kutsal tabaka”dır Bahattin Karakoç’ca.
“Gözleri Leyla’da yunmuş can suyudur” beklenen.
Gözlerin de sahili olmaz. Dalar gidersin, ne güzel…
Gelene gidene bekleyen ne der
Zamanı yaşarken ebedle ezel?
Aslının peşinde yüzer gölgeler,
Gönlümüzün sahili yok ne güzel…
Gözlerinin sahili yok ne güzel…