Bir akademisyen arkadaştan köyümüzün tarihini nasıl ve nereden öğrenebileceğimi sormuştum. Sohbet esnasında “Eski tarihli, türbe, yatır falan var mı?” diye konuşmuştu. Vatanı bekleyenlerdi onlar.
Suriyede’ki Bayır Bucak Türklerinden bir çocuğumuz yaralanmış, bizim sınırımızdaki hastaneye getirmişler, orada da vefat etmiş. Yanında dedesi var. “Bizim buraya defnedelim torununuzu” demişler. Dede kabul etmemiş, “Doğduğu yere defnedeceğim torunumu, bizim ölülerimiz de vatan bekler” demiş.
Murat Çobanoğlu 2005 yılında Ankara’da vefat etmişti. Feyzi Halıcı Hocam “Kars’a defnedin, orada serhatte, sınırımızı beklesin” demişti.
Bizim türkülerimiz de vatan bekler efendim.
Şimdi sınırlarımızın dışında, gönül sınırlarımızın içinde olan “vatanlardan” bir kaçının türkülerinin adını yazalım.
Ben giderim Batum’a, Halep’te bir güzel gördüm, Aman aman Bağdat’lı, Şu Yemen’de akarsular akmıyor, Kırım’dan gelirim Adım Sinan’dır, Sivastopol önünde yatar gemiler, Selânik içinde selâm okunur, Estergon Kal’ası su başı durak, Tuna Nehri akmam diyor, Budin dedikleri Aksu’yun başı, Mayadağ’dan kalkan kazlar, Vardar Ovası, Arda boylarında kırmızı erik…
Bir de Kerkük var tabi.
Demiş ya Yetik Ozan;
“Balam Kerkük, yeller düşmüş bağrına;
Boz baharda tozar tozar gidersin,
Yel neme ne, eller düşmüş bağrına;
Lokmalanır azar azar gidersin,
Ele kalma,
Bele kal, ele kalma,
Özüm özüne kurban,
Menim ol, ele kalma.”
Bir türküde de;
“Yıktılar kalamızı,
Sürdüler balamızı,
Daha can boğazdayken,
Çektiler salâmızı”
diyordu .
Kerkük’lü Prof. Dr. Suphi Saatçi Bey Türk Yurdu Dergisi’nde yazmıştı; “Özellikle 1924, 1939, 1946, 1954, 1959, 1970, 1980, 1991, 2003, 2004, 2005 ve 2006 da Türkmen toplumu büyük baskı, tehdit, tehdiş, sindirme, hapis, sürgün, katliam, ölüm, idam ve bombardımana maruz kalmıştır.”
Dr. Necdet Koçak Kerkük’te bir aydındı. Türkiye’de okumuştu. İdam sehpasına giderken “Ağaç budandıkça göğerir” diyordu. Darağacındaki güzel insanları da elif görürdük biz. Bir şiirde kullanmıştım;
Hakk’a susarız kandıkça,
Çelikleniriz yandıkça,
“Göğeririz budandıkça,”
Elifce ölüşüm ondan.
Yine Yetik Ozan yazmıştı;
…
…
“Azat dolaştığım dağı, yamacı
Sardı tutsaklığın kanlı kulacı,
Burda düşler tatlı, gerçekler acı,
Acep nice sizin orası kardaş!
Ben ekerim, yâda kalır ekinim,
Buğday başaklanır, boy verir kinim,
Eli doyururken soframla sinim,
Yanar boğazımın şurası kardaş!”
…
…
Ali Akbaş Ağabey de söylemiş;
“Kerkük bir öbek kar, çöl ortasında
Ah anamız ağlar el ortasında,
Sağır mısın, sağır mısın Ankara?
Öldük güpegündüz yol ortasında.”
Bu da destan Şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’ndan;
“Sözü hoyrat söylerem,
Yani, feryat söylerem,
Dilim Şirin’dir benim,
Ferhat! Ferhat!.. söylerem.”
Kerkük Türküleri de bir birinden güzel;
Dağlar yeşil boyandı, Yüz aydı, Ağlama ceylan balası, Kalenin dibinde bir taş olaydım, O yana dönder meni, Ninna ninna, Çakmağı çak, Gözellerden üç gözel var sevilir, Ay dolanaydıAğam Süleyman, Esmerim gözel esmer, Kaleden kaleye şahin uçurdum, Kalk gidelim şıh bağına gazele…
Hoyratlar da bir başka güzel;
Kan bağlar
Her terefte kan bağlar
Kerkük’ü Türkiyem’e
Can bağlarsa kan bağlar.
O yâr gözün,
Kim gördü o yâr gözün?
Aslan gücünden düşse,
Karınca oyar gözün.
Kerkük’üm fener kerkük,
Mum kimin yanar Kerkük,
Yağ yandı, fitil bitti,
Korharam söner Kerkük.
Kerkük’te Osmanlı Subayları Mezarlığı Kitabesinde şu yazıyormuş; “İslâm’ın bayrağını yükseltme ve bulundukları yerlere hizmet götürme mücadelesi verenler için bağrında yattıkları toprak, gurbet değil vatandır.”
“Vatan”ı unutmamak temennisiyle…Yine Yetik Ozan söylesin;
“Yiğidin yarası can üzerine;
Tasalanma, şandır şan üzerine;
Gün olur kuruyan kan üzerine
Sınırını çizer çizer gidersin.”