Yazan: Prof. Dr. Kulbek Ergöbek
Çeviri: Cemal ŞAFAK
Anıt tarihi, duvarlardaki sülüs tarzı nakışlı yazılar, Kazak halkının tarihi ile alakalıdır. Türbe “ünlü şair Hoca Ahmet Yesevi’ye tahsis edilerek yapıldı.” diyoruz. Öyle ise bu tasavvuf şairinin yaşadığı XII asır ile tarihi anıtın yapıldığı XIV asırlar arasında nasıl bir bağlantı var?
Ahmet 1094 yılında doğmuş. Arap, Fars yıllıklarının yazılarına göre Ahmet’in babası döneminin aydın kişilerinden biriymiş. O, çocuk Ahmet’i Arap, Fars dillerini yakın yerdeki İsfahan, Bağdat şehirlerinden özel öğretmenler getirip okutuyor. 16 yaşında Ahmet, doğu edebiyatını ve felsefesini çok iyi tanıyor. Kendisi de şiir yazmaya başlar. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra o Arap Edebiyatındaki ünlü şairlik okulu, dervişler şiirinin belli temsilciliğine yönelir. Araştırmacıların söylediğine göre Ahmet, halk arasında adaletliliğiyle ünlü olmuş. Hatipliği ile bilge vatandaşlığı onu halk arasında önemli bir mertebeye getirmiştir. “Ahmet söylemişti.” denen etkili ve ibretli sözler elden ele, nesilden nesile ulaşıyordu. O hayatının son senelerini Maveraünnehir topraklarında kargaşalı bir zamanda geçiriyor.
Dünyanın adaletsizliğine ilgisiz kalmayan şair evhamlaşıyor. 1157 yılında yaklaşık 63 yaşa geldikten sonra ”Bundan sonra yaşamam kâfirlik” düşüncesiyle bugünleri kendi türbesinden güney doğuya doğru 150 metre uzaklıkta bulunan kaşıklıkta mağara kazdırıp kalan zamanını o “Halavatta” (Ölüm döşeği, insanın yalnız kalmak istediği boş yer) geçiriyor. Halavatta geçirdiği 10 sene içinde şair kendisinin ünlü ”Hikmet” (Danalık-bilgelik sözler) adlı sıralı şiirlerini yazdı. Şairin söylediğine göre, şiirler, 400 kıtadan oluşuyormuş. Bize ulaşanı ise o büyüklükte değildir. Şiirlerin orijinali muhafaza edilmemiş. Bize ulaşan nüshaları XV-XVIII asırlarda kopyalanan türleridir? Bu derleme kitabı bu asrın başında İstanbul, Kazan, Taşkent şehirlerinde tekrar yayınlandı.
Zorluklarla zulümlük, açgözlülük ile rekabet kavramlarını çokça eleştirip ar-haya saflığını korumaya çağıran büyük şair, 1167 yılında 73 yaşında vefat ediyor. Kendisini seven yerel halk ve onun yolundaki öğrencileri şairin vücudunu halavattan çıkarıp şimdiki türbenin bulunduğu yere defnediyorlar.
Şairin mezarına önceleri gösterişli ve güzel bir kubbe koymuşlardı. Maalesef, sonraları Moğol istilacıları zamanında (13.Asır) yıkılıyor.
Şimdi gözümüz önündeki müze-türbenin tarihine göz atalım:
XlV asrın ikinci döneminden başlayarak Türkistan bölgesini Moğol’un Türk soyundan olan ve Barlas kabilesinden çıkan Taragay Bey’in oğlu Aksak Timur yönetiyor. O ilim ve kültürün gelişmesine çok önem veriyor. Savaşta tutuklanan mimar ve ustalara şimdiki Orta Asya ile Kazakistan topraklarının bazı yerlerine mescit, türbe, şehir, medrese vb. yapılar inşa ettiriyor. Onlardan birisi de, söz konusu olan Hoca Ahmet Yesevi türbesidir. Şaire saygı gösteren halkı o saygının da etkisiyle kendi otoritesinde tutmak isteyen Aksak Timur, 1395 yılında şimdiki güzel kubbeyi yapmaya ve onu korumaya karar vererek buyruk çıkarıyor. Emrin bir nüshasını Kazakistan kültür Bakanı yardımcısı, tarihi anıtları düzenleme yolunda çok önemli işlere önderlik eden Özbekali Janibekov bana vermişti. O şimdi bende saklı.
Anıtı Doğu’dan getirilen mimar ve ustalar yapmış, türbe böylelikle ortaya çıkmıştı.
Kazak toprağında hayvan derisine yazılan emirlerin (buyrukların) saklandığı nadirdir. Onlardan “Jeti Jarğı”[1] gibi bazı önemli ve tarihi değerlilerini âlimlerimizin araştırmaya başlaması gönlümüze dolan gelişmeler. A. Derbisali’nin söylediğine göre, bu jarğılardan (tüzük) biri Aksak Timur devrinin anıtıdır. Bu gelecekte özel araştırmayı gerektiren kültürel bir mirastır.
Âlim konuşma sırasında bu eseri Doğu’dan getirilen ustaların yaptığını söyledi. İlimde varsayım durumunda yaşayan bu fikirleri sevinçle karşılayıp yine de “Delilsiz söylendi mi?” şüphesiyle bakan bir düşünce içindeydik. Hayır, âlim fikrini yazıların gizlerini açarak bağladı.
“Türbe duvarına” “Bu anıtın ustası Hoca Hasan Şirazi” diye yazılar yerleştirilmiş. Bu, anıtı Şiraz şehrinden getirilen usta yaptı anlamına gelmektedir. Buna ek olarak fikri destekleyen evrak Hoca Ahmet Ziyareti bölümüne yerleştirilen öğrenci odaları için hazırlanmış bölümde bulunan, yüksekliği bir buçuk metre olan bakır çırağdaki yazıdır. Orada “Bu kandili yapan İz ad-Din bin Tadj ad din el-İsfahani 799 yıl” diye yazılmış. Eskilerden hatıra olarak bize ulaşan değerler anıttaki yazı, onu yapan ustanın İsfahanlı olduğunu gösteriyor. Hicri 799 yılı bizim 1396 yılımıza tekabül ediyor. O zaman tarihi deliller ile yazılar birbirinden ayrı gitmiyorlar. Tabi türbenin yapılması ile yukarıda söylenen bakır çırağın yapılması hakkında Şaraf ad- Dinnin ‘Zafername’ yıllığı ile, Masson eserlerinde araştırılarak söylenecek hâlâ birçok delil var. Burada söylenecek ilgin bir durum da; güzel kubbeyi yapan ustalar, şimdiki lisanla telaffuz edersek “mimarlar” gerek halkın yaşantısını, inançlarını çok iyi derecede kavramış gerekse yapıya o halkın yaşayış tarzını bezemeye, nakışlamaya çalışmışlardır. Anıt duvarının şimdiki yaşantımızla ilgili ince düşünceyle bezenmesi bunun ispatıdır. Hatta yazının kendisi de ustalıkla nakışlanmış.
Absattar’ın lafzında ortak konuşmayı devam ettiren eski yazı sırlarına geçsek düşüncesi vardı. Aslında gözü büyüleyip gönülü okşayan bu güzel kubbenin değeri, en değerlisi, eski yazılardır. O yazılardan bu tarihi değeri oldukça yüksek anıt sırrını genel olarak halkımızın kadim kültürüyle ilgili birçok bilmecenin cevabını beklediğimiz doğrudur. “Elbette tarihi anıttaki türlü yazılar o zamanın yansıması olduğu için dini ve ahlaki ağırlıktadır” diyor âlim. Ama bunlara yadırgayarak bakmak olmaz ki. Onları, tarihi kültür örneği, diye kabul edip ve araştırmamız gerekiyor.
İşte bu şairin mezarı bulunan bölüm “Kabirhane”dir. Kapının sol kanadına şöyle sözler yazılmış. “Allahtan başka yaratıcı yoktur. Muhammed onun elçisidir.” (Bir yazı harflerinin, yüksekliği yaklaşık 50 santimdir.) Ondan biraz aşağıda biraz küçük harflerle yine aynı dilde “Bunu yazan usta Muhammed Niyaz Marğilani 1303 yılı” diye yazılmış. Yukarıdaki ilk cümle önceleri XV. Asırdaki yapıyla beraber yazılmış olabilir. İkinci cümle ise hicri 1303 yılına, yani M.S. 1895 yılına tekabül ediyor. Bu yazı sonradan yenilenmiş gibi.
Yazının temel bölümü eski doğu stilinde ustaca yapılan kapılardadır. Bu yazılardan birinin anlamı şöyledir. “Bu anıtı yapacak usta bu bitse bile, o Allah’ın hoşuna gidecek başka kapı yapmak için çalışır.”
Türbenin doğu tarafındaki temel iki dış kapının birinde şöyle bir yazı var. “Büyük insanların kapısı, baht mekânıdır. Büyük insanların aşkı, hayrı bahtın anahtarı. Yiğidin (bünyesindeki) güç kuvveti zenginliğin rüzgârıdır.”
Ziyarethane kapısının çerçevelerine yapıştırılan kalın saç üzerine sarımsı tunç boya ile nakışlanan türlü yazılar görülüyor. Ama onların çoğunluğu zaman içerisinde paslanmışlar. Onların bazılarını okumak mümkündür.
Genel olarak türbe duvarları ile kapılarında nakışlanan yazılara baktığımızda fark ettiğimiz şey şu: Onlar o devrin ahlaki nasihat ve dini bilgileridir. Yazıların bazılarında yerinde söylenen adalet ve merhamet hakkında, barış ve bilimin faydası hakkında halâ da önemini kaybetmeyen özlü sözleri bulabiliyoruz. Bunlardan daha geniş olarak bahsetmek gerekiyor.
Evet, o yazıların her biri kadim kültürümüzün eski ağzı, başlangıç devresi olması hesabıyla değerli olabilir. Kendi edebiyatı ile dilinin tarihini dini yazılardan başlayıp ilmi görüşlerle de destekleyen milletler o kadar çok ki. Bir an türbe duvarındaki yazılar derviş şair Hoca Ahmet Yesevi hikmetindeki şiir satırlarıyla örtüşüyor ümidiyle seviniyoruz. Alime sorulan bu konudaki soru üzerine alınan cevap da böyleydi.
Ünlü şairin şiirleriyle aynı olan satırlara şimdilik bu türbe üzerinde rastlamadık. Ama yukarıda tercüme edilen cümlelerin her biri de özetle Hoca Ahmet Yesevi anlayışıyla nasihat eden, ahlaki özellik yansıtan sözlerine benzer yapıda ve anlamdadır.
Mavimsi gökyüzünde dolaşan mavi kubbeli eski türbenin içinde Kazak milletinin her devirde yaşayan han ve beylerin defnedildiğinden de haberimiz var. Alim’in konuşmasından millet tarihine, hanlar kaderine bağlı durumlar çıkmaz mı dendiğinde aklımıza bir soru takılıp kalıyor.
Bu şekilde defnedilenlerin mezar taşlarının sayısı 30 civarında. Aradan 600 sene geçmesine rağmen ağırlığı yarım tondan ağır bu mermer taşların hiç bozulmayan yüzünü görebilirsiniz. “Kisi jüzü”[2] (kişi cüzü) görünüşlü. Yerel halkın bu taşlara “Aynataş” demesinin nedeni belki de bundandır. Bu mermer taşlardaki yazılar çok açık ve rahat okunmaktadır.
İşte Desti Kıpçak toprağının ünlü hanı Abilhayır’a ithaf edilen mezar taşı karşımızda. Biz orada şu satırları okuduk: “Bu değerli temiz kabrin sahibi hazret sıfatlı ünlü han, şöhretli padişah, yer yüzündeki cömertlerin cömerti, uzunluğu ve genişliği bakımından büyük devletin destekçisi, sultanların sultanı, iki batı padişahlarının direği, hükümdarlarla gazilerin velisi, bütün padişahların padişahı, sultanlık tahtının layıklı mirasçısı Abil Hayır Han. Abil Hayır Han kendi haysiyeti, cömertliği ile tabii zarifliği bakımından gerçek müslümanın kendisidir. Onun kabri cennet bahçesinden biridir.”
Abilhayır’a ithaf edilen mezar taşındaki yazılar böyledir. Okuyuculara stilli kalıpla sunulan mezar taşındaki yazıdan halkın zamanında hanına nasıl hürmet gösterdiğini de fark ediyoruz. Bunun yanında genel olarak mezar taşlarındaki yazılardan halkımızın genel tarihi ile ilgili bir çok deliller de buluyoruz. İlmi eserlerle karşılaştırılan tarihi temeller ortaya çıkıyor. Onlar tarihimizle ilgili her türlü deliler ortaya koyuyor. Ünlü astronomici Uluğbek’in kızı Rabiya’nın Abilhayır’ın karısı olduğunu, onlardan yayılan soyun sonraki kaderini secere olarak yansıtıyor bu mezartaşları.
“Arıstarmen Ağıstar” kitabından…
[1] Jeti Jarğı: Tavke Han (1678-1718) döneminde kabul edilen Kazak halkının geleneksel örf-adet hukuku, tüzüğü.
[2] Kişi Cüz:Kazak Türklerindeki üç boydan birisi. (Ulu Cüz, Orta Cüz, Kişi Cüz)