Sait EBİNÇ[i]
Muhâyyilemiz gündelik hayatın zihnimizi daraltan te’sirinden sıyrılıp ömrün ilk vakitlerini yeniden yaşamaya başladığında sayısız çocuk yüzleri çıkar karşımıza. Eski ömrümüzden kesilmiş bir takım zaman parçaları elimizden yeniden tutar. İnsanca yaşamın ilk ve en sâf yuvasıdır çocukluk. İşte Gosberin bağı bu çocukluk yüzlerimizden biriydi. Çocukluğumuzun cennetiydi bu bağ. Bu bağ hâyatın temâşa zevkine erdiği bir cennetti. Muhitimizin çocukları için hâyal ve melâl mevsimleri bu bahçede geçerdi. O yaşlarda tarih ve takvim yoktu bizim için sadece mevsimler vardı. Bahçenin büsbütün hudutlarını iğde kokularının, salkım söğütlerin envâi türlü çiçeklerin zambakların, leylâkların sümbüllerin güneşte parıldayan ışıltısı, içimizde daha tatmadığımız lezzetleri ve sâadetleri sunardı..
Gosber kimdi? Neredeydi? Kozmik hafızanın uğultusu içinde üst üste istiflediği hadiselerin, hâtıraların, hâyalleriyle yüklü göçüp gitmiş bir eski zaman kervanının arkasında kalan öksüz bir kelâmdı Gosber. Şehrimizin çocukluk dünyamızın lügâtında mûkim diğer mekanlar ve isimler gibi Haçboğan, Acem Haço bütün bu sokaklar bağlar bahçeler içinde kurulmuştu. Kelimelerden nüfus kâğıdının sorulmadığı yıllardı o yıllar. Çocuktum, bütün bunları ben o zaman bilemezdim. Yaşım ilerleyip müphem ürpermelerin yerini bilmek ve anlamak zevkini idrak ettiğim zaman bu bağın bir emval-i metruke, Gosberin de bir bağban olduğu sırrına sonradan agâh olacaktım. Çocukluğumuz o kadar çok zengin kaynaktan besleniyordu ki mekânların isimlerini tarihini, coğrafyasını muhayyilemizde mânalandırmak beyhudeydi o yaşlarda. Çünkü çocukluğun cennetinde hatıraların tarihi olmaz sadece mevsimler olur. Merak edenler için söyleyeyim Gosberin bağı şimdilerde Suvaroğlu sokağında İmam Hatip Lisesi nin bulunduğu mekandı. Evimizin arkasında bir de küçük Gosber vardı. Van’da her sokağın bir gosberine rastlamak mümkündü o yıllarda. Bugünkü Cumhuriyet ilkokulunun yerinin Garabet Nedeniyan’ın dut bahçesi olduğunu acaba o muhitin sekene-i aslisi hatırlar mı? Şengül oğlu Agop’un bahçesinin letâfetini zerâfetini Gürgen Mahari’ kitabında anlata anlata bitirememektedir. Gosberin bağıyla boy ölçüşemeseler bile yaşadığımız muhitin meşhur diğer bağlarını da hatırlatalım. Kartalların üzüm bağı. Eyer memuru Abdurrahman Cebarut’un bağı. Kırmızıtaşların bağı, Alaatin’inbağı; Bu bağlar, içinde yaşadığımız iklimin ve mevsimlerin en son tanıklarıydı. Bu bağların güzelliklerini anlamak için ihtimal ki bu şehrin bağlarında bahçelerinde göz zevkini ve terbiyesini besleyen bir hayatı yaşamak icap eder.
Her şehirde muhite kendi hüviyetini katan mekanlar vardır. Bu mekânlar gündelik hayata sır, âsâlet, zevk duyarlılık katan unsurlardı. Nesilleri terbiye eden şehir ve mimari eserleridir. Şehirler en büyük zenginliklerini mazisindeki bu eserlerden alırdı. Ruh ve hissi terbiyemizde bu mekânların büyük rolü vardı. Bir şehri ruhundan tanımak istiyorsanız onun bahçelerine, bağlarına türkülerine evlerine bakmanız icap eder. Sanatın ve mimarinin bir mekân bilinci olduğunu sonradan anlayacaktım.
Eski Van evlerinin geniş duvarlı dikdörtgen pencerelerinin içinde alnını cama dayamış düşlere dalmış bir çocuğun kalp sâffetiyle hangi uzak dağların, hangi eski zaman bahçelerinin vakitlerini terennüm ettiğini bilmeden mekânın hususiyetleri anlaşılmaz. O dönemin bağlarından hâlen gönlümüzde kalmış tâdlarını hatırlayınca gülümsemeyen bir fani var mıdır acaba? Hâlen gönlümüzün en güzel köşesindedir o vakitler, o mekanlar bizdedir bizimledir. Burası bizim geçmişimizin barınaklarıdır. Hayallerimizin rüyalarımızın barınakları. Bunlar tarih kitaplarında görünmezler.
Meşeliklerin, korulukların, karaağaçların serin gölgesinde kendi hallerine bırakılmış eski zaman evlerinin sükûneti hayatın ezeli mâcerâsını terennüm ederdi. Bu evler sanki bir başka zamanın uzun yollarından geçip gelmiş yorgun bir yolcunun bahçelerin lütufkâr serinliğindeki inşirâhına benzeyen bir lezzeti ihsâs ederdi bizlere. Çocuktum bütün bunları bilecek yaşta değildim. Fakat bütün bu güzellikleri içeriden yakalayan bir kalb saffeti ve gönül sıcaklığıyla hissedebiliyordum. Bağların bahçelerin tabiat güzelliğinin ruhumuza verdiği genişlik, gönül sıcaklığı, gönül lezzeti ruhumuzu hudutsuzlaştırırdı. Muhitin ve mekânın kendi hususi iklimi içinde yaşadığımız ruh sezişiyle îtikadın ve idrakin iç benliğimizde kurduğu düzendi aslında. İçimizde kurulan bu düzen hayatımızın ve gönlümüzün iç peyzajıydı.
Çocukluğumuz bir bağ kokusuydu aslında. Ancak düş kuranlar geçmişi soluyabilirler. Geçmişin kokularını hâyal ve hafızada yeniden eski zamanlarına yerleştirebilirler. Diyebilirim ki eski evlerin eski bahçelerin ruhumuza sinmiş kokusu bütün gönüllerde aynıdır. O güzel kokular hafızamıza düştüğünde muhayyilemiz geçmiş zamanın yollarına revân olur.
Gosper gideli kaç yıl olmuştu? Bilmiyordum bağ ile bağban arasındaki bu firâkın yarım asır olduğunu tahmin edebiliriz. Gosber bizim muhitin hafızasında yetmişli yılların ortasına kadar yaşadı. Sonra Gosber’in bağına okul yaptılar. Gosberden yarım asır sonra ismi de yaşamımızdan ve mahallemizden göçüp gitti.
Sadece bağlar gitmedi mahalleden bağlarla birlikte kanallar. Ellerinde demir anahtar kanal boyunca gidip gelen çırpaşlar. Yaşlı Erik ağaçlarının altında güneşli bahar sabahlarının aydınlığında semaver eşliğinde yapılan kahvaltılar içilen ikindi çayları, bütün o yaşamın dekoruyla yaşamımızdan çekip gittiler. Şimdilerde onların yerini ağaçsız, ufuksuz, şahsiyetsiz beton binalar kapladı.
—————————
[i] Dr. Öğr.Üyesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü