Şehîdin Acı Haberi
Televizyon Kanalları, şehîd haberi veriyor:
“Yayınımıza acı bir haberle başlıyoruz: Pençe-Kilit harekâtı bölgesinde …”
“âile ocağına ateş düştü…”
“Acı haber şehidin âilesine ulaştı, evine bayrak asıldı …”
TRT de böyle veriyor, kimin sahiplik ettiğini bilmediğimiz birtakım kanallar da, böyle veriyor şehîd haberlerini.
***
Peki, şehîdlik nedir? Herkese nasîb olur mu?
Şehîdlik, çok yüksek bir mertebedir, herkese nasîb olmaz. Şehîd, Mahşer Gününde, pek çok kişiye de şefâat edecek, hatalı Müslümanları da kurtaracaktır. Mahşere İNANMAYANlara hatırlatalım: Ölüm, bir nevi uyku demektir, eceli gelmeyenin rûhu, bedenine iâde edilir ve uyuyan, uyanır. Ölümden sonra, çürüyen maddî bedendir, Ölümsüz’den gelen Rûh, ölmez. Kur’ânı Kerîmde, toprağın, kışın ölümünden sonra, baharda dirilişi anlatılır. Câhiliyye şâirlerinden biri (şâir, antenleri hassas kişidir) diyordu ki: “beni ittihâm etmeyeceklerini bilseydim, insanın da, bitkiler gibi tekrar hayâta döneceğini, dirileceğini söylerdim.”
Dünyâ Hayâtı; Yakın Hayat, yakındaki hayat demektir, burası, imtihan alanıdır; ergenlikten vefâta kadar sürer. Âhiret Hayâtı ise SONSUZDUR, EBEDÎdir. Bu sonsuzluk şöyle anlatılır: Dünyânın her yeri, oavalar, denizlerin, okyanusların yerleri, sapından ayrılmış buğday yığınları ile dolu olsa, bir kuş 1 tâne alıp gitse, aradan 1 000 yıl geçtikten sonra yine bir kuş gelip 1 tâne alıp gitse, bu olay böyle devâm etse, bütün bu yığınların tükenmesi için, tabiî, çoooook ama pek çoooook uzun zaman geçmesi gerekir, FAKAT; o tâneler SAYILI, MAHDÛD/sınırlı olduğu için, bir zaman gelir, tükenir. Âhiret Hayâtı ise TÜKENMEZ, SONSUZDUR.
Bu dünyadaki imtihânı kazananlar, GERÇEKTEN kazançlıdırlar, inancını yitirmiş olan, îmânsız ise, GERÇEKTEN ziyândadır.
Bu GERÇEK hatırda tutulunca, şehîdlik haberi “acı” diye verilir Mİ?
Sonsuz Hayatta çok iyi durumu kazanmış olanın, EN BÜYÜK MÜKÂFATI elde etmiş olanın, böylesine BAHTİYAR bir er kişinin, şehîdin durumu, NASIL “acı” olur?
Aklından zoru mu var bu ZAVALLI muhâbirlerin?
Şehîdliği, “acı” sıfatıyla haber yapan:
*YA zırcâhil bir diploma hammalıdır, (laik eğitim denilen zamâne modasının ürünüdür)
*Yahut; înançsızdır, îmânı yoktur (en büyük mahrûmiyet, yoksulluk), şehîdlik olgusuna İNANMAMAKTADIR, “ölen askere şehîd deniliyor” diye bilmektedir.
BAŞKA BİR İHTİMÂL VARSA; bildirin de öğrenelim.
Laiklik yaygaralarıyla bu milletin çocuklarını en temel İslâm bilgileri konusunda câhil bırakan zihniyet, eseriyle öğünç duyabilir!
*TV habercileri, böyle haber verirken, bir şehîd babasının, gayet vakûr bir şekilde, ayakta, dimdik: “vatan sağolsun” dediğini saygıyla, muhabbetle hatırlıyorum; o adam, bu milletin 1 000 yıllık islâmî-sözlü kültürünün temsilcisidir, milleti temsîl etmektedir, “o biçim” tv muhâbirleri ise, 1839 yılında Tanzîmâtla devlet olarak, resmen girdiğimiz, “çağdaşlaşma” diye kendimizi aldattığımız yörüngede giden, o tutumun ürünü olan diplomalı câhillerdir.
Yalnız onlar mı?
Diplomalı câhilimiz o kadar çok ki!
Okullarımızdaki müfredât öyle imâlâta devâm ediyor; biraz İslâm çeşnisi katılmasına da -çağdaşlık adına, devrimler adına- karşı çıkılıyor.
***
Öte yandan, içimizden KAÇ kişi, zahmet edip de bu kanallara telefon edip bu ÇARPIK DURUM, fecî YANLIŞ hakkında uyarıda bulunuyor?
Kanûnî Sultân Süleymân’a NEME LÂZIM? Durumunu anlatan Beşiktaş’taki Şeyh Efendi’yi rahmetle analım.
Bu yaygın yanlışa, çarpık anlayışa, gittikçe alış(tırıl)ıyoruz ve yerşleşme yolunda devâm etmesine, “neme lâzım! Mı diyoruz?
***
Yargıç mı, Hâkim mi?
İkisi de aynı zannedilir. Halbuki, kelimelerin târihi vardır, kelimeler, o milletin târih boyunca yaşadığı tecrübeleri yansıtır.
Hâkim, “hüküm veren” demektir, “hük(ü)m kelimesini, Dünyânın En Büyük Devleti’nin başındaki Osmanlı Sultanları, şöyle kullanıyorlardı:
“… kadısına HÜKM ki: Evvel-i Bahârda Sefer-i Hümâyûnumuz musammem ve mukarrer olub…” (İlkbahâr başında Semâvî buyruklar Yeryüzüne hâkim kılmakla görevli ordumuzun çıkışı planlanmış ve kararlaştırılmış olub…)
Bir yıl önceden, cihâd yolculuğuna, sefere çıkacak olan çekirdek ordunun geçeceği güzergâhtaki ve çevresindeki kadılara (kadı: mülkî âmir, hâkim, savcı, eğitim müdürü, vakıflar müdürü gibi görevlilerin HEPSİNİN gördüğü işi görürdü, kadı’nın yönettiği, günümüzde “ilçe” denilen yerleşim bölgesine “kaza/kadılık) denirdi.) böyle başlayan HÜKM gönderilir, hangi hazırlıkları yaparak seferdeki orduya nerelerde katılacakları bildirilirdi.
Yargıç kelimesi ise, “türkçeleştirme” akımı içinde, Türkçeyi iyi bilmediği anlaşılan heveslilerce, aceleyle uydurulmuş bir kelime gibi görünüyor. Evet, Türkçe’de yargı kelimesi vardır; “yargı verici” anlamında “yargıç” diye türetildiği görülüyor. İyi de, Türk köylüleri bu kelimeyi, yüzlerce yıldır “odun yarmakta kullanılan demir aparat, takoz” için kullanmaktadır: kalınca, kütüğe benzer odun parçasına balta ile vurulup açılan yarığa, “yargıç” denilen, kenarına doğru incelen, arkası daha geniş, enli demir parçası yerleştirilir, arkasın vurularak yarık genişletilir ve odun parçası ikiye yarılır.
Yargı kelimesi ile ilgili olarak, Türkçemizde, “yargıcı” kelimesi vardı, eski metinlerde yargucı diye geçer. Nitekim, -ismi galiba Kasım idi- yargıcı soyadını taşıyan bir zâtı hatırlıyorum. Yâni, “hâkim” yerine, illâ, mutlaka Türkçe kökenli bir kelime getirilmek istenirse, bu kelimenin “yargıcı”olması gerekir.
Güzelim Türkçe, hevesli, az bilgili, kifâyetsiz beceriklilerin etkili yerlere tırmanıp yaptıklarından dolayı, büyük, telâfisi zor zararlara uğramıştır.
***
Laikliğin Nimetlerinden
Yakında vukû bulmuş bir olay:
Bir kapıcı, karısından boşanır, yeniden evlenir. Evlendiği kadın da boşanmıştır iki çocuğu vardır, bu kadının çocuk yaştaki kızına, yâni üvey kızına, çok affedersiniz, tec… eder. Mahkûm olur, hapse atılır. Hapiste görenler, ekmek dağıtıp geziyor, derler. Kızcağızın babası durumu öğrenince tabiî, çok üzülür, ama elinden bir şey gelmez.
İmdi … bu insan şeklindeki yaratık, mahkûm olmuş, hapiste “cezâ”sını çekiyor. İyi, güzel… de hepimizin ödediği vergilerle besleniyor, barınıyor. Bu durumu “iyi”, “adâletli” gören var mıdır, bilmiyorum.
Böyle çirkin, fecî işlerin, İslâm şerîatında cezâsı, çok ağırdır, herkese ibret olur. Ama, insanımızın kafasında, 8 kuşaktır örülegelen görünmez ağlar, çoğumuzu o hâle getirmiştir ki, “böyle bir suç, İslâm Hukûkuna, Şerîata göre … diye ağzınızı açtığınızda, hemen: “aaa, bu ÇAĞDA, halâ mı Şerîat? Hangi çağda yaşıyoruz?” tepkisi hazırdır.
Ne güzel (!)
Değil mi?
***
“çağımız, 21. Yüzyıl” ÇOK MU İYİ?
“bu çağa uygun” yaşamak, İYİ, DOĞRU bir şey mi?
Bu konuyu düşünenimiz var MI?
***
Ağzını hemen her açışta, Besmele yerine, çok mühim bir şey söylüyormuş gibi “laiklik” diyen politikacıları tv ekranında gördükçe, “gülsem, isrâf mı olur?” diye, bir şey demiyorum.
Çoğu, laiklik nedir, BİLMEZ, laiklik târihine yabancıdır, Westfalia’dan haberi yoktur, o konuda BİR TEK kitap okumamıştır; böyle olunca, bu durumda, söylediğinin manâsını bilmeyen papağandan farkları var mıdır?
Laiklik gerekli midir? çok mu iyidir? Yoksa bu milletin değerlerine ters düşen olayların “uygun şekilde sunulmasına” kılıf olarak kullanılmakta mıdır? “Laiklik” denilen anka kuşunun Millet vicdânında karşılığı var mıdır?
Böyle sorular, laiklik bülbüllerinin aklına, hatırına asla gelmez; zâten düşünme özürlü olarak îmâl edilmişlerdir.
Aslında; ülkemizde “laiklik adına” yapılanlar, laiklik midir, yoksa, “İslâm düşmanlığı” olarak (dîn düşmanlığı değil; Hristiyanlar ve Yahûdîler daha rahattırlar, avantajlı durumdadırlar) sürdürülen “laikçilik” uygulaması mıdır, ayrıca ele alınmağa değer.
***
26 Temmuz 2023