Siyâsî mânâdaki “devlet”imizin, pek çok sıfatı bulunmakla birlikte, en şiirli ve hikemî olanı, “devlet-i ebed-müddet”dir.
Târık Buğra’nın, bir hikâyesinde, Evliyâ Çelebî’den naklen söylediği ve fâni insan ömrüyle ebedî devlet hayâtını terâziye çıkaran hârika cümle şöyle idi:
“Gün akşamlıdır devletlûm; dün doğduk, bugün ölürüz!”
Dün doğan insan, bugün ölecektir. Fakat Türk Devleti, ömrünü yarınlara aktara aktara ebedî olacaktır. Yâni, yarınlar devletin, dün ve bugün insanındır. “Dün ve bugün”, bitecek zamânın adıdır. “Yarın” ise, “dâimî yarınlar”a dönüşen bitmeyecek bir zamânı gösterir.
Yavuz Sultan Selim’in saltanat yıllarını anlattığı mısrâlarında Kemâl Paşazâde (İbn Kemâl):
“Şems-i asr idi asırda şemsin
Zıllı memdûd olur, zamânı kasîr” demişti.
Burada; gölgesi uzun, vakti kısa ikindi güneşi ömründen bahsedilirken, fevkalâde bir “uzun-kısa” tezâdı, san’ata dâhil oluyor. Yavuz’un şahsında insan, kısacık ömrüyle “asır” meydânında yer alırken, çok uzun görünen gölgeler de, varlığını, “Güneş”e borçlu olarak sürdürüyor. İnsan fâni, zaman fâni, gölge fâni, ama Güneş, ilâ-kıyâmet yerinde. İşte, Türk Devleti de, Güneş gibi, Allâh’ın takdîr ettiği vakte dek bozulmadan, dağılmadan vâr olacaktır. “Devlet-i ebed-müddet”, bu demek. Yâni, vâdesi Allâh katında biçilen devlete “devlet-i ebed-müddet” deniliyor.
“Devlet”, Türk örfünde dâima kucaklayıcı, sarıp-sarmalayıcı bir mânâ taşımıştır. Türk Devleti’nin vasıf ve hasletleri sıralanırken hayat bulan kelimelere bir bakınız: “Baba, müşfik, muazzez.” Uğruna insanların fedâ edildiği bir devlet mi? Yoksa insanın emrine âmâde, hizmet eden bir devlet mi? Türk Devleti, bu anket mantığının neresinde?
Durup dururken, insanla devleti aksi kutuplara yerleştirmenin hiçbir mânâsı yoktur. İnsan, gözü kapalı bir şekilde ve robot insiyâkı içinde devlete kul olamayacağı gibi, devlet de, kendine kastetmiş bir insana hizmet etmemelidir.
Devletsiz insan, ne kadar boş ve mânâdan mahrûm ise, insansız devlet de aynı ölçüde abesle iştigâl olur. “Devletlû” insan ve “insanlı” devlet istiyoruz.
Başkalarının yaptıklarını seyretmek ve hiçbir gayret göstermeden meydâna gelecekleri beklemek, “figüran” olma hakkını bile vermiyor.
Dünyâ’da, milletlerarası münâsebetlerde, “menfaat” dışında belirleyici bir husûsun olmadığını anladığımız günler de olacak. Buna inanıyoruz ve o günün“Ba’de harâbi’l-Basra!…” demeden gelmesini diliyoruz.