Esasında aklımda bu türden bir yazı yazmak yoktu. Bir dostumuz ‘Eskişehir’de Müslüman öğrenci ne yapmalı?’[1]isimli yazıyı gönderince ‘bir bakalım hele’ dedim. Zaten başlık sizi çağırıyor: ‘Müslüman öğrenci!’ Aslında müellif gibi göğsümüzü gere gere müslümanız diyemeyiz elbette, buna hakkımız da haddimiz de yoktur sanıyorum; ama işte biz de ucundan köşesinden, müslümanlıktan etkilenmiş bir garip müslümanımsı öğrencilerdik Eskişehir’de.
Mevzubahis yazı 2013 senesine ait. 2011 senesinden 2015’e değin şahsımında ikamet ettiği Eskişehir’de muhtemelen o tarihten bugüne, yazının güncelliğine gölge düşürecek ‘çok büyük’ bir değişim olmamıştır. Yani diyorum ki; Selahattin Eyyubi Kudüs’ü henüz kafirlerin elinden almış değil!
Aslında parça parça gitmek lazım yazının üzerine. Ama ben balıklama bir atlayış yapacağım yazının ortasına: ‘Müslüman gençler için bunca tehlikenin bulunduğu bir şehirde..’
Efendim, müellifin bahsettiği tehlikeler hakikaten abaküsle sayılacak gibi değil. Ben de açıkçası kalemimin bu tehlikeleri hakkını vererek yazabileceğinden şüpheliyim.
(İroni bombardımanına hazır olun ey kaariler!)
Hangi birinden başlamalı ki? Her sene yüzbinlerce genç kızın (geneli öğrenci olmalı) fuhşiyyat bataklığına saplanmasından mı? Şehrin ülkeden azad olup, 150 gramlık uyuşturucu kullanım kotasıyla beraber, sokaklarında tablaların üzerinde envai çeşit bitki özlü uyuşturucu madde satılmasından mı? Adalar ve Doktorlar Caddesi’nde Budistlerden tutun da Evanjelistlere varan türden tarikat ve dinlerin ritüeller sergiliyor olmasından mı? Yine Müslümanların camilerinin, mescidlerinin bira şişesi yağmuruna tutulup, görülen her müslüman gence cebir yoluyla ve şırıngalarla tekila verildiğinden mi? Vs.
Aman Eskişehir’e varıp, orayı görmemişler ürküp, çekinmesin. İroninin cılkını çıkardım sanıyorum. Çünkü ‘müslüman öğrenci’ nevinden bir başlığı görünce ve içeriğe de bakıp, mahrumiyet içerisindeki ‘müslüman öğrenci’ portrelerini görünce hayalimde az evvel cılkını çıkarmış olduğum ironik manzara canlandı. Suç bende değil yani.
Şakası, ironisi bir yana, hakikaten müellif yazmak için yahut bir yerlere yaranmak için kaleme almış bu yazıyı. Yahut en iyi ihtimalle gece gördüğü aksakallı siyasal islamcı dedenin himmetiyle bu sahifeler yazdırılmış.
Müellifin beyhude müslümancılık oyunlarını bir kenara bırakıp dört sene ekmeğini yediğimiz, suyunu içtiğimiz Eskişehir’in güzel dokusuna değinelim.
Muhakkak ki Eskişehir olmazsa olmaz derecede mükemmel bir şehir değil. Müellifin eskide kaldığına işaret ettiği küçük bir Anadolu şehri de değildir. (Neyse ki ‘müslüman’ Karaman örneğinde ortaya çıkan sapık vakıf öğretmenini yetiştirecek bir Anadolu şehri değil.) Ancak Eskişehir, huzurla ve güvenle yaşanılabilecek, gecenin en geç saatlerinde korku duymadan cinsiyeti ne olursa olsun sokaklarında gezilebilecek bir şehir. (Müellif gibiler elbette Müslüman kızların o saatte dışarıda olmasına anlam veremeyebilirler. Vermesinler de!) Parkları, bahçeleri, mesire alanları, sosyal faaliyet alanları ve toplumun her kesimine hitap edebilecek farklı farklı alışveriş ortamları ile çok fonksiyonlu bir şehir. Dört senesinin üç senesini barlar sokağının hemen üstünde bulunan Türk Ocağı’nda geçirmiş; yeri gelmiş orada Kur’an tilavetleri dinlemiş, mevlitlere katılmış, entelektüel seviyesi üst düzey sohbetlere iştirak etmiş, Adalar da, Doktorlar da yoğun bir şekilde vakit geçirmiş, müellifin takılmak için güzel yerler olarak görmediği yerlerde de, tavsiye ettiği mekanlarda da bol bol oturup çay çorba içmiş, yer yer memleket kurtarma sohbetleri yapmış biri olarak müslümanlığımdan zerre kayıp yaşamadığımı ifade etmem gerekir.
Ağızlarına sakız ederek basit bir mesabeye çektikleri, rutin hareketlere sıkıştırdıkları, ibadetlerin şekli hüviyetine odaklandıkları yüce dinimizin de hoşgörü ve anlayış merkezli bir düşünceye dayandığının farkında olarak, insanların alkol tüketimi yahut evlerinde hangi aktiviteleri yaptıklarıyla da pek fazla ilgilenmiyorum. Tıpkı yine insanların namaz kılıp, oruç tutmasıyla ilgilenmediğim gibi.
Ancak müellif gibiler, camilerin dolup taşmasını büyük müslümanlık atılımı olarak gördüklerinden ama yine az evvel camiden çıkıp da ‘çalıyor ama yapıyor’ nevinden ahlaksız bir cümleyi ağzından çıkaran insanları ‘es’ geçtiklerinden, bunlarla aynı frekanstan konuşmamızın, aynı düşünce zemininde buluşmamızın pek mümkünatı yok.
Eskişehir’i neredeyse bir günahlar şehri gibi gösterip, Türk Ocağı’ndan, Alperen Ocağı’ndan, Ülkü Ocağı’ndan bahsetmeyip, siyasal islamcılığın bayraktarlığını yapan dernekleri tavsiye eden müellifin de yine samimiyetinden menfi manada şüphem yok. (Umuyorum bu yazının yeniden gündeme gelmesi kendisinin mesleki geleceğinin garanti altına alınması yolunda etkili olur.) Yine akil olanlar için sayısı azımsanmayacak kadar çok ‘müslüman entelektüel’i bulunan bir şehirde iki kişinin üzerinde tavsiye edilecek isim sayamayacak kapasitede olan müeellifle bu konuda herhangi bir tartışmaya dahi girmeye lüzum görmüyorum.
Hülasa hem kendi vaktimi, hem de siz okuyucuların değerli vaktini harcama müsrifliğini gösterdiğim mevzu bahis olan zaman israfı yazı için daha fazla kelam etmek niyetinde değilim. Eskişehir güzel ve huzurlu bir şehir. Varsın ‘müslüman öğrenci’ şehri olmayıversin!
[1] http://www.dunyabizim.com/mercek-alti/14429/eskisehirde-musluman-ogrenci-ne-yapmali