Daha da vahim olan durum ise, bugün çoğunlukla Türk Milliyetçisi neslin Balkan faciasından bîhâber, Cezayir’in, Fas’ın, Tunus’un, Mısır’ın elimizden çıkışına yüreği dağlanmamış, daha düne kadar Hindistan’daki Türk devletinin varlığını bile tahayyülünde canlandıramamış ve kendisine küçük bir kavmi düşman edinmiş olmasıdır. Duvarlara yazılan bilmem kime su yok! Bilmem kime ‘’ü’’ yok gibi ajite edici ve basit söylem ve eylemlerden müteşekkil bir fikir hâlini almaktadır Türkçülük. Beş binyıllık bir devlet geleneği olan ve nevi şahsına münhasır medeniyeti ile dönemin medeniyetlerinin zeminini oluşturacak bilgi gücüne sahip olmuş ve ayrıca siyasî olarak da tarihte nice büyük devletlere kök söktürmüştür Türk milleti. Böyle bir milletin birer evladı olarak, en azından kendimize muhatap aldığımız, düşman olarak gördüğümüz toplulukların da bu değerde olması gerekir. Çünkü milletlerin düşmanları, onların ülkülerinin büyüklüğü kadardır.
Bugün Attila’nın, Papa’ya nasıl diz çöktürdüğünü; Alpaslan’ın Malazgirt’teki zaferini; Fatih’in İstanbul’un fethini ve sair zaferlerimizi haklı olarak öve öve bitiremeyiz ama Viyana kapılarından nasıl kovalandığımızın, bilâhare hasta adam diye dalga konusu olduğumuzun, Balkanlar’da nasıl da feryâd-figân içerisinde kıvrandığımızın ve hatta takriben daha yüzyıl öncesine kadar İran, Hindistan, Arabistan, Suriye, Cezayir topraklarının sahibi biz iken nasıl elimizden bu toprakların çıktığının nedenlerini düşünüp, kaç defa kafa patlatmışızdır? Ayrıca Itrî’den, Dede Efendi’den mahrûm yetişen; Gazi Giray’ın, Sultan Mahmutların bestelerindeki medeniyete sağır olan bir milliyetçilik ne derece sağlamdır? Kendi medeniyetini tanımayan, nasıl olur da kendi milletinin davasını dünya milletlerine mûkabil dosdoğru savunabilir.
Öte yandan insan haklarını savunan bir Türk milliyetçisi olamaz mı? Kendi hakimiyetimiz altında Türk’ten gayrisinin yaşam hakkı yok mudur? Bir zaman televizyonlarda Doğu Anadolu’da yaşanan namus adı altındaki cinayetlerin, Töre cinayeti olarak adlandırılmasıyla, Türk töresinin isminin de lekelendiğinden şikayetçi olurduk ve bu şikayeti biz Türk milliyetçileri yapardık; fakat şimdi ise Töremizi, Türk’ün tarih boyunca baş üstüne tuttuğu bu kutsal yasaları kendi ellerimizle lekeliyoruz. Şöyle ki Türkçü bir hanımefendinin, sert görünmek maksadıyla her türlü zerafet ve estetikten yoksunluk ile kaba tavırları, sanki Türk töresinin ilk metniymiş gibi lanse edilmektedir. Yahut her önüne gelen basit olayları dahi Törenin üzerine yıkmak için çırpınan Türkçü bireylerin varlığı ile karşı karşıyayız. Türk töresi bu kadar basit bir kavram değildir. Hele ki kokuşmuş Nazizim hastalığına sunulacak kurban hiç değildir. Türk töresi barışı ve insan sevgisini de temelinde barındıran kavramlardan oluşmuştur. Bugün Türk töresi ile ilgili bize bilgiler sunan Kutadgu Bilig’de , Türk töresinin dört temel kavramı: İnsanlık (Kişilik), Adalet (Könilik), Eşitlik (Tüzlük) ve İyilik (Uzluk) olarak beyân edilmiştir. Çeşitli Türk söylencelerinde ve Türk Hükümdarlık Düşüncesinin ekseninde dahi hak, adalet ve barış kavramları eksik olmamıştır. Kaldı ki her gün atalarının adını dilinden düşürmeyen, Tanrı Türk’ü Korusun, diye, bu kutlu Ergenekon Duası’nı ağzından düşürmeyen Türk Milliyetçisi gencimiz, Töremizin böyle insanî kavramlarla dolu olduğunu bilmiş olsa, çoktan Türkçülüğü bırakırdı.
Yazımızın muhatabı neslimiz, maalesef ki ‘’Militarizm’’ denen, gayri millî bir safsata çerçevesinde toplanmış bulunmaktadır. Her yönüyle millilikten bahseden bu insanlara, kuvvetle romantizm aşılanmış/ aşılanmaktadır. Düşünce yapılarına da böylelikle set çekilmiş, bilimden, kültürden, sanattan bîhâber halde olan Türk milliyetçisi genci modeli ortaya çıkmıştır.
Şunu unutmamak lâzım, bulunduğu coğrafyanın zor şartlarına nazaran, varlık mücadelesini sürdürmüş, bunu devam ettirirken de milletlerin estetik ve zerafet anlayışlarını yansıtan sanatını dahi yüksek bir bilinçle vücûda getirmiş olan Türk milleti, mezar taşlarından, halılara; halılardan, mimarî ürünlerine kadar bu yüksek sanat anlayışını yaşamının her yerinde belli etmiştir. Mamafih, Batının evrenselliğiyle övündüğü sanatı kaç yüzyıl Skolastik düşüncenin altında ezilirken, aksine Türkler tâa Hunlar çağında, sanata ve sanatçıya büyük değerler vermiş, hatta kutsiyet dahi atfetmişlerdir. İnsana insanca değer veren fikirler, 19.yy lere doğru Avrupa’da sistemli hâle gelirken, ‘’Sen sana ne sanırsan, ayruga (başkasına) da öyle san,’’ diyen, Yunus Emre Avrupa’dan kaç yüzyıl evvel bu sözleri ile içimizdeki insanlık duygusunu ortaya koymuştur.
Binaenaleyh, bu bilgilerden yoksun, kendi benliğine yabancı, bastığı toprağın kokusunu ciğerinde hissetmeyen, kültürünün dilini bilmekten aciz olan bir Türk Milliyetçiliği anlayışı ile Türk Medeniyeti nasıl yücelebilir?
Şu düşüncemizi de beyân etmemiz, elzemdir ki: “Türk milliyetçiliği bir bütündür. Türk milliyetçiliğisi ise her şeyden evvel kendi öz kültürüne âşık, medeniyetinden hâberdar olandır. Evrensel gelişmelere sağır olan, kör ve sığ düşünceli insanlar vasfınca da değildir. Sanat, bilim, kültür faaliyetlerini en güzel şekilde yürütendir. “