Lise fiziğinde bile bahsi geçen bir husus vardı; bazı fiziksel değerlerin yönü olmak zorundadır, bunlara vektörel değerler denir, bazılarının ise yönü olmaz, bunlara skalar değerler denir. Mesela “hız” vektöreldir. Bir “hız” mevzu bahis ise bir yönü de muhakkak vardır ama “adet”skalardır. “Üç adet çanta” dan bahsederken bir yön söz konusu değildir. Benzer şekilde “kuvvet” in bir yönü vardır ama “uzunluk”un yoktur vb.
Bu bahse girmemin sebebi uzun zamandır kafamın bir taraflarında gezinen ama tam ifade edemediğim bir konu; ben insanın vektörel bir varlık olduğunu inanmaktayım. Belki de daha dini kavramlarla insanın bir istikameti olması gerektiğini, fitratının bunu gerektirdiğini söyleyebiliriz. Öncelikle insan bedeninin bir istikameti vardır, önü ve arkası vardır, yüzü bir şeye dönüktür. Bir ara mesleki rahatsızlıklardan dolayı beden postürleriyle ilgilenirken şunu öğrenmiştim; insan bedenini yere dik kabul edebiliriz ancak insan başı vücüdun bu dengesini bozar; baş vücuda nispetle biraz öndedir ve vücudun dengesini öne doğru bozar, bu nedenle insan için yürümek ayakta durmaktan daha kolay bir şeydir. Gerçekten de askerde bizi sınamak maksadıyla biraz uzun hazırol pozisyonunda beklettiklerinde yaklaşık yarım saat geçmeden yıkılanlar/bayılanlar olmuştu. Bunlar genç ve dayanıklı olması beklenecek insanlardı. Yarım saat yürümek ise şişman bir insan için bile pek o kadar da zor bir şey değildir. Yürüme temeli üzerine kurulu bir varlık vektöreldir. Nitekim insanın dini gelişimiyle ilgili pek çok şey “yürümek” teşbihiyle anlatılır. Yürümek zaruri olarak belirli bir yönde yürümek demektir.
Psikolojik teorilerde insan benliği modellenmeye çalışılır; ego-id-superego veya “Kendilik”, ego ve ego-ötesi (transpersonal benlik), nefs-ruh vb. Bunlarla ilgili detaylı yazılıp çizilinir ve gerçekten de soyutla-somutun bu tuhaf kesişim kümesi hayranlık verici bir ilmilikle anlatılır. Tabii ki tüm bu literatüre hakim değilsem de ben bugüne kadar okuduğum kitaplar içinde psikoloji kitaplarından ziyade “dini-psikoloji” veya “maneviyat psikolojisi ” eserlerinde insanın bir yöne olan ihtiyacına dair bahislere dolaysızca denk geldim; ibadet Allah’a yönelmedir, bir yön gereksinimi insanın en asli gereksinimidir.
İlim/bilim adamlarının bu kadar ustalıkla çalıştığı o şahane gizem; benlik, eğer Allah’a yönelmeyecekse neye yarar ki? Esasında bir yönü olmak üzere yaratılmışsa ruh ve onun bu doğal eğilimi ondan alınıyorsa bu ne kadar acıdır.. tabii bir de bu yönün doğru olması gerekir, yani Allah olması.
İnsanla ilgili pek çok felsefi-ideolojik yaklaşımın böyle bir eksiği olduğunu düşünmekteyim. İnsanların parası-pulu, ileri düzey tahsili olmasına rağmen, pek bir mahrumiyet yaşamamalarına rağmen yaşadıkları sıkıntıların, bunaltıların sebebi bu olabilir.
Bir zamanlar bir pop şarkısının hayli başarılı bir şekilde dile getirdiği gibi;
Hiç aç-susuz yaşamadım ki,
Hiç parasız-pulsuz kalmadım ki,
Hiç aşksız-sevgisiz olmadım ki,
Neden, neye, kime bu özlem?
Yaratılmış olmak, “ikincil varlıklar”, yani kullar olmak, “ibadet etsinler” diye yaratılmış olmak bizi ayçiçeğinin doğasında güneşe dönmek olduğu gibi bizim de Allah’a dönmemizi gerektiriyor gibi. Birincil varlıklar olduğumuzu düşündüğümüzde bunun olanca eksikliğini yaşıyoruz. İkincilliğimizi, küçüklüğümüzü, fakirliğimizi kabul ettiğimizde ise “birincil olana” dönüp, temasa geçiyoruz ve her şey yerli yerini buluyor.
O çok ünlü “Kim korkar hain kurttan?” piyesinde Amerikan rüyasında tanımlı herşeye (zenginlik, tahsil (rektörün kızıdır) güzel bir ev, yetişmiş evlat, istediği gibi eğlenebildiği bir hayat vb) sahip olmasına rağmen anlamadığı korkular, tatminsizlikler yaşayan bayan.
Şu meşhur refah ülkelerindeki insanların tatminsizlik problemleri (uyuşturucu, intihar vb) (Eric Fromm’un ünlü “Sağlıklı Toplum” isimli eserinde Avrupa içerisinde refah arttıkça bu bunaltıların arttığını gösteriyor, Portekiz, İspanya gibi gariban Avrupa İsveç, Hollanda, İsviçre’den daha iyi durumdadır) belki de “yönsüzlük” tabiriyle de açıklanabilir. Mahrumiyet içerisindeyken doğal olarak bir yönümüz vardır; aç insanın göreceli/geçici de olsa bir hedefi vardır tokun ise olmayabilir.
Hatta belki bugünlerde sorulan “nasıl oluyor da müreffeh Batı ülkelerinde yaşayan gençler gidip IŞİD’e katılıyor, onda ne buluyorlar?” sorusunun cevabının da bir kısmı bu olabilir.
Eğer biz bir yönü olmak üzere yaratılmışsak ve bundan mahrumsak mayışık mayışık uyuklayan bir aslanın veya çağlaya çağlaya akması gereken bir akarsuyun durağan bir birikintiye dönüştüğündeki bunaltı-daraltısını yaşıyor olabiliriz.
Tabii ki tüm bu anlattıklarım daha basit, bildik tabirlerle de anlatılabilirdi; amaç vb. gibi. Ama gündelik dilde kullanılan bir tabir olmasa da insanın “yön gereksinimi” kendi adıma önemli bir keşif oldu; bizim kendimize yetmezliğimizin bu açıklamasını biraz daha tatminkar ve net buldum.
Belki de sadece “Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz” ifadesi bile bizim vektörel varlıklar olduğumuzu açıklamaya yeterdi.
Sonuç olarak, biz vektörel varlıklarsak, skalarmış gibi davranmak fitratımıza aykırıdır, bir yönümüz olmalıdır ve tabii ki yönün sadece mevcut olması yetmez, bu yön doğru da olmalıdır, ibadet için yaratılmış varlıkların yönü Allah’a (CC) doğru olmalıdır.