Bu makâle, Filipin Takım Adaları’nın çoğunun İspanyol kontrolüne geçtiği 16. ve 19. yüzyıllara atıfta bulunarak Filipinler’in siyâsetinde Osmanlı Türk Cihân Devleti’nin rolünü inceleyecektir. Burada incelenen İspanyol belgeleri ve kaynakları, Filipinler’deki Müslüman Sultanlıklar üzerindeki Osmanlı etkisi konusunda sömürgeci politika yapıcılarının derinden endîşe duyduklarını göstermektedir. Filipinler’de Müslümanlara karşı açılan savaş, aslında daha büyük bir mücâdelenin parçası olarak Akdeniz’den kaynaklanıyor, İspanyolların da içinde bulunduğu Haçlı İttifâkı’nın 1571’de İnebahtı’daki deniz zaferiyle sembolize ediliyordu. Yazılı İspanyol kaynakları ile arşiv belgeleri, Filipin Sultanlıklarının sâdece İspanyol tehdîdine karşı koymak için değil, aynı zamanda iç anlaşmazlıklara müdâhale etmek için de Osmanlı Padişâhı ile temâsa geçme girişimlerinin kayıtlarını içine alır. Bu çabalar hiçbir zaman başarıya ulaşamamış, Filipin sultanlıkları Osmanlı himâyesini kazanamamışlar, İspanyol hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Bu makâle, İngiliz Akademisi Bildirileri ile Isaac Donoso’nun çalışmaları esas alınarak yazılmıştır. Aşağıdaki haritada 19. yüzyılın sonunda Güney Filipinler görülmektedir. Makâlede sık sık adı geçen Sulu-Mindanao Bölgesi buradaki takım adalar olup Filipinler ismini almadan önce Sulu Sultanlığı ve Maguindanao Sultanlığı adlarıı ile anılmakta idi.
Makâleyi okumadan evvel adı geçen takımadalar ile Güneydoğu Asya’da yaşayan Müslümanlar için makâlede sıkça kullanılan “moors / moros” kelimesinin mânâsını bilmek aydınlatıcı olacaktır.
Moro Halkı: “Moors / Moros”
İslâm fetihleri 8. yüzyılın başında İberya Yarımadası’na ulaştığında Müslümanlar, Dünyânın en seçkin ve parlak hayat tarzlarından biri olan Endülüs medeniyetini kurmuşlardı. İspanyollar, Endülüs Müslümanlarını ayırdetmek için onlara “Moro” ismini vermişlerdi. Târihî kaynaklarda ve bu yazıda geçen eski yazışmalarda Filipin Takımadaları’nın güneyinde yaşayan Müslüman topluluklarına da “Moors” ya da “Moros” diye atıfta bulunulmaktadır. Türkçe’ye “Moro Müslümanları” diye geçen bu kelimenin menşe’i, Lâtince’de “mauri: vahşî tabiat” ve Yunanca “Mauros: siyah” kelimelerinden türetilerek günümüzde “Moro Müslümanları” şeklini almıştır.
Akademik çalışmalar, “Moro” isminin 16. yüzyılda İspanyollar tarafından Filipin Takımadaları’na getirildiğini öne sürmektedir. İspanyolların Endülüs Müslümanlarını ayırdetmek için kullandıkları bu kelimeyi Güneydoğu Asya Müslümanları için de kullandıklarını görmekteyiz. İspanya Kralı V. Philip’e yazılan mektuplarda buradaki Müslümanların İslâmî bir haber alma şebekesi kurarak Kuzey Afrika ve İberya Müslümanları ile haberleştiklerini iddia eden yazılar karşımıza çıkmaktadır.
Târihî kaynaklar “Moors / Moros” ifâdesinin Güneydoğu Asya’da sâdece Filipin Takımadaları’ndaki Müslümanla için değil, Açe, Malaka, Siam, Patani, Borneo gibi Güneydoğu Asya coğrafyasındaki Müslümanlar için de kullanılmakta olduğunu göstermektedir. Bu ifâde Müslümanlar için kullanılırken “barbar, vahşî” gibi mânâları da tedâî ettirmesi açısından dikkatleri çeker. İkinci Philip’e yazılan bir mektupta bunun bir örneğini görmekteyiz:
“Majestelerinin bu topraklara insanlarımızı göndermesinin gerekli olmasının diğer sebeplerinden biri de tâlihsiz, çıplak ve yalınayak küçük bir moor olan Açe Kralı’nın Portekizliler’e kötü muamele ediyor olmasıdır. Hem Malaka hem Endülüs çevresindeki insanları boyunduruk altına almak için Mekke’den beş yüz ilâ altı yüz arasında Türk silahşör getirtti. Kuzey’e doğru uzayan Malaka, Çin’in kıyı şerididir. Bölgede iki sözde kral daha var; biri Siam, diğeri Patani Moor, buradan yaklaşık üç yüz fersah uzakta ve yaklaşık yüz elli fersah ötede onlarla mektuplaşan bir de Borneo Kralı var. Biz bu bölgede bulunmasaydık bütün bu takımadaları boyundurukları altına alacaklar ve kendilerine haraç ödeteceklerdi. Bu Borneo Moor’ları Muhammed’in inancını vaaz ediyor ve bu bu adalardaki halkı İslâmiyete döndürdüler. Tanrı’nın izniyle güçlerimiz ve insanlarımız geldiğinde Portekiz’e yardımda bulunabileceğiz ve vâizlerini dört bir yana gönderen küçük Açe Kralı’nın hâkimiyetine ve nüfûzuna son vereceğimize dâir bir rapor hazırladım.”
“Moro” ifâdesi, bugün dahî kullanılmakta olup Hristiyan Filipinliler arasında Müslümanların zâlim ve barbar olduklarını îmâ eden aşağılayıcı bir ifâde olarak günümüze dek ulaşmıştır. Filipinler’deki gelenekli Müslüman elit, “Moro”kelimesini kullanmayıp bunun yerine “Müslüman” kelimesini kullanmayı tercih etseler de, “Moro” ismi canlı tutulmaya çalışılmaktadır.
İnebahtı’dan Sonra Filipin Takımadaları’ndaki Müslümanlara Yönelik İspanyol Politikası
1571’de Venedik ve Haçlı birliğindeki müttefiklerine karşı Mora’nın batı kıyısında tutuşulan bu tâlihsiz deniz savaşında Türk donanması ağır bir hezîmete uğradı. Fakat bu, Türk Cihân Devleti’nin yeni fetihlerine mâni olamadı. İspanyollar’ın eline düşen ve stratejik bir konuma sahip olan Tunus, kısa sürede Türk askerinin eline geçti. Denize indirilen yeni ve daha kalabalık Osmanlı donanması, Akdeniz sularına yeniden hâkim oldu. Fransız-Osmanlı ittifâkı sâyesinde Osmanlılar bir kez daha Akdeniz’de varlıklarını sürdür (Donoso, 2015). Filipinler’in üçüncü genel vâlisi Francisco de Sande’nin İspanyol yayılmacı politikası işte bu ortamda gelişti (1575-1580). Sande, İspanya’nın Meksika kolonisinde avukat, cezâ hâkimi ve denetçi olarak sömürge yönetimi hakkında önemli bilgilerle Manila’ya gelerek burada İspanyol politikasını tasarladı. İspanyollar bu topraklarda bir savunma politikası yerine, şimdi artık ordularının da içinde olduğu her türlü rekâbete ket vuracak ve bölgedeki İspanyol otoritesini genişletmeye yönelik saldırgan bir politika uygulayacaktı.
Bu dönem, kral II. Philip’e topraklarını ve krallığının kirâsını nasıl arttıracağını tavsiye eden mektuplar ve hâtırâtlar yazan devlet adamlarının ve hakemlerin dönemiydi. Bu dönemde Sande’nin rolü, Asya’da İspanya için uygulanabilir bir politika hazırlamaktı. Bunu Kral II. Philip’e gönderdiği 7 Temmuz 1576 târihli yazısında; Carte-Relacion de las Islas Filipinas ile yaptı. Sande’nin Asya vizyonu hırs doluydu ve Sande özellikle Çin’i ele geçirmenin şart olduğunu vurguluyordu. İkincisi, Relacion de la isla de Bruney y jornada que alla hizo Francisco de Sande’ de açıkladığı gibi, Manila’nın Müslüman seçkinlerinin Brunei’ye olan bağlılıklarını tamâmen yok etmek için Brunei’yi ele geçirmek istediğini yazıyordu ve bu, 1578’de başarıldı. Üçüncüsü, Francisco de Sande, Malaka’yı tehdit eden Portekiz’in Açe siyâsetinden endişeliydi. Ayrıca, bölgede yeni aktörler dolaşıyordu. Bu yeni aktörler, Türklerdi. Bölge, Türkleri kendine çekiyordu. Bu yüzden Sande, bölgedeki Türk tehdîdini durdurmak için Portekizlilerin Açe’yi ele geçirmelerine yardım etme niyetindeydi.
Aşağıdaki pasaj Carte-Relacion’dan alınmıştır:
“Majestelerinin bu topraklara insanlarımızı göndermesinin gerekli olmasının diğer nedenlerinden biri de, tâlihsiz, çıplak ve yalınayak küçük bir Moor olan Açe Kralı’nın Portekizliler’e kötü muâmele ediyor olmasıdır. Malaka çevresindeki insanları boyunduruk altına almak için Mekke’den beş yüz ilâ altı yüz arasında Türk silahşör getirtti. Kuzey’e doğru uzayan Malaka, Çin’in kıyı şerididir. Bölgede iki sözde kral daha var. Biri Siam, diğeri Patani Moor. Buradan yaklaşık üç yüz fersah uzakta ve yaklaşık yüz elli fersah ötede onlarla mektupaşan bir de Borneo Kralı var. Biz bu bölgede bulunmasaydık bütün bu takım adaları boyundurukları altına alacaklar ve kendilerine haraç ödeteceklerdi. Bu Borneo Moor’ları Muhammed’in inancını vaaz ediyor ve bu bu adalardaki halkı İslâmiyete döndürdüler. Tanrı’nın izniyle güçlerimiz ve insanlarımız geldiğinde Portekiz’e yardımda bulunabileceğiz ve vâizlerini dört bir yana gönderen küçük Açe Kralı’nın hâkimiyetine ve nüfûzuna son vereceğimize dâir bir rapor hazırladım. Dediğim gibi, Açe Kralı’nın her türlü silâhı ve atı kullanarak ciddî zararlar verebilen Türkler’i var. Onları o bölgeden mahrûm ederek kanalı kapatacağız ve böylece Türkler ve Moorlar, öteki Müslüman gruplar bir daha Malaka’dan buraya gelemesinler. Portekizlileri’in hiç bir şey yapmamasını beklemek, kaynak yetersizliği ve buradakilerin neredeyse tamâmının Hindistan’da doğmuş ve Hintli annelere sâhip olması gerçeği Dünyâ’yı çileden çıkarıyor.”
Sande’nin hem birinci hem de ikinci politikalarını tatbîk etmek için girişimlerde bulunuldu. Çin alınamadı, ancak hem ana karaya hem adalara yerleşmek için ciddî teşebbüsler oldu ve Hollanda korsanlığına karşı koymak için kuzey Formosa’da (Isla Hermosa) tahkîmâtlar kuruldu. 1578 Kastilya Savaşı olarak bilinen savaşta Sande, kuzey Filipinler’deki Müslümanları tecrîd etmeyi ve Brunei’nin bir deniz imparatorluğu olma rolüne son vermeyi başardı. Ancak Açe’nin alınması girişimine bulunulmadı. Portekiz ve İspanya tartışmalı bir şekilde Açe’yi almaya muktedir iken böyle bir mülk için vizyonları azdı ve gerekli görülmedi. Portekiz’in çıkarları esas olarak denizdeyken, İspanya’nın çıkarları karada yoğunlaştı. 1580’de II. Philip’in yönetimindeki her iki İber krallığının birleşmesi sorasında, artık her ikisi de Cihânşümûl bir imparatorluk kurma çabalarından vazgeçmiş görünüyorlardı.
İspanya’nın Türk ve Müslüman tehdîdine karşı taahhüt eksikliği Kralı daha savaşçı bir politikayı desteklemeye çağıran daha saldırgan mektupların yazılmasına sebep oldu. Bu cümleden olarak, Filipinler’de İslâm ile ilgili ilk Batılı raporlar, Melchor de Avalos’un* 1585’te yazdığı mektuplar olarak karşımıza çıkar. Manila eşrâfının denetçisi olan Mechor de Avalos, şehrin ilk yıllarında Muhâfazakâr Parti’nin önde gelen destekçilerinden biriydi. Avalos’un taktiği, İspanyol yayılma çağrısını güçlendirmek ve giderek artan Müslüman nüfûsunu ve Müslüman tehdîdini kontrol altına almak için tasarlanmış daha güçlü yasaları çıkarmak idi. Avalos, Filipin Takım Adaları’nda yaşayan Müslümanların Dünyâ çapında bir İslâmî haberleşme ağı kurduklarını, İspanya için bâriz tehdit olan İberyalı Müslümanlar ile bağlantılı olduklarını iddia ediyor ve bunu göstermek istiyordu. Miguel Lopez de Lagazpi de bir kaç yıl öncesinde II. Philip’e yazdığı mektupta bölgedeki Müslümanların siyâsî, ticârî ve dînî bir tehdîd oluşturduklarından, köleleştirilmeleri için izin istiyordu.
Kral, bu mektuba cevâbında takım adaların dışından Müslümanlar vaaz vermek veyâ savaş îlân etmek için gelmedikçe, adalardaki hiç bir Müslüman köle yapılamaz diyordu. Ayrıca devletin yeni yapılanmalarında uzlaşma ve dâhil etme politikası teşvîk edilecekti.
Filipinli nüfûsun İslâmlaşmasının kapsamı, İspanyollar’ın Filipin Takımadaları’nı ele geçirdiği sırada yazılan bahâ biçilmez bir tanıklık, testimonial ile ele alınmaktadır. Yazarı belli değildir ve üzerinde emir üzere yazıldığı belirtilir. Yazar, Filipin adalarından Luzon ve Mindoro’nun fethini anlatır. Bu toprakların kuzey Afrika’ya benzediğini idia eder ve yerlilerin kendilerini Türk saydıklarını beyan eder. Yazara göre bu, elbette yanlıştır:
“Luzon ve Mindoro adalarının keşfi ve fethi ile orada meydana gelen önemli olayların açıklaması. Tutulan notlar ayrıca adada yaşayan insanların niteliklerine, hayat tarzlarına, kullandıkları silâhlara, kalelerine ve düşmanlarına karşı kendilerini nasıl savunduklarına dâirdir. Daha evvel konu ile ilgili pek çok notlar alınmış, İspanya’ya yollanmış ve bu adalılar için ‘moor: bozkırlı-yabânî Müslüman’ kelimesi kullanılmış ve onların tıpkı diğer barabar kavimler gibi oldukları, silâhlı kuvvetlerinin aynı olduğu, Türkler gibi savaşıp kendilerini Türkler gibi savunduklarına dâir pek çok rapor yazılmış. Bu raporları yazanlar hatâlı idiler, yazdıklarını abartmışlardı, çünkü buradaki ada halkı moor yâni Müslüman değildir. Aslında onlar Muhammed’in emirlerini bilmiyor ve anlamıyorlar. Bâzı sâhil kasabalarında domuz eti yemedikleri doğrudur, ama bunun sebebi onlara İslâmı anlatan Borneolu Müslümanlar ile görüştükleri içindir. Bu sâhil kasabalarındaki insanlar, en küçüğünden en yaşlısına pek çoğu kendilerini kaybedene kadar yerler, içerler. Bâzıları domuz eti yemez, ama sâdece istemediği için yemezler. Daha önce de dediğim gibi, onlar Muhammed’in kötü dînine dâvet edilmiş ve domuz eti yememeleri söylenmiş. Aslında kendilerine sorsanız neden domuz eti yemediklerini kendileri de bilmiyorlar. Onlara Muhammed kimdir, mesleği, emirleri nelerdir diye sorsanız adını dahî bilmezler. Aslında bazıları Borneo’ya gitmiş ve Kur’ân’dan dan bir kaç kelime okuyup anlayabilenler de var, ama bunlar çok az.” Archivo del bibliofilo Filipino, IV, 1572.
Melchor de Avalos liderliğindeki Manila nüfûsunun muhafazakâr kesimleri, mevcut ahâlinin iyi niyetli duruşuna savaş açtı. Avalos, Güneydoğu Asya’da ortaya çıkmakta olan İslâm’ın Pratik tezâhürünün İnebahtı’nın mağlûb savaşçılarında da olmasını, milletler arası bir haberleşme ağı ile açıklamakta ısrâr ediyordu. Sonuç olarak Filipin Takım Adaları’nda yaşayan Müslümanlara Moros dendi. Bu yeni Müslümanlar, tıpkı İberyalı Müslümanlar gibi bir tehdîd unsuru idiler. Kral’ın görevi onlara karşı savaşmak, hatta Legapzi’nin de dediği gibi, onları köleleştirmek olmalıdır. Böylece hem İspanya’daki Müslümanlar (Moricos as Mauri Africani) hem de Filipin’deki Müslümanlar (Moros as Mauri Asiae) birbirine bağlı idi ve ideoloji “Reconquista: yeniden fetih”, artık Asya’ya yönelecekti. Portekiz kaynakları, mağlûb edilen İnebahtı savaşçılarının Güneydoğu Asya’ya doğru ilerlediğinin sanmaktadır:
“Böylece, diğer krallıklarınızda olduğu gibi, majesteleri bütün Filipin Takım Adaları’ndaki Müslümanları (Moors) kovabilir ve hatta kovmalıdır, sürmelidir. Buna gücü yetmiyorsa, en azından onları boyunduruk altına alıp haraç kesmeli, Jawa ve Sumatra, Açe, Borneo, Mindanao, Jolo (Sulu), Moluccas, Siam, Patani ve Pegu’yu ele geçirmeli ve buralara Persler, Araplar, Mısırlılar ve Türkler tarafından getirilen kutsal ve ârızalı din olan Muhammed’in dinine inanılan diğer bütün yerleri ele geçirmelidir. Buralara Campson (Qayıtbey) filolarıyla Tunus ve Granada’dan bile gelen Müslümanlar var. Bütün bunları yazılı Portekiz târihinden, güzel bir Latince ile yazılmış olarak Algarve Psikoposu ve Kardinal, Kral Enrique’nin emrinde olan Don Jerenimo Osorio’dan öğrenebilir. Osorio, Mülümanların 27 gemi ve kadırga, yedi yüz Memlûk, 300 Türk, ve Tunus ve Granada’dan bin müslüman (moors) ile Hindistan’a geldiklerini ve bunların söz konusu Türk Pâdişâhı tarafından gönderilen Amiral Süleyman tarafından komuta edilerek majestelerinin büyükbabası şanlı Kral Manuel’in donanmasının kaptanı Alonso de Albuquerque ile savaşmak için geldiklerini rapor etti. Durum böyle olunca Filipin Adaları’ndaki Müslümanlar da Mısır, Arabistan ve Mekke’den gelen Müslümanlar ile aynı disipline dâiresinde ve iletişim hâlinde oldukları için aynı kategoriye konmalıdır. Türklerin her yıl Sumatra ve Brunei’ye ve bulundukları Ternate’ye geldikleri söyleniyor. Bunların arasında İnebahtı Deniz Muhârebesi’nde yenilenlerden bâzıları da olacaktır. Ayrıca İslâm’ı vaaz etmek ve Hristiyanlarla savaş eğitimi vermek için Moluccas’taki diğer adalara gelirlerdi, hâlâ da geliyorlar.”
İstanbul’un Halîfesi ve Filipin Sultanlıkları
17. yüzyıl, bölge dinamiklerini tartışmalı bir şekilde değiştiren İspanyollar’a karşı, Kuzey Avrupalı rakiplerin yükselişine tanık oldu. İber milletleri sâdece mahallî topluluklar ve (farzedilen) milletler arası İslâm ağı ile değil, aynı zamanda Hollanda ve İngilizler ile de karşı karşıya kaldılar. Diplomasi, bu karmaşık yeni durumda bir anahtar hâline geldi. Hollandalılar ve İngilizler, kendilerini İberyalıların mahallî rakipleriyle birleştirerek ada saltanatlarını siyâsî, ticârî ve hattâ askerî olarak desteklediler. İspanyollardan daha etkili bir hareket istendi, ancak İspanyolların Güney Filipin saltanatlarına müdâhaleleri felâketle sonuçlandı. Manila, Brunei taleplerine karşı güvence altına alınmıştı ve Esteban Rodriguez de Figueroa 1576’da Mindanao vâlisi olarak atandı. Ancak, İspanyol seferinin başlangıcında, Mindanao’da kurulan bir pusuda öldürüldü. Daha sonra Juan Ronquillo, İspanyol siyâsetinin hedefi olan adanın fethini tamamlamak için görevlendirildi ve bölgenin önde gelen sultanları ile anlaşma sağladı. Ancak 1578’de alelacele geri çekildi ve buradaki İspanyol mevzileri yıkıldı. Bu aksiliklerin sonucu olarak sonraki yıllarda Silonga Visayas kıyılarına baskınlar düzenlendi.
Sonraki yıllarda Maguindanao Saltanatı, farklı sultanlıkların koalisyon desteği ile Rio Grande boyunca öne çıktı. Güneydoğu Asyalı ulemânın ve bölge sultanların da desteğini alan Katchi Qudarat, kendisini “İslâmın Savaşçısı: Nasir al-Din Qudrat Allah” olarak tanıttı.
Avrupalı târihçilere göre Qudarat’ın bu şekilde ortaya çıkışı, Osmanlı Sultânı’nın bir halîfe olarak İslâm topraklarını korumaktaki yetersizliği olarak yorumlanmaktadır.
Fakat Qudarat’ın sultanlığı ve sağladığı düzen uzun sürmedi ve 18. yüzyılda Sulu ve Maguindanao kanlı iç savaşlara şâhit oldu. Sulu’daki anlaşmazlığın kökenleri, İspanya Kralı V. Philip’in, 12 Temmuz 1744 târihli mektuplar göndererek bölgedeki her bir sultana, cemiyetinin himâyesi altındaki Cizvit misyonerlerinin işlerini engelsiz bir şekilde yapmalarına izin verilmesini talep etmesiyle ortaya çıktı. Sulu Sultânı Azim al-Din, nâmı diğer Alimudin, dînî danışmanlarının endîşelerine rağmen bu mektuba çok olumlu cevap verdi. Ancak Sultan’ın kardeşi Bantilan ona karşı çıktı. Misyonerleri kovmayı ve onu tahttan indirmeyi amaçlayan bir parti kurmasıyla sert bölünmeler ortaya çıktı. Bir suikast girişiminden sonra Sultan, Zamboanga’ya kaçtı ve kardeşini devirmek için burada İspanyollar’dan yardım istedi.
Alimudin 20 Ocak 1749’da Manila’da Genel Vâli (Governor General) Juan de Arechederra ile görüştü. Bu görüşme esnâsında Hristiyanlığı kabûl etmeye hazır olduğunu bildirdi ki, bu İspanyol tarafını oldukça memnûn etmişti. Ertesi yıl Alimudin Baptist edilerek kendisine İspanyol Kralı I. Fernando tarafından Jolo’nun Kralı unvânı verildi. Alimudin şimdi kardeşi Bantilan’ı yenebilmek için İspanyol desteğini de alarak daha da güçlenmişti. Bu durumdan oldukça endîşe duyan Bantilan, hiç vakit kaybetmeden İstanbul’a Osmanlı müdâhalesi ve koruması talebiyle resmî bir yazı gönderdi.
Bu arada iç savaş başladı. Bantilan, Osmanlı yardımını beklerken Alimudin, İspanyol donanmasının yardımıyla Sulu’yu geri aldı. Fakat Alimudin’in Vâli Francisco Jose de Ovando adına Maguindanao Sultânı’na gönderdiği bir mektubun İspanyolcaya tercümesi ile onun ihânet içinde olduğu anlaşıldı. Temkinli davranan İspanyollar, Alimudin’i hapsederek Manila’ya gönderdiler. Alimudin’in içtenlikle din değiştirip değiştirmediği konusunda sonraki aylarca gelişen teolojik tartışmalar başkenti bir hayli karıştırdı. Bantilan’a doğrudan Osmanlı yardımının sağlanma ihtimâli, İspanyollar için hep endişe kaynağı olmakla birlikte Vâli Ovando, Brunei’den yardım gelme ihtimâlinin daha endîşe verici olduğunu düşünüyordu.
Ovando, durumu yatıştırmak amacıyla mahallî diplomasiye girişti. Birkaç ay içinde Brunie’ye diplomatik misyon gönderildi. Misyonun üç ana hedefi vardı: Brunei ile Sulu’ya karşı dostluğu temin etmek, Maguindanado’nun tarafsızlığını sağlamak ve savaşın dînî bir savaş olmadığını açıklamak.
Antonio Faveau de Quesada yönetimindeki diplomatik Brunei seferi, kesinlikle başarılı olmuştu. İspanyollar sâdece barışı sağlamakla kalmadı, ayrıca kendilerine Brunei Sultanı’nca Palavan ve Balabac adaları da verildi. Sonunda, uzaklarda kalan Pâyitaht’ın, yâni Osmanlı Türk Cihân Devleti’nin, verâset konusunda bu türden bir anlaşmazlığa karışmasının pek mümkün olmayacağı anlaşıldı. İspanya, Brunei ve Maguindanao ile bağlantılar kurarken Maley sultanları da sessiz ve uysal kaldılar.
18. yüzyılın başlarında daha büyük bir çatışma Maguindanao Sultanlığı’nı kuşattı. Bu çatışmalar büyük ölçüde vârisler arasındaki rekâbetten kaynaklanıyordu. Pek çok kanlı çarpışma oldu. İspanyollar arada ara bulucu rol üstlense de o bölgede işlerine geleni destekliyorlardı.
Özetle bu iç savaşlar Sulu ve Maguindanao için iki farklı cevap vermiş oluyordu. Bantilan bir yandan Sulu’nun Hristiyan Kralı I. Fernando olarak tâc giyen kardeşi Alimudin’e karşı Sulu’yu, İspanyollar’a göre bir din savaşına sokmaya çalışırken, diğer yandan Osmanlı Sultânı’ndan İslâm topraklarının korunması için yardım taleb ediyor, İstanbul’a mektublar gönderiyordu.
Öte yandan çeşitli iç savaşlar netîcesinde Kamsa adında bir sultan Maguindanao’da başa geçince “Amîr al-Mu’minîn”ünvânını benimsemiş ve Osmanlı yardımını beklemeden bölgede bir nüfûz sâhası kazanmak için İspanyol desteğini kullanarak Tammontaca’yı ele geçirmek için bir yayılma politikası geliştirmiştir. Bu topraklardan çıkacak ikinci bir İslâm Halifesi’ni desteklemek İspanyol politikasının bir parçası olmakla birlikte târihte sâdece İspanyollar’ın yaptığı bir şey olmayıp bunu ilerleyen yüzyıllarda İngilizler de yapacaktır. Sonunda Kamsa Sultan İspanyol yardımına minnettâr olarak 1747’de Kral V. Philip’e sadâkat yemîni etti: “Guardaré siempre tu Amistad hasta morir, y ésta dejaré por herencia como mi ultima volunad a mi hijo, y al principe mi hermano, que me sucediere en el reino. / Dostluğunuzu hayâtımın sonuna kadar sürdüreceğim ve bunu son vasiyetim olarak oğluma ve halefim olan erkek kardeşime vasiyet edeceğim.”
Bu ilişki, Sulu üzerinde resmî bir İspanyol himâyesi kurulmasıyla kesinlikle değişti. 30 Nisan 1850’de büyük bir deniz savaşı ve askerî çıkarmadan sonra Sulu Sultânı İspanyol monarşisine katılma belgesini imzaladı. 1876’da bir başka savaştan sonra İspanyol varlığı fizikî olarak devâm etti. 15 Kasım 1877’de Juan Arolo’nun komutasındaki siyâsî-askerî Jolo Hükûmeti kuruldu. Siasi, Tataan ve Bongao’da Sulu için; Taviran, Pollok ve Cotabato’da Mindanao için İspanyol kaleleri inşâ edildi. Manila Hükûmeti güney sınırında sağlam bir varlık oluşturdu ve takım adaların sultanlıkları kesinlikle İspanyol Filipin yönetiminin himâyesi altına girdi. Ayrıca sultanlar bölgedeki İspanyol siyâsî idâresinden aylık maaş almaya başladılar. Sultân’ın resmî mührü ile birlikte ‘Politik Askerî Hükûmet’ İspanyol mührü ile bu himâyeyi onaylıyordu. Sultanların mührü üzerindeki İspanyol armaları kimilerine göre İspanya’nın saltanatlar üzerinde etkili olmasını ve tanınmasını sağlamak amacıyla yapılmıştı.
Mindanao’da İspanyol arması ile birlikte bir hükümdârın mührü. (Filipinler Ulusal Arşivleri, Manila, 1845-1897).
İspanyol gölgesi altında 1886 yılında Sulu Sultânı olarak tâc giyen Hârun Reşid (1886-94), Abbâsî esintileriyle kendinden emin bir şekilde “Halîfe / Emîr-ül Mü’minîn” unvânını benimsedi, ancak tören pek tabiî olarak İspanyol himâyesinde yapıldı. Emîr-ül Mü’minîn’in, sömürge kasalarından maaş almasıyla bölgedeki İslâmî Halîfelik meşrûiyeti de gelenek içindeki mânâsını kaybetmişti.
Dolayısıyla, Filipin Sultanlığı ile Osmanlılar arasında doğrudan bir bağlantı kurulduğuna dâir bir kanıt bulunmamakla birlikte, Güneydoğu Asya’daki Müslüman hükümdârlar, İstanbul’un da içinde olduğu ikili bir oyun oynadılar. İç savaşlar ortaya çıktığında İstanbul’a mektuplar gönderildiğine dâir târihî teyîd bulunmaktadır, ancak yüzyıllar geçtikçe Filipin Takım Adaları’ndaki Müslümanların zihninde, Osmanlıların yardıma gelmeyeceği fikri, daha da net bir hâle geldi. Yine de Hilâfet’e hürmetleri devâm etti. Maguindana Sultânı’nın Emir-ül Mü’minîn unvânını kabûl etmesine rağmen, bu unvân sonraki sultanlara geçmedi ve Filipinler’de Osmanlılar’dan ayrı, kalıcı bir halifelik ilân etmek için de tutarlı ve istikrarlı bir çaba gösterilmedi. Ancak yirminci yüzyılın başında sultanlık yönetiminin sona ermesiyle, Müslümanların İstanbul’dan gelecek yardıma muhtâc oldukları açıktır.
9. Bölümün Sonu
Kaynaklar
Carta-Relacion de las Islas Filipinas (con noticias de China) dirigida al Rey Felipe II por el Dr. Don Francisco de Sande (7 julio de 1576), reproduced in W. E. Retana, Archivo del Bibliofilo Filipino. Recopilacion de documentos historicos, cientificos, literarios y politicos y Etudios Bibliograficos, II (Madrid, 1895), pp.47-8.
Donoso, I., ‘Philippine Islamic Manuscripts and Western Historiography’, Manucripta Islamica: International Journal for Oriental Manuscript Research, 16:2 (2010), 3-28.
Donoso, I., ‘The Ottoman Caliphate and Muslims of the Philippine Archipelago during the Early Modern Era’, Proceedings of the British Academy 200, 121-146. The British Academy 2015.
Peacock, A. C. S., From Anatolia to Aceh, Ottomans, Turks and Southeast Asia, Proceedings of the British Academy, 2014.
*Melcor de Avalos, Alegaciones de derecho del licenciado Melcor de Avalos, oidor de la real audiencia de Manila, para la, S.C.M.R. acerca de los mahometanos de las Philipinas y conrta ellos. Cartas de Ayala sobre moros, idolatria etc. Ordenanzas, Archivo General de Indias, Seville (Philipinas, 18A, R.3, N.19).