Türk’ün tarih seyrinde göç, gurbet olagelmiştir hep. Türk’ün dinamik yapısı biraz da bununla ilgili olsa gerek.
Efsanesinde göç,
türküsünde gurbet,
ağıdında hüzün vardır Türk’ün.
“Bir yiğit gurbete gitse” diye başlar türküler. Garipliğin kimsesizliği dokunaklı bir hüzünle dolar gözlere. Yabancısın, elsin, elginsin şimdi burada.
Gurbetle gariplik ikiz kardeştir, yurdundan yuvasından ayrılınca sen. Biri gözyaşı akıtır gözünden, diğeri ağıt yakar.
Kutlu Elçi, “Bu din garip geldi, garip gidecektir.” Derken gariplerin efendisi olduğunu bir daha vurgulamıştır.
O’nun izini süren nice Türk ulusu, göç etmeye, gurbete çıkmaya mistik bir anlam yüklemiştir.
Ahmet Yesevi, gurbete çıkmayı dervişlerine telkin ve tavsiye edip onları üç yöne salmıştır.
Binlerce derviş, Türk’ün üstün erdemlerini, İslam’ın özü ile birleştirip Horasan’a Anadolu’ya gelmişlerdir.
Yahya Kemal’in deyişi ile “Şu Ahmet Yesevi kim, bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız” Anadolu’nun aydınlaşıp Türkleşmesini, birlik ve beraberliğini belirtmiştir.
Gurbet garipliği tamlaması da Ahmet Yesevi’ye aittir. Tasavvufa göre dünya bir gurbet değil midir zaten?
Tasavvufta vatan;
Allah katı,
vatandan ayrılış;
imtihan halidir.
Sefere çıkan kişi, gurbet garibidir. Bu bakımdan Ahmet Yesevi, vatan ve gurbete çıkmayı övmüştür. Gidilen her gurbet, kutlu Türkistan kadar sevilmiş, yeni vatan yapılmıştır.
Ahmet Yesevi’nin gurbeti anlatan şu şiiri, o’nun asıl hedefinin ne olduğunu öğrenmek açısından önemlidir:
“Vah ne yazık, ne yapacağım gariplikte?
Gariplikte gurbat içinde kaldım işte.
Horasan’ı, Şam’ı, Irak’ı niyet kılıp
Garipliğin çok kadrini bildim işte.
Neler gelse, görmek gerek o Hüda’dan;
Yûsuf’unu ayırdılar o Ken’an’dan;
Doğduğum yer o mübarek Türkistan’dan;
Bağrıma taşlar vurup geldim işte.
Gurbet değdi Mustafa gibi erenlere,
Otuz üç bin sahabe ve yaranlara,
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Murtaza’ya,
Gurbet değdi onlara hem, dedim işte.
Gurbet değse, pişkin kılar çok haramları
Bilgili kılar, seçkin kılar çok âmları,
Keçe giyer, bulsa yiyer taamları;
Onun için Türkistan’a geldim işte.
Gariplikte yüz yıl dursa, yine mihman;
Tahtı, bahtı, bostanları yine zindan;
Gariplikte kul oldu Mahmut Sultan;
Ey yarenler, gurbet içinde yandım işte.
Gariplikte Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü sırları perde ile sarıp örttü;
“Allah’a hamd olsun, gördüm.” dedi, izimi öptü;
Bu sırları görüp hayran kaldım işte.
Arzuluyum akrabalık vileyete,
Büyük babam ravzaları Ak Türbet’e,
Babamın ruhu saldı beni bu gurbete;
Bilmem ki ben nasıl taksir kıldım işte.
Kul Hâce Ahmet, söylediği Hakk’ın yâdı;
İşitmeye dostlarına kalsın öğüdü;
Gurbet çekipöz şehrine dönüp geldi;
Türkistan’da mezar olup kaldım işte.”
İslamiyet’e girdikten sonra, eski kültürel değerler İslami renk ve şekilleri almaya başladı. Göç ve gurbetin habercisi olan kuşlar, tasavvuf gereği gönüllerden makamlara sır taşırlar. Derviş ruhu, kuş donuna girerek gurbete çıkar. Bu gurbet, dervişin Tanrı’dan uzaklaştığı kaygısına kapılarak günlük hayatla ilişkisini kesmesi ve yalnızlık içinde Tanrı’yı gönlünde aramasıdır.
Göç ve gurbet Türk’ün alınyazısıdır. Bunlar kuru sözler değildir; içeriğinde kültürel kodları,
gidilecek yolları,
erişilecek ülküleri,
ulaşılacak hedefleri anlatır.
Gurbet garipliği, Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin bir mirasıdır; yüzyıllardır süren ve sürecek olan.