Ne zaman, sosyal muhtevâlı bir tehlike ile karşılaşsak, Türk âile yapısının çok sağlam olduğuna dâir kanaate sığınıp tesellî arıyoruz. Hiç farkında değiliz, güvendiğimiz o dağa da kar yağmış. Her çeşit dış müdâhaleye metânetle göğüs geren ve iç disiplininden aslâ tâviz vermeyen Türk âilesi, derin yaralarla boğuşmaktadır.
Bu netîcenin elde edilmesinde, hem içimizde, hem de dışımızda az gayret sarf edilmemiştir. Kabâhati, sâdece global gelişmelere yükleyip, kendimizi kenâra çekmenin, hakkâniyetle alâkası yok.
Eskiden, âilenin yanında yer alan ve ona ters düşmeyen sokakla okul, maalesef bugün âileyi rakîb olarak görmektedirler. Daha da kötüsü, akla gelebilecek en aşağılayıcı ithamlar, sokak ve okuldan âileye yöneltilmektedir. Neredeyse, âileye mensûbiyet, suç kabûl edilme merhalesine taşınmıştır. Türk âilesi komada… Âilesini komaya sokan bir cemiyet, başka müesseselerini muhâfaza edebilir mi? Pek mümkün görünmüyor. Hani; “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” meseli var ya, o hesap, âilesi perîşân olanın, başka neyine bakacaksın?
“Okulumuz ne durumda?” derseniz, bir başka fâciâ manzarası da orada bulut ağdırıyor. Âileyi hiç kaale almayan, bütün mânevî değerlerimizi horlayan bir zihniyete sermâye kılınan Türk maârif sistemi, hamiyetli insanlarımızı çarkında öğüte öğüte bugünlere geldi. Bâzılarının hâlâ, adını anarken bile rûhî istihâleler geçirdiği “Köy Enstitüsü” modeli dahî, bugünkü pejmürdeliğin yanında seviyeli kalıyor. Başarının değil, tembelliğin ve yerinde saymanın mükâfatlandırıldığı mevcut okul yapısı, Türk milletine sâdece oyalanma fırsatı veriyor. Anaokulundan üniversiteye kadar bütün eğitim kademelerini ilme, akla, sağduyuya ve – en önemlisi – âileye yabancı hâle getirdik. İçinde, bize âit fiske miktârı hisler kalmış insanımız; gönlünde, beyninde fırtınalar kopmadan, okulların önünden rahatlıkla geçebilir mi? Göze ve kulağa hitâb eden titreşimler, hep hayâl kırıklığı ve bedduâ şeklinde tezâhür ediyor.
Sokağına hâkim olamayan milletler, ne yaparlarsa yapsınlar, felâh kapılarını aslâ açamazlar. Çünkü hiçbir meziyet sokağa rağmen gün yüzüne çıkamaz. Hâl-i hâzırda, Türkiye’nin sokakları, âile ve okul ümitlerini çuvala koyup denizin derinliklerine göndermiş bulunuyor. Sokak, elbette yol döşemesi, kaldırım taşı gibi maddî görünüşüyle değil; millî, örfî, dinî hasletlerimizi un ufak eden değirmen heybetiyle karşımızda. Yıllardır verilen tâvizlerin, koparılan hayat ağacı dallarının ve infilâka hazır cemiyet dinamitlerinin azdırdığı sokak, içimizdekilerin doldurduğu bir yol gölgesi gibi görünse de, araştırıldığında, yâd ellerden sulandığı anlaşılır. Kökü dışarıda günâh fidanlarının ahlâksızlık, arsızlık, dinsizlik aşılarıyla beslene beslene aldığı hâl, gerçekten korkulacak, ürkülecek ebâda ulaştı. Vitrinler, afişler, tabelâlar, dışarıdaki kısmı içeridekinden fazla oturma, yeme içme mekânları, cepdeki, cüzdandaki parayı, mıknatıs misâli kendine çekiyor. Zaten, sokakdaki anarşinin nihâî maksadı, paranın şahsında maddenin mâbudlaştırılması. Bunda da sona yaklaşıldı. Artık, gün sayıyorlar. İnsanın, düşebileceği en çukur yer, sokaklarımızda tekerlek takmış dolaşıyor. Seyrinden zevk alanlara ve bundan şifâ umanlara hezâr âferîn!..