“Bölgede yaşanan bütün belâların sebebi bize göre hep Sykes-Picot’dur ama anlaşma metninin tamamını acaba kaçımız okumuş ve paylaşım haritasını ciddi şekilde hangimiz gözden geçirmişizdir diye hep merak etmişimdir…”
Aşağıdaki yazı, Habertürk Gazetesi’nin 16 Aralık 2016 târihli nüshasından alınmış olup, yazının tamâmını buraya tıklayarak da okuyabilirsiniz…
*****
Murat BARDAKÇI
Günlerdir, haftalardır, aylardır ve hattâ senelerdir Sykes-Picot Anlaşması’ndan bahsediyoruz ve bu anlaşma Halep’te yaşanan insanlık faciasının da sebebi gösteriliyor.
Peki, bu yorumların ne kadarı doğru?
İngiliz asker ve sonraki senelerin politikacısı Sir Mark Sykes ile Fransız diplomat François Georges–Picot’nun 1916’da hazırladıkları ve o tarihten itibaren “Sykes-Picot Anlaşması” denen belge ile belgenin ilâvesi olan harita, mâlûm, Ortadoğu’nun ve Doğu Anadolu’nun paylaşımı hakkındadır. İngiltere ile Fransa, Ortadoğu’da sahip olacakları bölgeleri belirlerlerken Fransızlar Anadolu’nun güneydoğusunu da almakta ve Rusya’ya İstanbul’u, Boğazlar’ı ve Doğu Anadolu’yu lûtfetmektedirler.
Bölgede yaşanan bütün belâların sebebi bize göre hep Sykes-Picot’dur ama anlaşma metninin tamamını acaba kaçımız okumuş ve paylaşım haritasını ciddi şekilde hangimiz gözden geçirmişizdir diye hep merak etmişimdir…
Zira, Sykes-Picot bahsinde öylesine hatalar yapıyoruz ki, metni ve haritayı iyice incelemediğimiz hemen belli oluyor… BİR
TASLAK OLARAK KALDI
Sykes-Picot hayata geçmiş bir anlaşma değil, sadece bir taslaktı. Üstelik, müttefiklerin cephelerde büyük hayal kırıklıkları yaşadıkları ve kesin galibiyetin pek mümkün görülmediği bir dönemde, yani Çanakkale ve Kuttulâmare bozgunlarının hemen ardından hazırlanmıştı ve bir “temennî belgesi” idi.
Anlaşma ile gerçi Ortadoğu’nun paylaşımı hedeflenmiş ve Birinci Dünya Harbi’nin galibi olan büyük güçler savaştan sonra bölgede kuracakları hâkimiyet alanlarını belirlemeye çalışmışlardı, ancak Sykes-Picot’da hayâl edilen sınırlar ile savaş sonrasının sınırları farklı oldu ve asıl hayal kırıklığı petrol bölgelerinde yaşandı.
Biz, senelerden buyana “Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli sebebi, İngilizler’in petrol bölgelerimizi, özellikle de Musul’u ele geçirme çabası idi” deyip dururuz ama Sykes-Picot’ya göre Musul ve çevresi İngiliz değil, Fransız bölgesi olacak; İngiltere sadece Kerkük’ü elde edecekti… Üstelik bir Yahudi devletinin, yani bugünün Ortadoğusu’nda en büyük aktörlerden olan İsrail’in kuruluşu hakkında Sykes-Picot’da bahis bile yoktu, bu işin öncülüğünü 1917’de yayınlanan Balfour Deklarasyonu ile İngilizler yapacaklardı.
Hattâ, İngiltere ile Fransa daha savaşın devam ettiği senelerde bile Sykes-Picot yüzünden gizlice de olsa birbirlerine kazık üstüne kazık atmışlar; aralarında hem diplomatik, hem de silâhlı bir rekabet yaşanmış, İngiltere Başbakanı Lloyd George resmî toplantılarda “Ulan ben bu anlaşmanın…” diye Sykes-Picot’ya açıkça veryansın edecek hâle gelmişti. Müttefikler arasındaki gerilim öylesine artmıştı ki, Fransa Başbakanı Georges Clemenceau savaştan sonra yapılan görüşmelerde İngilizler’e Sykes-Picot’dan vazgeçtiklerini tebliğ etmiş ve taraflar Ortadoğu’yu başka şekilde paylaşma çabalarına girişmişlerdi.
SAN REMO’YU ÖĞRENMELİYİZ!
Senelerden buyana Sykes-Picot’ya takılıp kaldığımız için, savaştan hemen sonraki bir başka faaliyet gözümüzden hep kaçmıştır: 19-26 Nisan 1920’de yapılan; İngiltere, Fransa ve İtalya başbakanlarının katıldığı San Remo Konferansı’ndan sözediyorum…
Ortadoğu’nun kaderine İtalya’nın Akdeniz sahilindeki San Remo kasabasında düzenlenen işte bu konferansta karar verildi, Sykes-Picot sonrasında yaşanan anlaşmazlıklar burada son buldu ve hattâ Sevres Anlaşması’nın esasları da yine San Remo Konferansı’nda belirlendi. Biz Sevres’i üç sene sonra yırtıp attık ama San Remo’da çizilen sınırlar yıllarca değişmeden kaldı.
Dolayısı ile, Sykes-Picot takıntısını artık bir tarafa bırakıp San Remo Konferansı üzerinde kafa yormamız ama bir hususu da unutmamamız gerekiyor:
Defalarca yazdım: Geniş topraklara yayılan büyük devletin bıraktığı mirasın tasfiyesi çok uzun zaman alır, bu iş bazen asırlarca devam eder ve Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası da henüz tam olarak tasfiye edilmemiştir.
Birkaç sene öncesine kadar Kafkasya’da, Balkanlar’da ve sâbık Yugoslavya’da olup bitenler ile Irak ile Suriye’de hâlâ devam eden mücadeleler ve hattâ Halep’teki insanlık dramı, Osmanlı mirasının tasfiye kavgasından ibarettir, tasfiyenin tamamlanmasına da maalesef daha çok uzun zaman vardır.
———————————————————