Edirne’nin fethinden sonra Sultan Murad, Rumeli beylerbeyi Lala Şahin Paşa’yı, Bulgaristan, Sırbistan ve Tuna nehrine kadar olan Avrupa topraklarını fethetmekle görevlendirdi. Edirne’den yürüyüşe geçen Lala Şahin Paşa’nın orduları kısa sürede Filibe önlerine dayandı. Sırtını dağlara dayamış, önünde bulunan Meriç nehrinin korumasına sığınmış olan Filibe kenti, Lala Şahin Paşa’nın amansız saldırılarına Edirne’den daha uzun süre direndi. Ama sonunda o da Türklerin utkulu kılıçlarına boyun eğmek zorunda kaldı.
Balkanların pirinç ambarı olan Filibe ve havalisinin fethedilmesiyle Türklere Avrupa’nın kapısı ardına kadar açılmış oldu. Evrenus Bey ve akıncıları bir süre sonra Epir tepelerinden indiler, Pindus dağlarının altından geçtiler ve bereketli ovalarda yağız atlarını dörtnala koşturduktan sonra Adriyatik sahillerinde göründüler.
Türklerin durdurulamaz bir hızla ilerlemesi ve Balkanlarda pervasızca at oynatmaya başlaması Hıristiyan dünyasını telaşa düşürmüştü. Hıristiyan halklar gibi paniğe kapılan Papa Urban, Eflak, Sırbistan, Bosna ve Macar halklarını Türklere karşı birlik olmaya çağırdı. Hıristiyanlığı yeni kabul etmiş olan bu yarı barbar topluluklar, Papa’nın çağrısı üzerine bir araya geldiler.
Yirmi bin Sırp, Macar, Eflak, Bulgar ve Bosnalılardan oluşturulan Haçlı ordusu Makedonya’da birleşti ve Sırbistan ile Bulgaristan dağlarını aşarak ilerlemeye başladı. Papa Urban’ın teşvikiyle harekete geçen Haçlıların amacı Türkleri Balkanlardan çıkarmak ve Türk tehdidini ebediyen bertaraf etmekti. Lala Şahin Paşa, Edirne’ye doğru yürüyüşe geçen güçlü Haçlı ordusuna karşı Sultan Murad’dan yardım istemek zorunda kaldı. Biga önlerinde Katalanlarla savaşan Sultan Murad, haberi alınca, askerlerini Biga önlerinden geri çekti ve bir an önce Rumeli’ye geçebilmek için Lampsakos limanındaki gemileri toplattı.
Haçlılar hızlı bir yürüyüşle Meriç nehrini geçtiler ve henüz akşam karanlığı basmadan kamplarını kurdular. Haçlı komutanları bir hayli rahatlamışlardı. Rahatlamışlardı, çünkü onca yolu ellerini kollarını sallayarak gelmişler ve hiçbir direnişle karşılaşmamışlardı. Kibirli Haçlılar kamp kurdukları ırmağın çevresindeki bataklıkların aşılmazlığına pek güvendikleri için tedbiri de elden bırakarak şarap testileri başında kümelendiler.
Sultan Murad, Edirne’ye ulaşana kadar Haçlı ordusunu oyalamak isteyen Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa, Osman Bey ve Orhan Bey ile omuz omuza savaşmış tecrübeli bir komutan olan Hacı İlbeyi’nin komutasında on bin Türk akıncısını öncü çıkardı. Kahraman İlbeyi ve çocukluklarından beri savaş alanlarında pişmiş seçkin savaşçılarının görevi Haçlı ordusunun yolu üzerine pusular atarak düşmanı olabildiğince hırpalamak ve Edirne’ye doğru ilerleyişlerine engel olmaktı.
Hava karardığında Meriç’e ulaşan İlbeyi araziyi iyi bilen uyanık gözcülerini keşif için düşman ordugâhına gönderdi. Gözcüler gecenin karanlığından yararlanıp bataklıkları aştılar, Haçlı kampına gizlice sokuldular ve her şeyi gören gözleriyle kampı bir uçtan diğer uca taradılar.
Haçlı askerlerinin neredeyse tamamı zafer şarkıları söyleyerek bol bol şarap tüketiyorlardı. Daha akşamın erken saatleriydi, ama şarabı bolca tüketen yol yorgunu Haçlı askerlerinin birçoğu sağda solda sızıp kalmış, orduda düzen, disiplin bozulmuştu.
Geri dönen gözcülerinin anlattıklarını sözlerini bölmeden sonuna kadar dinleyen Hacı İlbeyi kısa bir an düşündükten sonra kararını verdi. Edirne’yi tehdit eden bu büyük tehlikeyi bertaraf etmeyi kafasına koyan İlbeyi buyruğundaki akıncıları üç gruba böldü. Başlarına tecrübeli komutanlar atadı. Yaşlı savaş kurdunun savaş düzeni gayet basitti. Disiplinsiz asker topluluğu derin bir uykudayken Haçlı ordugâhının etrafını saracaklar, şafaktan önce üç koldan birden ordugâha baskın yapacaklar ve tamamen başıbozuk bir halde orada burada sızmış sarhoş askerlere olabildiğince zarar verecekler, sonrada ordugâhın içinde kese biçe ilerleyecekler ve bir noktada toplanacaklar, gerek kalırsa geri dönüp tekrar saldıracaklardı.
Meriç nehrini çevreleyen bataklıkları aşan İlbeyi ve serdengeçtilerinin savaş naraları gecenin karanlığında yeri göğü inletmeye başladı. Karanlığı yırtan korkunç naralara karışan at kişnemelerini, kulak zarlarını patlatan davul, dümbelek seslerini duyunca derin uykularından korkuyla uyanan Haçlı askerleri daha neye uğradıklarını anlayamadan ateş, kan ve ölüme boğuldular.
Uykularının en tatlı saatlerinde baskına uğrayan Haçlıların bir kısmı ne yapacağını bilemez bir halde kafası kopuk tavuklar gibi sağa sola koşuştururken akıncıların keskin kılıçları ve güçlü savaş atlarının demir nalları altında can verdiler. Davul, dümbelek seslerinden ürktükleri için dağılan Haçlı süvarilerinin atları da ordugâhın içinde bir o yana bir bu yana çılgın bir koşu tutturunca Haçlı askerleri paniğe kapıldılar. Değişik milletlerden bir araya getirilmiş Haçlı askerleri, o aysız yıldızsız karanlık gecede dostu düşmanı ayırt edemedikleri için birbirlerini doğramaya başladılar. Türk akıncılarının keskin kılıçlarından ve delirmiş gibi sağa sola koşturan başıboş atlardan kaçarak kurtulmak isteyen binlerce Haçlı askeri Meriç nehrinin azgın sularına kapılıp can verdi. Balkanların en büyük nehirlerinden biri olan Meriç’in sularında sürüklenen Haçlı askerlerinin cesetleri, nehrin üzerindeki köprülerin altından geçtiler ve günler sonra Ege denizine döküldüler.
Görkemli ordusu Türk akıncıları tarafından mahvedilen Macar kralı Layoş, sadık korumaları sayesinde cehennemi kargaşadan çıkmayı başardı ve kaçarak canını kurtardı. Ölen askerlerinin acı çığlıkları günlerce kulaklarında çınlayan Kral Layoş, mucize eseri Türk savaşçılarının elinden kurtulup ülkesine döndükten sonra kurtuluşunu boynunda asılı olan Meryem Ana’nın tasvirine bağladığı için onun adına bir kilise yaptırdı.
Baskın başarılı olmuş, hiç beklemedikleri halde İlbeyi ve buyruğundaki bir avuç seçkin savaşçı, dev gibi bir orduya karşı kesin bir zafer kazanmış, Müslüman kanı içmeye yeminli Haçlı ordusunu çok başarılı bir gece baskınıyla ortadan kaldırmıştı.
Tarihçi Hoca Sadeddin’in sözleriyle “Haçlı askerleri inlerinde yakalanan vahşi hayvanlar gibi tekrar Meriç’e geri püskürtüldüler.”
Haçlılara kâbus gibi bir gece yaşatan ve büyük bir başarı kazanan İlbeyi ile seçkin savaşçılarını Edirne halkı büyük sevgi gösterileri ve coşkun tezahüratlarla karşıladı. Kent halkı, kendilerinin ve çoluk çocuklarının canlarını kurtaran kahraman İlbeyi’nin büyük zaferini günler süren şenliklerle kutladılar ve tecrübeli komutanı hediyelere boğdular.
Zaferin onuruna sahip çıkmak isterken bir kenarda unutulan Lala Şahin Paşa, Edirne halkı tarafından çok sevilen İlbeyi’ni kıskanmaya başlamıştı. Lala Şahin Paşa, İlbeyi’ne içinde zehir bulunan bir kâse
şerbet göndererek ölüm kararını bildirdi. Kahraman Türk komutanı için ölüm, kazandığı zaferin ödülü oluyordu.
Mert, cesur bir insan ve tam bir asker olan İlbeyi, Paşanın kıskançlığının nedenini çok iyi anlamasına rağmen, haksızı suçlamak yerine kendisinden rütbece büyük olan Rumeli beylerbeyinin buyruğuna tereddütsüz boyun eğdi ve öleceğini bile bile kâsedeki zehirli şerbeti içti.
NOT: Heşt Behişt, Müneccimbaşı, Hammer, Lamartıne ve diğer bazı tarihçiler Hacı İlbeyi’nin Sırp Sındığı savaşından sonra Lala Şahin Paşa tarafından zehirlettirildiğini beyan ediyorlar.
HASAN ERDEM
KAYNAKLAR
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Baron Joseph Von Hammer Purgstall
OSMANLI TARİHİ: Alphonse de Lamartıne