Hâinlerle Aynı Kefeye Konulmak…

Türkiye’nin bölgedeki gelişmeler itibariyle bir ateş çemberinin içinde bulunduğu şu günlerde Türk dünyasının İslâm âleminin ve bütün mazlum milletlerin yegâne ümit kapısı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ayakta kalabilmesi ve bu saldırgan dış güçlere layıkıyla cevap verebilmesi için, ülke genelinde bir sosyal barışa her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

 
Efendi BARUTCU 
                                                                                                  
07.10.2016

“Biz devletimize küsmeyiz! İnancımızdan, vatanseverliğimizden, Türk milletine hizmet aşk ve heyecanımızdan hiçbir şey kaybetmeyiz. Ama dünya görüşümüz ve hayata bakışımız yüzde yüz zıt olan şu Çetin Doğan ve benzerleri ile aynı dosyada yargılanmak doğrusu zorumuza gidiyor, kanımıza dokunuyor.”

Bu sözleri 2012 senesi Ekim ayında -her daim ihtiyatı seçmiş bazı tanıdıkların “gitme başına iş alırsın” ikazlarına rağmen- Silivri Cezaevi’nde ziyaretine gittiğim o tarihte yaygın deyimle “Balyoz Davası” sanıklarından Tuğgeneral Ali Aydın Paşa (Yörük Ali Paşa) söylemişti.

Yörük Ali Paşa, Toros Dağları’ndan kopup gelip Harbiye’ye girerken de Ülkücüydü, Hasdal ve Silivri Cezaevlerinde tutuklu iken de. Emekli edildiği ana kadar da Türk milletine, Türk devletine düşman olanların korkulu rüyasıydı. Benzerleri gibi üniforması tenine yapışmış ve hâlen de inançlarından asla taviz vermeyen imanlı ve vatansever bir Türk evladıdır.

15 Temmuz 2016 tarihinde vukuu bulan hain darbe teşebbüsü neticesinde yüzlerce insanımızın şahadetine, binlerce insanımızın yaralanmasına sebep olan ihanet odaklarının kanlı tertipleyicileri tabii ki adaletin pençesinden yakalarını kurtaramayacak ve inşaallah hak ettikleri cezalara çarptırılacaktır.

Yalnız, 15 Temmuz’dan sonra bu ihanet şebekesinden bazıları derdest edilirken sayıları yüz bine ulaşan kamu görevlisinin de açığa alınması veya meslekten ihracı çok farklı bir durum arz etmektedir.

Sadece 4688 sayılı Kanun’a istinaden kurulmuş bir memur sendikasına üye olduğu için, çocuğunu “cemaat okulları” diye tabir edilen özel okullarda -üstelik devletin özel okul teşvikini de alarak- okuttuğu için, devletin denetimi altındaki bir bankada hesap açtırdığı veya mevduat bulundurduğu için ─başka suç delilleri olanları hariç tutuyoruz, askerî mekteplerde öğrenci olduğu için on binlerce insan kamu görevinden açığa alınmış, memuriyetten ihraç edilmiş, okullardan atılmıştır.

Bu insanlar ─suçun şahsiliği ilkesi âdeta unutularak─ aileleriyle birlikte sokağa, açlığa terk edilerek her türlü istismara açık hâle getirilmiştir. Ve yukarıda anlatmaya çalıştığım Yörük Ali Paşa’nın duygularını yaşamaktadırlar. Gözlerinde derin öfke bulutları, çaresizliğin sessiz çığlığı ile “Biz vatan haini değiliz. Meslekten atılmak veya tutuklanmak değil, insanlarımıza ölüm yağdıran vatan hainleri ile aynı kefeye konulmak kanımıza dokunuyor.” demektedirler.

Anneleri, babaları, eşleri, çocukları, birinci derecede akrabaları hesaba katılırsa 2 milyona yakın insan aynı duygular içerisindedir.

Biliyoruz. Yaklaşık 40 yıldır sinsice plánlarla milletimizin hayırseverlik duygusunu alabildiğine sömüren ve devletimizin, toplumumuzun kılcal damarlarına nüfuz eden bir ihanet şebekesiyle mücadele etmek, bu hâin odakları kısa zamanda bertaraf etmek kolay bir iş değildir. Lâkin Balyoz, Ergenekon, Câsusluk Dâvâları devam ederken de defâlarca yazıp söylediğimiz gibi, darbecilerle mücâdele edelim denilirken, o târihlerde Türk Siláhlı Kuvvetlerine, bugün ise Türk milletinin geniş kesimlerine bir psikolojik harekât düzenlenmesinden endişe etmekteyiz.

O zaman yazdık, söyledik; şimdi yine söylüyoruz bu gidişle korkarız ki geniş kitlelerin mağduriyeti sebebiyle gerçek suçlular da adâletin pençesinden ─yine Balyoz, Ergenekon Davalarında olduğu gibi─ yakalarını kurtaracaklardır.

Türkiye’nin bölgedeki gelişmeler itibariyle bir ateş çemberinin içinde bulunduğu şu günlerde Türk dünyasının İslâm âleminin ve bütün mazlum milletlerin yegâne ümit kapısı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ayakta kalabilmesi ve bu saldırgan dış güçlere layıkıyla cevap verebilmesi için ülke genelinde bir sosyal barışa her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Devletimizi yönetenler bu on binlerce insanın yaptığı hatâlardan ─gerçek suçluları hâriç tutuyoruz─ vazgeçme, pişmanlığa yönelme yollarını açık tutmalı ve o insanları devlete ve millete yeniden kazandırmanın çârelerini aramalıdırlar. Bunun yakın geçmişte birçok örneği vardır. Kaldı ki burada görevden alınan yüz bine yakın Devlet memuru askerî kadrolarda bulunmamaktadır, zâten kamu alanında hizmet vermektedir ve, askerî bir darbeye teşebbüs edebilecek konumda da değildir.

Meselâ 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihlerinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte iki kere darbeye teşebbüs eden Albay Talat Aydemir ve arkadaşları birinci teşebbüsten sonra tamâmen affedilmiş, ikinci teşebbüste ise Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan idam edilip, Harbiyelilerin tamâmı dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün çabalarıyla yine affedilerek değişik üniversite ve yüksek okullara yerleştirilmiş, bunların devlet ve millete sivil alanda hizmet etmelerine imkân sağlanmıştır.

15 Temmuz’da milletimizin tepesine ateş ve bomba yağdıranlar bu siláhları Aktif-Sen’e üye olan öğretmenlerin aidatlarıyla veya Bank Asya’ya para yatıranların kâr paylarıyla satın almış değillerdir. Bu siláhlar bizzat Türk Silahlı Kuvvetlerinin silah envanterinden alınmış-çalınmış uçaklar, tanklar ve siláhlardır. Bunların en iyi şekilde muhafaza edilip darbeci unsurların eline geçmemesini temin etmek konusunda tedbirler almak da birinci derece devleti yönetenlerin vazifesidir.

Şimdi, sivil-asker yöneticiliğin her kademesini büyük ihmáller veya askerî vesâyeti kırma adına, siyâsî yandaşlık gayretleriyle bu paralel yapının unsurlarına terk eden, devletin kozmik odalarına, en mahrem sırlarına bile ulaşmalarına göz yuman siyâsî mesuller kendi ifâdeleriyle “aldatıldık, kandırıldık” itiraflarıyla kanunun pençesinden yakalarını kurtaracak, kabak yine gariban memurların, arkasız Anadolu çocuklarının başında patlayacak. Öyle mi ?

Siyâset ve devlet adamlarımızın bütün kabahati gariban öğretmenlerde, memurlarda, hâkim, polis vb. olabilmek için cemaat denilen yapının tavassutuna mecbur ve mahkûm edilen fakir Anadolu çocuklarında, 14-15, bilemediniz 18 yaşındaki askerî mektep öğrencilerinde araması hakkaniyete uygun mudur, bilemiyoruz.

Yakın geçmişte yaşananlardan ders çıkarılmalıdır. 12 Eylül askerî darbesinden sonra lümpen, zevkçi, bencil, mesuliyetsiz bir gençlik yetiştirilmesi hedeflenmişti. Özellikle Ülkücülük, milliyetçilik, vatanseverlik gibi yüksek değerler, değişik propaganda yollarıyla itibarsızlaştırılmaya çalışılmış, hatta Türk milliyetçiliği fikri, devletin millî siyaset belgesinde devlete, millete, vatana zararlı bir fikir olarak yazılmıştı.

İşte bu “paralel yapı” denilen menfur yapı bu boşluktan istifade ile kendisine geniş bir faaliyet alanı bulmuştu.

Bu milletin en zekî, en çalışkan çocukları bu yapının kucağına, dindar nesil yetiştiriyorlar, Turan idealimizi gerçekleştiriyorlar veya kızlarımızı emanet edebileceğimiz en güvenli yurtlar, evler bunlarda denilerek düşürüldü.

15 Temmuz 2016 tarihinde çok şükür ki alçak bir darbe ve ülkemizi işgal teşebbüsü Türk milletinin tarihin derinliklerinden, Orhun Abidelerinden bugüne dâima var olan millî târih şuuru, devletine vatanına sâhip çıkma duygusu ile alt edildi. Fakat günümüzde millet hayatında şâhit olduğumuz ve Allah göstermesin ileride şâhit olabileceğimiz sosyal depremler göz önüne alınırsa sanki birtakım gizli eller bu defa da “devlete ve millete küskün nesiller yetiştirmeyi” amaç edinmiş görünüyorlar.

Bu konuda yanılmış olmayı temenni ederiz. 
Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen