İnsanlık tarihi, hakikat ve itikat(inanç sistemi) arasındaki mücadeleden ibarettir desek pek te yanılmış olmayız. İnsan inanan bir varlıktır. Bu onun doğasının gereğidir. İnsan davranışlarına yön veren itikat ettikleri yani inançlarıdır. Çünkü bir insan bir şeyin yapılması gereğine inanır, onu yapar. Ve ya onun yapılmamasına inanır onu yapmaz. ( Hüseyin Atay)
İnasanı bilen bir varlık olarak kabul ederler. Oysa insan aynı zamanda inanan bir varlıktır. Genel de inanç özel de din, toplumun manevi değerlerini, yani inanç sistemini oluşturur ve yaşam tarzını biçimlendirir.
İnsan kültür üreten bir varlıktır. İnsan hayatı kültürden ibarettir. Kültür, hakikatin beşeri pencereden görünenleri, insanın algıladıklarıdır.
Sosyal ve kültürel norm ve değerlerin üretiminde inanç merkezi bir role sahiptir. Toplumsal hayat insanın kuduğu beşeri bir yapıdır. Din bir hakikat sistemidir. Bu hakikat inanç sistemi olarak oluşturduğu zihniyetle bütün kültür sahalarını manevi değerler katmak suretiyla kapsayarak nüfuz eder.
İnsan için en önemli varoluş sorunu “hakikat”, “ itikat sorunu” dur. Çünkü hakikat ile itikat karşı karşıyadır. Hakikat, değişmez ve Allah’ın sistemidir. Yani ilahidir. İtikat ise tümüyle beşeridir. İtikat, insanın hakikat karşısındaki algıları, anlayışlarıdır. Şu kadar ki itikatlar, inançlar insanın akıl ve idrak düzeyine göre algıladıkları, beşeri zihin tasavvurlarıdır. Şu da bir gerçektir ki, hakikat ise beşeri her türlü çabaların ötesinde ve aşkındır. Aslında insan hakikaati hiç bir zaman bilemez. Hakikati hakk söyler. Nitekim hakk’ta söylemiştir. Bütün kutsal metinlerin içeriği hakkın sözleridir. Elimizde Kur’an vardır. Hakikat Kur’an’ın kapsamında olanlardan ibarettir. İnsanın varoluş çıkmazı, akıl hiç bir zaman tek başına manevi gerçekleri bulamaz. İnsan, maddi alemde maddi nesneler dünyasında bu dünyanın etkisiyle çepeçevre kuşatılmıştır. İnsan bu haldeyken ne yaratılış amacını, gayesini ne de nasıl doğru yaşayacağını aklı ile bulamaz. İnsanı böyle bir halden, madde mahzeninden ancak iman konusu olan din kurtarır. İşte tam da burada vahiy zorunlu olarak karşımıza çıkar. Vahiy, Allah’ın insanları kurtarıcı inayeti, lütfudur. Bu bağlamda İslam, hakikati temsil eden bir kavramdır. İnsanın görevi aklı ile vahyi anlamak ve hayatına uygulamaktır. Dini kabul etmeyenler ise kendi zihninin kuruntularıyla yine bir inanç sistemi kurar, fakat bu inanç sistemi hakk değil batıl bir sistemdir. Batıl, boş itikatlar buradan zuhur etmektedir. Hakk’ı kabul etmeyenler, batıl denizinde yüzmek zorunda kalırlar.
Şu ayetlere bakalım: 67/26: “ Mutlak bilgi Allah’a aittir.”
3/19: “ Allah katında tek din İslam’dır”
3/85: “ Kim, İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din kabul edilmeyecektir.”
Bütün mesele bir hakikat olan dini din edinmek veya edinmemekte odaklanıyor. Hakikat insan aklını aşkındır. İnsan hakikati aklı ile bilemez. Hakikat akıl üstüdür. İnsan bilgileri görecelidir. Mutlak değildir. Mutlak bilgi Allah’a aittir. Kur’an insan bilgilerinin göreceli olduğunu 12/76 ayette şöyle söyler. 12/76: “ Her bilgi sahibinin üstünde başka bir bilen vardır.”
Ayrıca Kur’an’da 23/17 ayette de şu vurgu yapılır. 23/17: “ Sizin üstünüzde yedi yol yarattık.” İnsanın üzerinde Allah’ın yarattığı yedi yol, yedi kateogori nefs mertebesidir. Kur’an, insanların derece derece olduğunu ve yedi derecenin yedi mertebe olduğunu söyler. Bu konuyu daha önce bir makale kapsamında geniş olarak yazmıştım. Nefsin en alt mertebesi” Emmare”, en üst metrebenin de “ Safiye” olduğunu söyler Kur’an… Her bir mertebenin akıl, ruh, kalpkapsamında idrak mertebeleri vardır. Bu mertebelerde manevi yükseklik elde edebilmek ancak din alanında mümkündür. Beşeri bilgi türleri alanında bunları elde edebilmek mümkün değildir. Şu kadar var ki kim hangi mertebede ise o mertebeye göre idrak eder ve bu idrak göreceli olur. En alt mertebedeki kimseye en üst mertebedeki kimsenin algıları kar etmez. İtikat denilen şey de böylece birbirlerine göre farklı olarak ortaya çıkar. Yani her mertebedeki insanın hakikat anlayışı da farlı olur. Bu durum kaçınılmazdır. Mutlak bilgi üst merebelere ulaşmışların elde edebileceği bir gerçektir. Mutlak bilgi Mutlak varlık olan Allah’a aittir. Allah’a en yakın mertebeye ulaşmışlar bu bilgileri alabilecek duruma gelirler. Şu kadar ki Allah’a en yakın mertebeye ulaşmış olan Hz. Muhammed’dir . Bu nedenle O’nun sözleri mutlak bilgilerdir.