2023’ün Mart’ında yayın dünyamıza merhaba diyen “Halit Refiğ’e Mektuplar” Doğu Kütüphanesi Yayınları tarafından kitapseverlere sunulurken kitabı yayına hazırlayan Erol Cihangir, takdim yazısının girişinde, mektubun ve mektuplaşmanın çok eski bir geçmişe dayandığını aynı zamanda edebiyatın bir türü olduğunu vurgular.[1]
Mektup kimden ve nereden gelirse gelsin oldum olası bir ilgi odağıdır. Çünkü kelimeler ve cümleler onda yapmacıktan uzak, samimi ve sahicidir. Hatta mektubu yazanın dünyası bir türlü ak ve aydınlık olmasa da kalemi gizli sırlarını aşikâr edip satır aralarında hakikati fısıldar. Her kalem onda büyüklüğü nispetinde bir akarsu gibi kıvrıla kıvrıla akıp gider. Bazen bir çay olur, bazen bir dere, bazen ırmak olur coşup taşar; bazen durgunlaşıp göle dönüşür ve nihayet bir gün kendisini bekleyenlere ulaşır. Kısacası mektup, bir madalyonun diğer yüzü gibidir, kişilerin bilinmeyen, görünmeyen taraflarına ayna tutar.
“Halit Refiğ’ e Mektuplar” kitabı da sinema ve edebiyat dünyamızın perdesine yansıyan bir ayna gibidir. Bizi içinde bulunduğumuz zamandan alıp bir zamanların sanat, siyaset ve düşünce sarmalında dünden bugüne bütün çıplaklığıyla dolaştırır. Kitabı bir roman kurgusu içinde ele alacak olursak kitap iki bölümden oluşur. Birinci ve asıl bölüm üç karakterin öne çıktığı bölümdür: Halit Refiğ, Metin Erksan ve Oğuz Atay… Bu bölümde Halit Refiğ hep kendisine mektup yazılan başkahramandır. Metin Erksan’dan 23, Oğuz Atay’dan 13 mektup alırken dört mektup da Oğuz Atay’ın eşi Pakize Barışta’ndan kendisine ulaşır.
İkinci bölümde de mektuplaşmalar devam eder. Bunların büyük bir kısmı Halit Refiğ’le arkadaşı Giovanni Scognamillo arasında geçer. Okuyucu bu bölümde ilk defa Halit Refiğ’in üslubuyla tanışır. Bu mektupların dışında Adnan Saygun’dan, İlhan Usmanbaş’tan, Yıldız Kenter’den ve Sami Şekeroğlu’ndan Halit Refiğ’e yazılan mektuplar da kitaba ayrı bir tat katmaktadır.
Kitabın sonuna ulaştığımızda ise karşımıza “Noktalarken” başlığıyla yayımlanan Selim İleri imzalı bir yazı çıkar. Bu yazı, bir zamanlar yazdıklarıyla Oğuz Atay’ı fena halde üzen Selim İleri’nin bir günah çıkarma, bir özür dileme namesi gibi okuyucuyla buluşur… Ayrıca mektuplarda geçen özel isimlerle ilgili hazırlanan “İsimler Sözlüğü” ise kitapta bir bilgi kaynağı olarak yer alır.
Evet, deminden beri çevresinde dolaşıp durduğumuz bu güzel eseri daha yakından tanımak ve tanıtmak için gelin en iyisi kitabın özüne doğru birlikte bir yolculuğa çıkalım:
Fakat önce mektupların merkezinde oturan Halit Refiğ’i kısaca tanıyalım. 1934’te İzmir’de doğar. Sinemacı olmaya karar verdiğinde Robert Koleji’nde okumakta olduğu mühendislik eğitimini yarıda bırakır. 1954’te Akis dergisinde sinema yazıları yazmaya başlar. Atıf Yılmaz’ın “Yaşamak Hakkımdır” isimli filminin asistanlığını yaparak sinema alanındaki ilk çalışmasını gerçekleştirir. 1964’te Gurbet Kuşları, Haremde Dört Kadın ve Bir Türk’e Gönül Verdim filmlerini çeker ve bu filmlerle Moskova, Yeni Delhi ve Sorrento Film Festivallerinde çeşitli ödüller kazanır… TRT için çektiği “Aşk-ı Memnu” televizyon dizisiyle dizi filmlerinin öncüsü olur. Kemal Tahir’in Kurtuluş Savaşı yıllarını anlatan “Yorgun Savaşçı” romanını filme çeker. Ancak askeri yönetimin kararıyla bu film gösterilemez. Hatta yakılır.(1983) Kemal Tahir’in hayranı ve dostu olan Halit Refiğ, 1990’da Kemal Tahir’in “Karılar Koğuşu” romanından uyarladığı aynı adı taşıyan “Karılar Koğuşu” filmini çeker ve 27. Altın Portakal Film Festivali – En İyi Yönetmen Ödülü’nü alır.
Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon bölümü kurucuları arasında yer alan Halit Refiğ, 1977’de Wisconsin Üniversitesinde (ABD) Ortadoğu Araştırmalar bölümünde ders verir. Çekmiş olduğu altmışı aşkın çalışmasıyla çok sayıda ödül kazanan Refiğ’in filmleri, Asya, Avrupa ve Afrika ülkelerinde düzenlenen festivallerde Türkiye’yi temsil eder. 11 Ekim 2009’da aramızdan ayrılan Halit Refiğ’in “Ulusal Sinema” kavramı üzerine yazdığı yazılardan oluşan “Ulusal Sinema Kavgası” adlı eseri 1971’de Hareket Yayınları tarafından yayımlanır. Kitabın girişindeki şu paragraf okuyucular için adeta yazılanların özeti gibidir:
“Ulusal Sinema Kavgası, yalızca sinemamızın meselelerini incelemekle kalmayıp fikir ve sanat hayatımıza da yeni sentezler getirmektedir. Halit Refiğ bu kitapta, iki asırdan beri batılılaşmaya yöneltilen toplumumuzda, devlet ve kurumları, halk ve aydınlar arasındaki çatışmaları, Türk kültürünün kaynaklarını, gerçekçi namuslu ve millî değerlerine bağlı bir aydın gözüyle incelemektedir.”
Neyse “Ulusal Sinema Kavgası” nı bir başka yazıya bırakıp biz rotamızı tekrar “Halit Refiğ’e Mektuplar” a döndürelim ve söz yeniden Erol Cihangir’in diyelim:
“Bu mektupların içinde görüleceği üzere hiç mektubu olmamasına rağmen( kitabın birinci bölümünden bahsedilmekte) Halit Refiğ, Metin Erksan, Oğuz Atay arasında görünmeyen ama sanki onlarla birlikteymiş gibi bütün ağırlığıyla kendini hissettiren bir Kemal Tahir vardır. Kemal Tahir’in kendini bu denli hissettirmesi âdeta bir aile resmi ortaya koyar. Bu resimde, Metin Erksan, Halit’in biraz hoyrat, biraz sıkıntılı, ziyadesiyle pervasız ve savruk ama candan bir ağabeyi; olağanüstü sakin ve çocuksu naifliğiyle Oğuz Atay, Halit’in küçük biraderi; Halit gerginlikleri yumuşatan, öfkeleri dindiren dirayetli ortanca kardeş, onları bir ruh gibi takip eden Kemal Tahir ise ortalığı toparlayan, pusulayı şaşırdıklarında onları hizaya çeken, onlara göz kulak olan babacan tavrıyla büyük ağabeyleri gibidir.” (s.8)
Erol Cihangir’in çizdiği bu aile resminde hiç kuşkusuz arkadaşları Giovanni de bir amcazade olarak yerini almaktadır. Ancak Türkiye’nin toplumsal ve siyasal bakımdan büyük bir çözülme yaşadığı bu ortamda bu ailenin de içinde bulunduğu durum dramatik bir tablo gibidir.
“…Metin Erksan olağan dışı işlerin hayalini kurarken, açlık içinde kıvranışları; Halit Refiğ’in bütün kapıların yüzüne kapanmasıyla (başta TRT olmak üzere Yeşilçam film sektörü) zorunlu olarak Amerika’ya gidişi, Oğuz Atay’ın yazdığı romanlara bir avuç azgın azınlığın gösterdiği tepki, arkasından menhus kanser teşhisiyle Londra’da geçirdiği hastane günleri… Giovanni’nin ileriye dönük kalıcı şeyler yazabilmek için boktan dediği film ve kitap tercümeleri (özellikle de leş gibi İtalyan seks filmleri tercümeleri) şikâyet, ıstırap, keder ve isyanını taşır.” (s.9)
Evet, işte hâl ve gidişat böyledir. Gelin en iyisi biz, lâfı fazla uzatmadan ve mektuplar diyelim. Ama önce bir parantez açarak Halit Refiğ’in can dostu Metin Erksan’ın öz geçmişi ile ilgili birkaç satır nakledelim:
1929 Çanakkale doğumludur. İstanbul Üniversitesi’nin Sanat Tarihi bölümünü bitirmiştir. Susuz Yaz filmiyle 1964 Berlin Film Festival’inde “Altın Ayı Büyük Ödülü ”nü kazanmıştır. Halit Refiğ ile birlikte Ulusal Sinema anlayışının temsilcisi olmuştur. Kurtuluş Kayalı göre Metin Erksan “…hem muhalif, hem de entelektüel sıfatını” bir arada bulunduran nadir insanlardandır.[2]
2012 yılında İstanbul’da vefat eden bu büyük yönetmen, “Mare Nostrum/ Bizim Deniz” kitabını “Türk Tarihi içinde ulusu, ülkeyi, devleti korumak ve kollamak için şehit olmuş mezarsız Türk şehitlerine ve mezarlı Türk şehitlerine adıyorum.” diyerek 1987’de yayımlar.
“Halit Refiğ’e Mektuplar” ı sadece bir mektuplar demeti olarak değil, aynı zamanda 1960’lı, 70’li yılların Türkiye’sini sosyal, siyasal, kültürel ve iktisadi bakımdan irdeleyen önemli bir kaynak kitap olarak incelemeliyiz. Bu açıdan ele alacağımız birkaç mektupla hem bu üç dostun aralarındaki sevgiyi, muhabbeti hem de dönemin insanı tüketen, bıktıran ahvalini daha yakından tanımış olacağız.
İlk mektup Metin Erksan’dan. 1969 tarihli, “Halitçiğim, kardeşim,” diye başlar…
“Bak Halit, sen büyük bir düşünce adamı ve büyük bir rejisörsün. Bu yaptığın film de çok üstün bir film olacak, (1969- Bir Türk’e Gönül Verdim, filminden bahsediyor galiba) … Onun için 1. Hiçbir şeye üzülme, 2.Sinir sistemini bozma, 3. İnsanlara fazla kızma,4.İşinin dışında fazla cavcav etme, 5.Eva’ya fazla bağırma, 6.Bundan sonra daha yüzlerce film yapacağını unutma, 7. Bu son filminmiş gibi tükenmek derecesinde çalışma…[3]
Bu mektupta Halit Refiğ’e dostça tavsiyelerde bulunan Metin Erksan, nedense aynı tavsiyeleri kendisi için uygulayamamış olacak ki “ Halitçiğim” diye başladığı 29.05.1971 tarihli mektubunda âdeta çıldırmaktadır.
“Üzüntüden neredeyse delireceğim. Bu namussuzlar alayı ile aynı töhmet altında bulunmak delirtiyor beni. Senin Ilgaz Bey’le konuşman gerek. Ben ne İşçi Partiliyim, ne de Hürriyet paçavrasının yazdığı gibi bu orospu çocuklarına para verdim. Bu Dev-Genç denen orospu çocuklarının kolu genç sinemacılar denilen, başka orospu çocukları grubunun bizim hakkımızda yazdıkları yazılar sende var. Ne olursun onları Ilgaz Bey’e getir… Ben üzüntüden konuşma yeteneğimi kaybettim.”(s.55)
12/7/1976 tarihli bir diğer Metin Erksan imzalı mektupta ise:
“Halitçiğim, akıldaşım, fikirdaşım, can beraber kardeşim;
…Türkiye kendi insanına, kendi meselesine sahip çıkmadıktan sonra başkaları niçin çıksın. Biz kendimizden vazgeçmişiz. Başkaları bizden niçin vazgeçmesin(…)Kendilerini, milliyetçi sananlarla, solcu geçinenler Türkiye’ye en büyük kötülüğü yaptılar. Ne milliyetçiler milliyetçi, ne solcular solcu(…) Sağcı geçinenler de solcu geçinenler de bizi sevmiyorlar. “Ege’de Türk Hakları” nı bastırttım. Gene biliyorsun bugün Ege sorunu, Türkiye için en büyük sorun(…) Bilmem çocuklar sana söylediler miydi? O kitap fazla satmıyor. O kitaptan kimler en fazla almış biliyor musun? Amerikalılar ve Sovyetler.(s.71)
11 Nisan 1978 tarihli Amerika’dan Türkiye’ye gönderilen mektupta Metin Erksan‘la Halit Refiğ’in rolleri yer değiştirmiştir.
“Şimdi ben burada, sen orada. Bir yıl önce böyle değildi.” diyerek başlayan mektubun ilerleyen satırlarında bir Metin Erksan tespitiyle karşılaşırız ki bugün de Türkiye için aynı kutuplaşma aynı ayrılık söz konusu.
“Türkiye’nin en önemli sorunu ne ambargo ne döviz ne de Kıbrıs sorunudur… Türkiye’nin en önemli sorunu, sağcı ve solcu diye ikiye ayrılmış olan Türkiye’yi birleştirmektir.” (s.118)
Bir başka ilginç durum ise 24 Nisan 1978 tarihli mektupla ortaya konulmakta. O günlerde parasızlıkla boğuşan Metin Erksan’ın “Kâbe’tül Sinema” diye adlandırdığı Los Angeles’tan Halit Refiğ’e yazdığı mektuptan anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin bugünlerde yaşadığı ekonomik çöküntünün bir benzerini kaderin cilvesine bakın ki 45 yıl önceki eski Türkiye’de de yaşamaktaymışız. Hatta paramızdan altı sıfırın atıldığını da hesaba katarsak bugün dünden daha kötü durumdaymışız.
İşte size mektuptan bir iki satır:
“Burada dolar 34 Türk Lirası. Orada ise yirmi sekiz, yirmi yedi liraymış. Buraya iletilecek paranın üzerine bir iki lira kondu mu iş oluyormuş. Bu adamları da Şeref’in dediğine göre Güneri Civaoğlu biliyormuş.” (s.120)
Yukarıda belirttiğimiz gibi “Halit Refiğ’e Mektuplar” sadece birer mektuptan ibaret değildir, derken bu düşüncemizde ne kadar haklı olduğumuzu vurgulamak için Oğuz Atay’ın yazdıklarından da birkaç alıntı mutlaka yapmalıyız. Ama önce kimdir Oğuz Atay?
1934’te İnebolu’da doğar. İTÜ İnşaat Fakültesini bitirir. Şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar. Türk edebiyatında bir dönüm noktası olarak kabul edilen Tutunamayanlar’ı yazar. Halit Refiğ’in özel dostlarından biri olan Atay, 1977’de vefat eder. Tehlikeli Oyunlar ve Bir Bilim Adamının Romanı önemli eserlerindendir.
Oğuz Atay’ın mektuplarında edebiyat ve sanat dünyasının tam bir cadı kazanı gibi kaynadığına rahatlıkla şahitlik ederiz. Yazılanların nesnel olmadığı bilsek dahi, alanında pek büyük adam zannettiklerimizin aslında ne derece küçük ve silik tipler olduğunu fark edip hayretler içinde kalırız.
Mesela, 28 Mayıs 1976 tarihli “Sevgili Halit” diye başladığı mektubunun bir yerinde şöyle der Atay:
“(…) Bu arada Adnan Benk’le boğuştuk. Saçma bir şeyi vesile ederek saldırdı bana. Anlaşıldı ki kendisi dâhil “hümanistler” bu Mustafa İnan kitabı ( Bir Bilim Adamının Romanı adlı eserinden bahsediyor.) yüzünden bana içerliyorlar. İşte görüyorsun ne iyi etmişsin gitmekle. Biraz olsun bu kahredici havadan çıkmak gerek.” (s.140)
4 Temmuz 1976 tarihli mektubunda ise şöhretli kalemlerimizin her zamanki tavrına dikkat çekmekte:
“Son haftalarda Amerika’da bir Türk edebiyatı soytarılığı olmuş. Yaşar Kemal filan atraksiyon yapmışlar oralarda. Meselâ ‘Vietnam’dan ne haber demiş ve bütün Amerikalı aydınlar vay canına ne müthiş lâf diye donup kalmışlar. Ülkü Tamer de varmış. Utanmadan marifetmiş gibi ‘Politika’da üç gün bunları yazdı. Ulan dedim, Batı hayranı diye beni suçlarlar, sonra da Amerika’ya da onlar giderler. İşçi mişçi diyerek Rusya’ya da gidiyorlar.” (s.144)
7 Ekim 1976 tarihli mektubunda Oğuz Atay, aynı duygularla hem bir basitlikten hem de bir büyüklüğü keşfetmekten bahsetmektedir:
“Mustafa Gürsel Politika’dan ayrılınca Selim İleri denen… hemen oturdu, benim ve Pakize’nin hakkında çirkin dedikodularla dolu koca bir yazı yayımladı. Benim ukala kendini beğenmiş eserlerini Batı’da bastırmak için ziyafetlere giden biri olduğumu filan yazıyor.” (s.152)
Aynı tarihli mektubunun bir başka yerinde ise oldukça şakındır:
“Bu arada Mehmet Akif’i okudum. (Safahat) Adamın gücüne, sevgisine hayran oldum. Şimdiye kadar böyle gerçekten imanlı bir adama rastlamamıştım. Fakat ona da örümcek kafalı, miskin sağcılar sahip çıkıyorlar. Sahip çıktıklarına göre bir şey yapsalar ya…” (s.154)
Mektuplarda dikkat çeken bir hadise de şudur. Halit Refiğ gibi Metin Erksan gibi Oğuz Atay da Türkiye’den kaçıp gitmek istemektedir. Bir yıllığına da olsa eğitim öğretim çalışmalarını Londra’da bir okulda yapmanın arzusu ve heyecanı içindedir. Hatta Nezihe Araz’ın da Londra’ya gitmek için müthiş planlar yaptığını Halit Refiğ’e yazar.
Oğuz Atay’ın 16 Ocak 1977 tarihli mektubunu okuduğumuzda bu isteğinin gerçekleştiğini görürüz. Ancak bu ani gelişmenin amansız bir hastalığın sonucunda ortaya çıkması çok üzücü bir hâl alır. Artık Halit Refiğ’e Londralı mektuplar gönderse de Oğuz Atay, hastalığın pençesinde kıvranan satırlar her mektupta kendini iyiden iyiye hissettirir. Lakin bu durum da bile Oğuz Atay’ı mutlu edecek olan bir şey vardır. O da dostu Halit Refiğ’in 1977’in Mart’ında Londra’da onu ziyaret edecek olmasıdır.
Evet, hazin son Oğuz Atay’ı 43 yaşında bu dünyadan alır götürür. Fakat dünya mektuplarla dönmeye devam eder. Çünkü bugünler de pek değer verilmese de o zamanlar, mektuplar hayatın kendisiydi. İşte bundan dolayı Doğu Kütüphanesi’nin yayımladığı bu eser için mektup türünün derlenmiş en güzel örneklerinden biridir diyebiliriz.
[1] Haz. Erol Cihangir, “Halit Refiğ’e Mektuplar” Doğu Kütüphanesi Yay. İst. 2023,s. 7
[2] Kurtuluş Kayalı, “Metin Erksan Sinemasını Okumayı Denemek” Dost Kitabevi, Ank.2004, s.22
[3] Haz. Erol Cihangir, “Halit Refiğ’e Mektuplar” Doğu Kütüphanesi Yay. İst. 2023,s. 53