Hangi Ortaçağ

Londra’nın her metro istasyonunda sabahları bedava gazete dağıtılır. Gazetenin ismi de “metro” dur. İşlerine giden binlerce insan bu gazeteyi alır, kimi şöyle bir göz atar, kimi de metroda okur. Bir Eylül ayında bu gazetede gördüğüm bir haber beni cok heyecanlandırdı. Bir Türk olarak yurt dışında yaşıyorsanız ülkenizle ve insanlarınızla ilgili en ufak haberi, bulunduğunuz ülkenin basınında görünce bir başka boyuta geçersiniz, bulunduğunuz yerden soyutlanır, o okuduğunuz haberin içinde yok olursunuz. Ben de trende oturmuş, hızla varacağım yere doğru yolculuk yaparken bu gazetede gördüğüm haber beni alıp sâdece İstanbul’a değil târihe götürdü. Beni bu kadar heyecanlandıran haber ise; İstanbul’daki Memorial hastanesinde 3 doktorun, hastalarına kisa seanslı mûsikî dinletisi yaptırmaları ile ilgili idi. Klasik İslam makamlarını ney, gitar gibi muzik âletleriyle icrâ ettiklerini, değisik hastalıklara değisik makamlarin iyi geldiğini, bunun, kalp ritmini düzenlediğini, iştâhı ayarladığını bildiren bu uzman doktorlar, Ortaçağ hastahanelerini tekrar diriltmek istediklerini, Ortaçağda olduğu gibi, musıkî, su, pencerelerdeki renkli camlarin uyumu kullanılarak ve çiçeklerin düzenlenmesiyle hastalarin tedâvîsinde büyük ilerlemeler kaydedileceğini belirtiyorlardı.

Benim için öğünç verici bir şey olur eğer Ortacağ hastaneleri canlandırılabilirse. Bir Türk olarak bunları okuduğunuzda, biraz da okullardan târih bilgisi kaldıysa hâfızanızda; gözünüzde, ortasında fıskıyeli havuz bulunan, sessizlik ve huzûrun hüküm sürdüğü, rahatsız etmeyen, bilakis dinlendiren klasik musıkî ile tibbî müdâhalelere yardımcı olunan ve hastalarının morallerinin en yuksek seviyede tutulduğu, kargaşadan uzak, tertemiz, bir hastanın tam rahat ederek iyileseceği hastaneler canlanır. Ama bu haberi okuyan bir İngilizin gözlerinin yerinden oynamaması imkânsızdır ve emîn olun aklından geçenler şunlardır; “hangi akıllı Ortaçağın hastanesine dönmek ister, çıldırmış bunlar” diye düşünür, içi titrer.

Kendi kendime gülümsedim. Bir İngiliz icin Ortacağ hastanesi ve hastalık tek bir şey demekti: Allah’in cezalandırarak çok kötü bir şekilde seni ölüme göndermesi. Çünkü, Ortacağ Avrupasında, kiliselerin sözünün geçtiği bu dönemde hastalıkların hangi derecede olduğu önemsizdir, önemli olan Allah’in sizi işlediğiniz günahlardan ötürü cezalandırmasıdır ve çâresini aramanız ise Allah’in isteklerine ters düştüğünden; üzerinize daha fazla günah yüklenir ve size tibbî bir yardımda bulunulmaz. Akıl hastalarının, “içine Şeytan kaçmış” diye diri diri yakıldığı zamanlardır Ortacağ Avrupası. Ortaçağ’da Avrupa’da veba salgını çok yaygındı, ama hastaliğin türüne bakılmaksızın tecrit edilirdi hastalar; iyi kalpli kiliseler kucak acarlardı bu hastalara, sâdece ızdıraplarını biraz dindirmeye ugraşan rahibeler yardımcı olmaya uğraşırdı, tıbbî müdâhale yoktu. Yerli halktan özellikle kadınlar bazı şifâlı otlarla tedâvi etmeye uğraşır, bunlar, hastaliğın sâdece fiziki sebebi olmadığı, hastalığın Allah’tan geldiği kanaatinde oldukları için, biraz sihir (büyü) de işin içine girerdi. Kilisenin işine karışmak olmazdı elbette, coğunluğu kadın olan bu insanlar cadılıkla, büyücülükle suçlanıp diri diri yakılırlardı ki, bu hikâyeler birçok filme konu olmuştur.

Avrupada’ki Reform hareketinden sonra modern tıbbın binası kurulmaya baslandı, birçok İslamî ve eski Yunanca, Latince eserler Avrupa dillerine tercüme edilmeye başlandı, uzun mücâdelelerden sonra bu noktalara gelindi.

Eh, bir İnglilize göre şimdi Ortaçağ hastanelerine dönmek akıl kârı olabilir mi?

 

Yazar
Melek MAKSUDOĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen