15 Temmuz terör kalkışmasının ertesinde devlet erkânının da ‘sağduyulu’ söylemleri ile çiçek olmaya başladık. Toplumun her kesimi bu kalkışma harekâtına karşı dimdik bir duruş sergiledi. Meydanlarda en az rabiacıların avuç ayaları kadar bozkurt ve işaret parmakları gören bu gözler hayal görmediyse, bu böyle de oldu.
Daha sonra yine devlet erkânından ‘biz yanlış yapmışız’larla beraber, ‘artık başka olacak’ cümlelerini duymaya başladık. Ümitlendik. Bakanların ağız birliği etmişçesine ‘liyakat’ ve ‘hak’ vurgusu, ülkede ‘normalleşme’ rüzgârlarının gürül gürül esmesine vesile oldu.
Her gece şehir merkezlerinde yapılan demokrasi nöbetlerinde ‘Ölürüm Türkiyem’ler çalındı, şehadet şerbetini içen onlarca milliyetçi özel harekatçı vatan evladının ardından hatimler okundu.
Sonra ne mi oldu?
Gazi Üniversitesi rektör atamasına kadar “Acaba normalleşiyor muyuz?” derken, atama ile “Hiiiç ümitlenmeyin! Oturun oturduğunuz yerde!” mesajını aldık maalesef. Bir zamanların, öyle çok uzağa gitmeye lüzum yok, ‘Bunlar Fatiha bilmez!’ bağırtıları geldi gözümüzün önüne. Dedik ki sonra; demek ki milliyetçiler dereyi geçene kadar kıymete değer gözlerinde. Sonrasında “Fatiha bilmez” olmak farz bir anda…
Esasında Türk milliyetçilerinin kara yazgısından ufacık bir örnek bu. Seneler senesi devletin her dara düştüğü, milletin nefes almakta zorlandığı her an milliyetçiler çıkıverdi toprağın altından. Toprağın altından diyorum. Çünkü her çıkış sonrası, her feryada koşu ertesi küreklerle gömüldüler yeniden toprağın altına.
Onlar ancak ‘emniyet sibobu’, ‘yangın alarmı’ vazifesi görüyorlardı kahir ekseriyetin gözünde. Refahlı günlerde akla gelmeyen, akla gelmekten öte akıllardan kovulan milliyetçiler ancak zor zamanların adamlarıydı. Zor zamanlarda sırtları sıvazlanan, hoş zamanda sırtları yumruklanan…
Hâlbuki milliyetçiler ne bir ihsan ne de bir lütuf bekliyorlardı yangına koşarken, uçurumdan atlarken. Tek parolaları ‘vatan tehlikede’ oluyordu. ‘Mevzubahis olan vatan ise gerisi teferruattır.’ sözünü şiar edinmişçesine atlıyorlardı ateş çemberine.
Ama artık milliyetçiler de sorguluyor. Ölmekse mesele sıkıntı yok elbette onlar için. ‘Ölümlerle eğlenen tunç yürekli’ ataların torunları onlar. Ancak mesele bunların ötesinde. Artık bıktılar ülkenin jandarması olmaktan! Onlar da çok sevdikleri devlete, liyakatle, gururla hizmet etmek istiyorlar. Söz sahibi olmak istiyorlar. Yazıyorlar, çiziyorlar, memleketin hayrı için an be an düşünüyorlar…
Tekrar söylüyorum: Ne bir ihsan ne de bir lütuf bekliyor milliyetçiler. Tek istedikleri Hakk’ın yolunda, ‘hak’kın galebe çalmasını beklemek… Çok şey mi istiyorlar?