Harem Ağası Mantığı

12 Eylûl 1980  günlerindeki bir karikatür şöyleydi:

Başında fötr şapka bulunan biri oturmuş, elinde, üzerinde ‘Kuran’ yazan, ters tutulmuş bir kitap var; adamın ağzından çıkmakta olan kelimeler, balon içinde sıralanmış: “Çağdaş İslâm, Gerçek İslâm, akıl, bilim, …”

Son günlerde dîn, İslâm konusunda, ne bildiği, nereden öğrendiği bilinmez birçok vatandaş ortalığa kocaman kocaman lâflar, hükümler boca etme vâdisinde  yarışa girişince, aklıma bu karikatür geldi.

Ülkemizde, diploması olana, bol keseden “aydın” diyorlar. Bu “aydın” tipi, Lisede, atom konusunda, proton, nötron, diye bir şeyler öğrenmiştir de, bu bilgisiyle nükleer fizik, nükleer tıp konularında konuşsa, yazsa, ciddîye alınır mı? 

İslâm konusunda hangi kitabı (kitapları DEĞİL; kitabı) okumuştur da ahkâm keser? Ya bu canlı karikatürleri ciddîye alıp dinleyen, onların yazdıklarını okuyup benimseyenlere, savunanlara ne demeli? Apandisit ameliyatı, çok basit, kolay deniliyor, bu “herşeyi bilen” aydın tipini ciddîye alanlar, apandisit ameliyatı olmaları gerekse, kesici âlet kullanıyor diye, berbere, kasaba mı giderler, tıp okumuş hekime mi?

İslâm konusunda konuşmak, yazmak, çok ciddî, sorumluluk yükleyen iştir. Bu konu, ”Falanca usta, çayı iyi demler”, “filânca usta güveçte çok iyi kuru fasulye pişirir” lâübâliliğinde ele alınamaz. Lâf olsun diye, oyun olsun diye yaratılmamış olan “insan”ın, ergenlikten başlayarak gözlerini bu dünyâ hayâtına yumuncaya kadar, her ânı sınavda geçmekte, yapıp ettikleri, Kalkış  Günü’nde kendisine gösterilmek üzere kaydedilmektedir. Böyle kritik bir durumda olan “insan”ın, bu sınav salonunda nasıl davranması gerektiğini öğrenip uygulaması için ona yol gösterme, rehberlik etme işi, buna kalkışana çok büyük SORUMLULUK yükler. Bu konuda söz etmek için aklı başında bir âlim, kılı kırk yararcasına araştırmak, uğraşmak durumundadır.  

“Ölümü ve Hayâtı yaratan O’dur; hanginiz daha güzel işler yapar, sizi sınamak için” buyrulmaktadır : Mulk Sûresi, 2. Âyet-i Kerîme. Demek ki insan, ömrü boyunca, her ân sınavdadır. 

İş, son derece ciddîdir: İslâm inancına göre, olay, ölümle bitmiyor. Doğumdan ölüme kadar olan safhaya el Hayâtud Dunyâ (Yakın Hayat), Dirildikten sonraki hayâta da el Hayâtul Âkhire (Sonraki Hayat/Âhiret Hayâtı) denilir ve EBEDÎdir, SONSUZdur. 

Sonsuzluk şöyle anlatılıyor: 

Yeryüzünün her yeri, denizlerin yeri, okyanusların yeri, ovalar… her yer, buğday taneleri ile dolu olsa, bir kuş gelip 1 tane alarak gitse, 1000 yıl sonra yine bir kuş gelip 1 tane alarak gitse … bu böyle devam etse; o taneler, ne kadar çok olursa olsun, SAYILI, mahdûd, sınırlı oldukları için, ne kadar uzuuuun zaman da geçse, bir zaman gelir, o taneler tükenir. Ebedî Hayat ise öyle değildir, sonu yoktur.  

 Yâsîn Sûresinde anlatılır: Kâfir, eskimiş, dağılmak üzere olan kemikleri alıp Hz. Muhammed Aleyhis Selâm’a “bu çürümüş kemikleri Kim diriltecek?” der. Cevâp derhâl gelir : “De ki : onları, ilk defa inşâ etmiş olan diriltecek!” “Yaratmış olan” denilmiyor; inşâ etmiş olan” buyuruluyor: inşâ için ne kadar ayrıntılı işler gerektiği bir düşünülsün: insan bedenine sığdırılmış damarların veya sinirlerin (tıp erbâbı doğrusunu bilir) uzunluğu, içinde yaşadığımız dünyanın çevresini dolanabilirmiş. İnsan bedeninde daha ne harikalar var. 

Bir damla sudan meydana geldiğini/getirildiğini unutan insan, bir şeyi ilk defa yapmanın zor olduğunu, bir defa yapıldıktan sonra tekrarının çok kolay olduğunu nasıl düşünmez? Kaldı ki Mutlak Kudret Sâhibi için hiçbir güçlük söz konusu olamaz.

Başka bir âyette : “İnsan, Kıyâmet Günü (toz, toprak olan) kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet toplayacağız, Biz onun parmak uçlarındaki çizgileri bile yeniden düzenleyip eski hâline getirmeğe kadiriz” (Kıyâmet Sûresi (75) 3, 4 üncü âyetler) {Yüce Kur’ân ve Açıklamalı-Yorumlu Meâli, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Abdulkadir ŞENER, Prof Dr. M. Cemal SOFUOĞLU, Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM, Türkiye Diyanet Vakfı basımı} Bilindiği gibi, parmak uçlarındaki çizgiler orijinal; hiç kimseninki başkasınınki gibi değil, parmak izi, kesin, belli kişiyi gösteriyor.

Böylesine ciddî, bu, EN CİDDÎ konuda söz söyleyebilmek için;

Herkese gerekli İlmihâl Bilgisi’nden sonra:

*Kur’ân-ı Kerîmi birkaç defa (en az bir defa), orijinalinden, aslından dikkatle, her âyet üzerinde düşünerek, ilgili başka âyetlerle bağlantısını kurup belli bir anlayışa erişerek okumak,

*Bu âyetleri, EN İYİ MÜSLÜMAN Hz. Muhammed Aleyhis Selâm nasıl anlayarak gereğince davranmış öğrenmek (O’nun Sîret’ini ve Fikhus Siyret’i iyice hazmetmeyi gerektirir), O’nun arkadaşları (Sahâbîler) nasıl anlayıp amel etmişler, Müslümanların erken/ilk târihini çok iyi bilmeyi gerektirir,

* Belli mikdarda Sahîh ve Meşhûr hadîs-i Şerîf ezberlemiş olmak,

*Hüküm konusunda takvâ sâhibi Kelâm Âlimleri, Fıkıh Âlimleri neler demiş, 

BİLMEK GEREKİR.

Uzatmayalım, çok esaslı ALTYAPI hazırlığı gerekir.

Kur’ân-ı Kerîmi tedebbür ederken, tabiî, yardım almak üzere, meâle, tefsire bakılacaktır. 

***

Müslümanlar, farkında olmadan ağızlarından çıkan, kendilerinin değer vermedikleri birtakım sözlerden dolayı küfre düşmüş, îmân dairesinden çıkmış olmaları ihtimâline binâen, Perşembeyi Cumaya bağlayan gecelerde, yatsı namazından sonra, İmâm Efendi’nin okuduğu tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh duâlarını, hep bir ağızdan tekrarlarlar. Îmân yenileme, tâzeleme ile berâber, nikâh yenileme duâsını da okurlar; îmânı düşmüşse, hanımı, bir gayrımüslimin nikâhında kalamayacağı için, îmân tâzeleme duâsıyla birlikte, nikâh tâzeleme duâsını da okurler. 

Bu duâlar, boş yere, lâf olsun diye okunmaz. İşin ciddiyetini anlatmak için belirtiyorum.

***

Konunun hassâsiyetini, İslâm hakkında konuşmak için nasıl bir donanım gerektiğini belirtmek üzere 2 olay anlatacağım.

1.Mezhep İmâmı, Müctehid Şâfiî hazretleri, Mâ’ûn Sûresindeki “Yazıklar olsun Namazlarından gaflette olanlara!” âyetindeki ‘Salâtihim’ den önce, iyi ki ‘an buyurulmuş, fî denilseydi, ne yapardık/yanmıştık, diyor. Demek ki, namaz ‘boyunca’ dikkatli olmak meselesi. Öyle paldır küldür hüküm patlatmak, görüş ileri sürmek, gerçekten ‘câhil kişinin cesur, cüretkâr, haddini bilmez’ olduğunu gösteriyor.

2.Yaşar Nuri Öztürk, benim öğrencim olmadı, asistanlığa giriş sınavında heyette idim. Hocaları, notlarının hep yüksek olduğunu söylerlerdi. Çok zeki olduğu muhakkak.

Hâfızdı, Kur’ânı Kerîmi, makamla okurdu, kendine göre açıklardı. Şu kadar yıldır İslâmî ilimlerle, Kur’ânla meşgul olduğunu her fırsatta belirtirdi.

Allah’la aldatmak diye bir konu ortaya attı, yeri göğü inletti, bu kavram, bu söylem üzerine defalarca yazdı, tv lerde konuştu. Bazılarının, insanları Allah’la aldattığını, Allah’ı kullanarak, Allah’ı vâsıta yaparak insanları ALDATTIKLARINI söyledi, yazdı, durdu. 

Yaşar Nuri’nin bu konuda ele aldığı âyete bakalım :

Yâ Eyyuhel insânu mâ garreke biRabbike’l Kerîm (İnfitâr Sûresi (82) 6). 

    Ey            insan!   Ne  aldattı seni

Rabbike’l Kerîm : Kerem, Lütuf Sâhibi Rabbin    demek.

Rabbike’den önceki bi cer harfinin (prepozisyonunun) İLK anlamı : ‘ile’ demektir:

*  Ketebtu bil kalem : Kalemle yazdım, demek olur.

    Yaşar Nuri’nin burada, bi’nin ilk manâsında  kaldığı anlaşılıyor.

Kapı çalınınca: -Men bil bâb? Dersiniz; kapıdaki kimdir?, kim o? demiş olursunuz.    Burada bi, mekâna iltisak (bitişiklik) anlatır. 

*  bieyyi zenbin kutilet  (Câhiliyye çağında diri diri gömülen kız çocuğu) ne günah sebebiyle, hangi günahtan ötürü öldürüldü (Kıyâmet Günü’nde sorulduğu zaman)    Burada bi  sebepanlattır.

Elem tere (görmedin mi) keyfe fe’ale (nasıl yaptı) Rabbuke (Rabbin) biashâbil fîl (fil sâhiplerine)    Burada bi fâili (özneyi) mef’ûle (nesneye) bağlamak içindir.

* Hâzal Kitêb biErba’îyn lira : Bu kitap 40 liradır, cümlesinde ise, binin görevi, ‘karşılık, bedel’dir.

Yâ Eyyuhel insânu, mâ garreke biRabbike’l Kerîm : Ey insan, Kerem Sâhibi Rabbin hakkında (O’nunla ilgili olarak) seni ne aldattı? (aldatan nedir?) demek olur.

Yaşar Nuri’nin kafasında, gündeminde ‘dînin istismârı, bâzılarının, dîni kullanarak insanları aldattıkları konusu’ olduğundan âyeti kerimeyi bu şekilde anlamıştır.  Zâten, birçok kimse  de,  âyetleri, hadîsleri, ‘kendine göre anlama’ eğiliminde değil midir? Edindiği (zihnini işgal etmiş bulunan) kanaate, görüşe uygun nassları ön plana çıkarmaz mı?

***

Amacımız, ölüp gitmiş birinin yanlışını ortaya koymak değil; konunun nasıl bir titizlik, hassâsiyet gerektirdiğini belirtmektir. Sahası Tasavvuf iken, Profesörler  Mehmet Emin Ay, Mustafa Kara, Mahmut Erol Kılıç, Hasan Kâmil Yılmaz gibi konuşması, yazması, davranması gerekirken, başka sahaya atlayınca ne olduğunu belirtiyoruz. Cildiyeci de hekimdir, tıp okumuştur, belli bir bilgisi vardır ama, beyin ameliyatı için ona danışılmaz, ona kulak verilmez.

İslâm konusunda çalışmış, altyapı sâhibi olarak yıllarını bu işe vermiş kişilerin bile, kendi sahasının dışına çıktığı anda, çok zor duruma düşebileceklerini anlatmak istedik. Günümüzde, bir de, İslâm konusunda öğrenim görmemişlerin veya İlâhiyat okumuş olup da iyi yetişmiş olmayanların ortalığı boş bulup yazılı ve görüntülü basında boy göstermeleri karşısında, ister istemez o fıkra hatıra geliyor:

Girit Harbi sırasında, Sadrâzamla Kapudân-ı Deryâ, güçlü Venedik donanmasına karşı Çanakkale Boğazını kapatma çâresini görüşürlerken, konuşmaları dinleyen Harem Ağası, onlara yardımcı olur; parmağını harîtada Çanakkale Boğazının üzerine koyarak “işte kapattım” der!

11 Ekim 2020

Yazar
Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olara... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen