Söyleşi: Fatih Akman
Hasan hocam merhabalar. Evvela bu söyleşi davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Biraz klasik olacak ama öncelikle ‘’Hasan Erdem kimdir?’’ suali ile sohbetimize başlayalım dilerseniz.
1961 yılında Tekirdağ ili Hayrabolu ilçesinin Kutlugün köyünde dünyaya geldim. Topraktan ekmeğini kazanmaya çalışan beş çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum. Kendileri ve çocukları için daha iyi bir gelecek hazırlamak isteyen köylülerin büyük kentlere göç etmeye başladığı bin dokuz yüz altmışlı yıllarda benim ebeveynim de evlatlarının geleceklerini düşünerek, sürüp, ekip, biçmeye değmeyecek kadar az olan topraklarını üç beş kuruşa satıp Eskişehir’e taşınmış. İlkokul, ortaokul ve liseyi Eskişehir’de okudum. Daha okuma ve yazmayı söktüğüm andan itibaren beş çocuğunun karnını doyurabilmek için durup dinlenmeden çalışıp çabalayan aileme destek olabilmek için ben de gücüm yettiğince çalışmaya başladım. Neticede Eskişehir’de aradığını bulamayan, çocuklarının karnını doyurmak için gereken parayı kazanmakta zorluk çeken ebeveynim bu seferde şansını Bursa’da denemeye karar veriyor ve Eskişehir’den Bursa’ya taşınıyor. Liseden sonra okuyamadım. Askerden geldikten sonra Bursa’da Otomotiv sektöründe üretim yapan yabancı sermayeli bir firmada çalışmaya başladım ve 2008 yılı Şubat ayında emekli oldum. Emekli olduğum günden beri de Bursa, Gemlik, Kurşunlu’da yaşıyorum. 35 yıldır evli olduğum eşimi ve sevgili eşim gibi çocukluk aşkım olan kitapları çok seviyorum. Onların dışında Bursa’nın sayfiye yeri olarak kalabilmiş tek sahil şeridi olan Kurşunlu’nun, çakılına kumuna, havasına suyuna, çayırına bayırına, göğünde uçan, ormanlarında gezinen kanatlı kanatsız tüm hayvanlarına da aşığım.
Peki hocam, elbette iş hayatınız boyunca da okuma faaliyetlerine devam ettiniz. Tabii bunun emeklilik ertesinde daha da arttığını söyleyebiliriz zaman açısından sanıyorum. Bu okuma tecrübesinin artık yazma boyutuna taşınmasına nasıl karar verdiniz? Sizi tarihi roman yazmaya teşvik eden sebepler nelerdir?
“Tarihi roman yazmak için ciddi bir vicdan, güçlü, bağımsız bir hayal etme gücü de gerekir” Kırk yıl önce bir yerlerde okuduğum John Buchan’a ait cümleyi hiç aklımdan çıkarmadığımı belirterek sorunuzu cevaplayayım. Tarihi roman ve hikâye yazmak, hem yazanların hem de okuyup dinleyenlerin hoşuna giden pek eski bir meraktır. Çocuk yaşlarımda Abdullah Ziya KOZANOĞLU’nun İslam Öncesi Türk geçmişini konu alan tarihi romanları ile tanıştım. Sanırım bende ve yaşıtlarımda ilk Türkçülük hislerini tomurcuklaştıran eserler Kozanoğlu’nun eserleri olmuştur. Daha sonraları “BOZKURTLARIN ÖLÜMÜ, BOZKURTLAR DİRİLİYOR, DELİ KURT” gibi romanlarıyla Hüseyin Nihal ATSIZ, yeniyetmeliğimizde Türkçülüğü bana ve yaşıtlarıma aşılayan yazar olmuştur. Rahmetli ATSIZ herkesin kabul ettiği gibi çok güzel üslubu olan tarihçi, şair ve edipti. Bana göre edebiyatımızın en büyük tarihi romancısı ATSIZ’dır. Kozanoğlu ve Atsız’ın dışında Feridun Fazıl Tülbentçi, Enver Behnan Şapolyo, Turhan Tan, Oğuz Özdeş ve Bekir Büyükarkın gibi yazarlarımızın tarihi romanlarından da çok etkilendiğimi belirtmek isterim. Reha Oğuz Türkkan, Turhan Tan için “Tarihi iyi hikâyeleştiremeyen bir tarih hocasıydı” der ama ben gençliğimde Turhan Tan’ın kitaplarını da pek sevmiştim. Tarihi roman yazmak benim çocukluk hayalimdi. Özellikle Osmanlı devletine büyük hizmetleri bulunan ve maalesef tarih kitaplarının sayfaları arasında unutulup gitmiş olan “Turahanlı Akıncıları” ile ilgili en az üç roman yazmaya daha 12 yaşımdayken karar vermiştim. ( Turhan veya doğru ismi ile Turahan Bey, Üsküp Sancakbeyi meşhur Paşa Yiğit’in oğludur. Daha sonra gerek bu ve gerek oğulları Mora’da büyük hizmet görmüşlerdir. Turahanlı akıncıları bunlara mensuptur. ‘Ord. Prof. Dr. İ. H. Uzunçarşılı’) Benim doğduğum köy, Akıncı komutanı Turahan Bey’in vakıf arazisi içinde kalır. Çocuk yaşlarımda Uzunköprü Kırkkavak köyünde Turahan Bey’in yıkık dökük türbesi ile külliyesini ve Malkara’da Turahan Bey’in oğlu Mora Fatihi Gazi Ömer Bey’in virane haldeki türbesini görmüş ve çok üzülmüştüm. Akranlarım sokaklarda oyun oynarken ben çocukluk hayalimi gerçekleştirebilmek için vaktimin çoğunu kitap okuyarak geçirdim. Hayal gücümü geliştirebilmek için okumalarımda ilk terciğim her zaman yerli ve yabancı yazarların tarihi romanları olmuştur. Romanların dışında Osmanlı tarihi ile ilgili bulabildiğim her kitabı edindim ve o kitapların sayfaları arasında Turahanlı Akıncılarını aradım ve onlarla ilgili bulabildiğim her türlü tarihi bilgiyi defterlerime not ettim. Çocuk yaşlarımdan emekli olana kadar durmadan okudum ve kendime has bir üslup geliştirebilmek için kimselere okutmadığım tarihsel hikâyeler yazmaya çalıştım. Ancak fark ettim ki ben çocukluğumdan beri hayranı olduğum Ömer Seyfettin’i üslup olarak taklit etmeye çalışıyorum, hemen yazdığım bütün tarihsel hikâyeleri yırtıp attım ve bir daha da tek satır hikâye yazmadım. Defterlerime tarihsel bilgileri içeren notlar almaya devam ettim ve emekli olduktan sonra kendimi hazır hissedince bilgisayarımın başına oturdum, çalakalem yazdım. Netice de ortaya TURAHANLI AKINCILARI ile ilgili beş kitap çıktı. Tarihi romanlar yazmaktaki amacım, tarihimize merak uyandırmak, genç okurlarıma vatan, millet, bayrak sevgisi aşılamak, gençlerimizde milli sorumluluk duygusu uyandırmak ve milli şuuru güçlendirmektir.
Roman kurgusundan yazma aşamasına geçmeden evvel kaynaklarınız arasında mukayeseli bir okuma yapma gereği duyuyor musunuz? Yoksa zaten güvenilirliği ispatlanmış tarihçi ve onların kitaplarının rehberliği kâfi mi?
Kemal Tahir “Tarih bilimlerin anasıdır” derken, Peter Basillius Streithofen “ Tarih genellikle efsanelerden ibarettir” demiş… Ben tarihçi değilim ama bende diyorum ki tarih bugün ile geçmiş arasında sonsuz bir yolculuktur. Bugün bilinen ve doğru kabul edilen tarihi geliştirip zenginleştirmek için tarihçilerin sık sık geçmişe yolculuk yaparak yeni belgeleri, bilgileri aramaları, bulmaları ve bizlere sunmaları gerekmektedir. Böylece bugün elde bulunan belgelere dayanarak oluşturulan tarih, geçmişe dönük araştırmaların ortaya çıkaracağı yeni belgelerle ve getirilen yeni yorumlarla sürekli olarak kendini yenileyecektir. Tarih gerçek olmak iddiasındadır ve tarih yazımı belgelerle yapılır. Tarihi roman yazarlarının durumu daha farklıdır. Ben hangi dönemi yazıyorsam o dönemle ilgili geniş bir okuma yapıyor ve notlar alıyorum. Tarih kitaplarının dışında romanımın konusu hangi coğrafyalarda geçiyorsa o coğrafyada, o dönemde bulunan ülkelerin ve milletlerin tarihlerini de okuyor ve küçük notlar alıyorum. Örnek verecek olursak 1480 yılında Macaristan’da geçen romanım için başlangıçtan günümüze kadar gelen Macar tarihini okuyorum. Romanımın geçtiği dönemde yaşayan soyluların, kentlilerin ve köylülerin günlük yaşamlarını, giyim kuşamlarını öğrenmeye çalışıyor, haritalar inceliyor, ülkelerin bitki örtüsünü araştırıyor ve notlarımı tamamladıktan sonra oturup romanımı yazıyorum. Her kitabım için yazmaya başlamadan önce aylarca okuma yapıyorum. Ben böyle çalışıyorum, diğer tarihi roman yazarlarının nasıl bir hazırlık yaptığını bilemem.
Tarihi roman deyince insanlarımızda doğal olarak bir gerçeklik algısı da ortaya çıkıyor. Kurguya dâhil olan tarihi şahsiyetler, neredeyse romandaki halleri yahut sözleri ile hatırlanır hale geliyor zaman zaman. Misal vermek gerekirse Tarık Buğra’nın Osmancık adlı romanında Şeyh Edebali imzası ile aktardığı öğütler bugün, gerçeklik algısının yanında bol bol duvar afişinden biblolara değin işleniyor. O halde şunu sormak gerekir: Tarihi romanlarda tarihi şahsiyetler hangi nispette kurguda yer almalıdır? Yani tarihi roman tamamiyle tarihi şahsiyetlerin hayat öyküsüne sadık mı kalmalıdır? Kurgu içerisinde tarihi şahsiyetlere yeni misyonlar yüklenmesi doğru mudur?
Herkesin neredeyse ezberlediği Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatinden bahsediyorsunuz. Tarihi roman tarihin yeniden yazılması demek değildir. Herkesin bildiği gibi roman kurmaca esasına dayalı bir edebi türdür. Tarihi roman yazarlarının tarihsel bilgiyi yorumlamasında bir sınırlama olmamalıdır. Romancı, tarihi şahsiyetleri kurguladığı romanının içinde istediği gibi konuşturabilmeli, o tarihi şahsiyeti hayali kahramanları ile birlikte hiç uğramadığı coğrafyalarda bile gezdirebilmelidir diye düşünüyorum. Aslında sorunuzu Prof. Dr. Hülya Argunşah gayet güzel cevaplamış: “Buna karşılık edebi eserin burada romanın temeli, tarihi yorumlamak, canlandırmak hatta tarihin açıklayamadığı ya da sorumluluk alanı içerisinde olmayan bir takım boşlukları da hayal gücünün aracılığıyla doldurmak durumundadır.”
Hocam şimdi sohbetimizi biraz da güncel hadiselere götürelim isterim. Son zamanlarda ciddi bir tarih dizisi furyası hakim. Hemen hemen her kanal reyting çekiciliğinden de ötürü bu tür dizilere yer veriyor. Özellikle de Osmanlı dönemi… Senaryosunu tarihten alan bu tür dizilerin halkın genel tarih şuurunun gelişmesi hususunda müspet manada bir etkisinin olduğunu yahut olacağını düşünüyor musunuz? Ya da tam tersi istikamette bir süreç gelişebilir mi? Kitapsız, kaynaksız bir tarih bilgisi…
Sorunuz Muhteşem Yüzyıl dizisinde Şehzade Mustafa’nın öldürülmesine, dizi izleyicilerinin dört yüz küsür yıl sonra Kanuni Sultan Süleyman’a gösterdiği tepkileri hatırlattı bana. Tarih yazımı belgelerle yapılır. Kitapsız, kaynaksız bir tarih yazımı olmaz. Tarihi roman ve tarihi filmler öyle değildir. Ben milli kalıplarla oynanmadığı sürece bu tür dizilere karşı değilim. Tarihi gerçekliğe dayanan romanlar evet ama değişik kanallarda oynayan bu tür dizilerin insanımızda tarih şuurunun gelişmesine pek fazla bir katkı sunduğunu sanmıyorum. Ancak senaryosunu tarihten alan dizilerin tarihi romanlara olan ilgiyi arttırdığını söyleyebilirim. Sözü üstat Mehmet Niyazi’nin cümleleri ile bitireyim. “Edebiyat halkın kültür seviyesini arttırır, insanları geçmişine ve devletine bağlar, fertlerde milli sorumluluk duygusu uyandırır” Ben de üstat gibi filmler yerine edebiyatı tercih edenlerdenim.
Hocam en son Atilla’nın Kalkanı adlı bir romanınız çıktı. Okuyucularımız için roman hakkında kısa da olsa bilgi verebilir misiniz? Bir de ‘Atilla’ mı, ‘Attila’ mı nevinden sorular da gündeme geldi romanınız çıktıktan sonra. Ben bu hususta bu tür suallerin gereksiz olduğuna inansam da siz ne dersiniz?
Altıncı kitabımı yazmaya başlamadan önce çok düşündüm, Türk akıncılarını konu alan güzel bir hikâye tasarlamıştım ama kendimi tekrardan korktuğum için, kafamdaki romanı ileri bir tarihe erteledim ve Avrupa Hunlarının büyük Kağanı Atilla döneminde geçen bir Tarihi Macera Romanı yazmaya karar verdim. İlk iş olarak ta Atilla ile ilgili yazılmış ve Türkiye’de basılmış neredeyse bütün kitapları ve Roma tarihini anlatan kitapları okudum. Üç aylık bir hazırlık döneminden sonra bilgisayarımın başına oturup ATİLLA’NIN KALKANI adlı tarihi romanımı yazdım. ATİLLA’NIN KALKANI romanında okuyucular, Atilla denince akla gelebilen her şeyi bulacaktır. Örnek olarak Batı Roma Prensesi Honoria, Savaş Tanrısı Mars’ın kendi elleri ile gök taşından gökte dövdüğü iddia edilen efsanevi kılıç ve sınırı geçip Hun soylularının mezarlarını soyan Margus Piskoposu, meşhur Roma lejyonları ve tabi ki doğu ve batı Roma imparatorları, onların aile fertleri romanın sayfaları arasında karşınıza çıkacaktır. Attila, Atila veya Atilla bu konuya artık girmek istemiyordum, ama sorunuzu cevaplandırayım. Aslında Avrupa Hunlarının büyük kağanı için üç farklı isim kullanılsa da okuyan herkes o farklı isimlerin kime ait olduğunu gayet iyi biliyor. Yapılan ukalalıktan başka bir şey değil. Atilla ismi (ATTİLA değil) Türkiye’de en yaygın kullanılan 84. İsimdir. Ben de üç isim arasında gidip geldim ama bir tercih yapmak zorundaydım, fikirlerine saygı duyduğum insanlara danıştım ve en yaygın kullanım olan, Türkçe de kabul görmüş olan Atilla’yı tercih ettim. Ve kim ne derse desin bundan da hiç pişmanlık duymadım.
.
Hocam son olarak önümüzdeki dönemde hangi çalışmalar üzerinde yoğunlaşacağınız hakkında bize az da olsa bir ipucu verebilir misiniz?
Atilla’nın ikinci cildini yazmaya başladım. Bu arada KIRMIZILAR için tarihsel bir hikâye yazmak istiyordum ama yazmaya başladığım hikâye kafamda öyle bir gelişti ki, kendimi durduramaz oldum. Atilla’nın ikinci cildini bitirdikten sonra, ömrüm varsa KIRMIZILAR için yazmaya başladığım o metni romanlaştırmayı düşünüyordum ancak dediğim gibi kendimi durduramadığım için şu anda iki roman birden yazıyorum diyebilirim. Hangisi önce bitecek onu ben de bilmiyorum. Osmanlı döneminde geçen romanımla ilgili küçük bir ipucu verebilirim. Yıldırım Bayezid’in oğullarından birinin hayatını tarihi roman olarak okuyucuların beğenisine sunmak istiyorum.
Hocam, bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim. İyi çalışmalar diliyorum.
Ben teşekkür ederim Fatih kardeşim.