Hatay Yanarken Bayır-Bucak’ın da Yakılması Anımsanıyor mu?

Slayt1 copyYıllar önce, bir ‘1 Mayıs’ta, Kadıköy’de baharın güzelliğini simgeleyen lalelere sopayla saldıran kırmızı fularlı, üniformalı bir militan kızın hareketli görüntüleri yayımlandığında, bugünkü gibi anımsıyorum, terörle iç içe o günün ortamında, kamuoyunda öyle uzun boylu bir etki yapmamıştı.  Ama hem sosyolojik hem de daha çok psikolojik olarak üzerimde bayağı bir etki yaptığını açıkça itiraf etmeliyim. Bombalama, intihar saldırıları, Filistin askısıyla ölümlerin tırmanma dönemine girdiği bir zeminde toplum travmatik bir duyarsızlığa duçar olmuştu. Tekraren söylüyorum, benim aklım almamıştı, genetik kodu çiçekle bütünleşmesi gereken bir dişinin çiçeğe saldırmasını, hem de sopayla saldırmasını. Vücut dilinden ‘senin bu dünyada yerin yok’, der gibiydi. Bu sahneyi inanın, unutamadım. Erasmus programıyla gittiğim İtalya’da ‘Teramo Üniversitesi’nde vermiş olduğum bir konferansta bu görüntüleri kullanmıştım. İtalyan meslektaşlarım ve konferansa katılan yüksek lisans öğrencileri de doğanın kanuna karşı yapılan bu kıyımı, alışık olmadıkları bu acayip durumu benim gibi hayretle karşılamışlardı. Video bir buçuk dakika sürüyordu. Üniformalı militan kızın genetik kodlarına karşı giriştiği nefreti görüyordunuz, yüz çizgilerinde. Hiç kimsenin aklı almıyordu, eli sopalı bir dişinin lalelere sopayla saldırısını ve onları yok edişini havsalaları almıyordu. Ama bu çarpıcı hareketli görüntü doğru, doğru olduğu kadar çırçıplak gerçeğin ta kendisi idi. 

Bir başka çarpıcı tespit ise, dünyada dini motifli, sol ve bölücü örgütler tarafından kullanılan intihar saldırılarının kadın erkek profilinin saptanmasıydı. Malum intihar saldırılarının başarıyla neticelenme olasılığının yüksek olması ve hedefe yüksek oranda zayiat verdirilmesi, bu eylemi terör örgütleri açısından cazip hale getirmesinden kaynaklanmaktaydı. Dünyada intihar bombacıları büyük ölçüde erkekler olurken, Türkiye’de tuhaf bir biçimde kadınlar idi, hatta oran yüzde 65’e kadar çıkıyordu. Sonu ölüm olmasına karşın intihar bombacılarının bunu nasıl gerçekleştirdikleri ve hangi etmenlerin intihar bombacılarını özendirdiği soruları ilginçliğini korurken, Türkiye’de bir de bunun daha fazla kadınlarca gerçekleştirilmesi tüm bilimsel varsayımları altüst edecek tarzda idi. Hele Adana’da eylem hazırlığında yakalanan bir kadın intihar bombacısının kuaföre gidip, saçlarını, hatta manikür ve pedikür bile yaptırması tüm faraziyelerin bir tarafa konulmasına neden oluyordu.  Ama yine de yapılmış olan araştırmalarda intihar bombacılarının ülkelere ve terör örgütlerine genelleştirilebilecek bir profilinin olmadığı; intihar bombacılarını motive eden faktörlerin çok yönlü olabildiği; şehit olma isteği gibi dini beklentilerin yanı sıra ekonomik, psikolojik ve sosyolojik boyutları bulunan diğer birçok unsurun da motive edici olabildiği; süreçte intihar saldırısı düzenleyenlerinin önemli rol oynadığı görülmüştür. (1)

Neden bunları sizler anımsatma gereği duydum. Sevgili okurlar. Çünkü Hatay’daki orman yangının anatomisi ve de doğa teröristlerini düşünürken bütün bunlar bir anda gözümün önünden geçti. Yıllar sonra Hatay’da yüreklerimizi dağlayan benzer yok edici eylemlerle karşılaşmak, bütün bunları anımsamam neden oldu. 

10 Ekim 2020 tarihinde gündüz saatlerinde başlayan rüzgârın da etkisiyle Arsuz ve İskenderun ilçelerinde bazı mahallelere de sıçrayan, ekiplerin yoğun çabası sonucu kontrol altına alınan orman yangınında bölgeye yakın noktadaki duvarda ‘Ne varsa yansın’ yazısı tepki çekmedi mi, çekmez olur mu? Ağacı yakmak, suyu kurutmak, börtü, böceği üzerinde yaşayan hayvanlarla birlikte toprağı kavurmak hangi tür yaratığın işi olabilir ki. Yaşadığı çevreye, yediği ekmeğe, içtiği suya, nefes aldığı havaya düşmanlık şuursuz vahşi varlıklara özgü bir tavırdır. Bir de üstüne üstlük cehennem zebaniliğini de üstlenmişlerdir. Kendilerine “Ateşin Çocukları İnisiyatifi” adını veren bu şeytanın çocukları, ‘Mankurtlar Ordusu’ PKK’nın “Orman Yakma Timi” olarak bilinmektedir. PeKaKa’ya bağlı olarak 2004 yılında kurulan ‘Kürdistan Özgürlük Şahinleri’ (TAK) örgütü gibi adını ‘Ateşin Çocukları İnisiyatifi’ isimli PeKaKa’nın kurduğu bu örgüt, 2019 Ağustos ayında 27 farklı yerde çıkan yangınları üstlenmiştir. “Ateşin Çocukları” örgütünü sadece bu bölgeye değil, Suriye’de halksızlığa terk edilen Bayır-Bucak ve Hazine bölgesine de aynı zamanda gönderen PKK şunları söylemektedir: “Belen’deki faşist sürülerini, askeri alanı ve bütün şehri ateş ve korku içerisinde bırakan kutsal ateşi yakan inisiyatifimizin doğal üyelerine bin selam olsun.” (2)

Suriye’de yapmış olduğumuz araştırma neticesinde Hatay yangınıyla neredeyse birebir aynı anda Bayır-Bucak ve Hazine bölgesinde yangın başlamıştır. Haritada gösterildiği gibi Hatay yangınıyla birebir aynı anda Bayır-Bucak ve Hazine bölgesinde başlayan çoğu denize yakın köylerin adı “Turunç, İsabeyli, Fakıhasan, Bödürsu ve Kastal”dır. Peki bütün bunları nasıl anlamalıyız? Ayrılıkçı bir terör örgütünün, ‘PeKaKa’nın ülkemizde yıllardır -hemen herkes biliyordur-, ortaya koyduğu, -o nasıl bir doktriner yaklaşımsa- doğaya karşı ilan ettiği “Ekolojik Terör Öğretisi”ni nasıl okumalıyız? Orman yakma ya da yakılması, orman da yaşayan hayvanları en küçüğünden en büyüğüne kadar, yangından kaçamayıp olduğu yerde kömüre dönmüş kaplumbağa, tavşancıkların acıklı hallerini nasıl duyumsamalıyız? Soruyorum sizlere, sevgili okurlar, tüm bunlar gözlerinizde canlanıyor mı? Bu durum bir doğa faciası değil de nedir? Emir verilen ve de bu emirleri yerine getiren zavallılaştırılmış mankurtlara yapılan da bir eziyet değil mi? İnanın olayın bir de bu yönü var. 

Slayt2

 Ancak bir başka önemli yaklaşım ise gerilla harekatına uygun ormanlık Bayır-Bucak ve Hazine arazisinin “Türkmen Özgürlük Savaşçıları” tarafından kullanılmasının engellenmesi Suriye PeKaKasının yol haritasını düzenleyen İstihbarat Örgütlerince ortaya konulmuştur.

10-11 Ekim 2020 tarihindeki Hatay’da ve Bayır-Bucak ve Hazine bölgesinde aynı zamanda aynı örgüt marifetiyle yapılan kundaklama olduğu artık kesinleşen orman yangınları güzelim Antakya’nın yerleşim yerlerini de içine alınca PKK’nın ilan ettiği ‘ekolojik terörü’ n bir kez daha anımsanmasına, insanlık namına, kaçamayıp kömür haline gelen hayvanlar adına bir kez daha nefret etmemize, yüreklerimizin dağlanmasına neden olmuştur. Bir de işin görünmeyen yüzü bu makaleyle kamuoyunun dikkatini çekmeye çalıştığımız, Bayır-Bucak ve Hazine bölgesindeki yangınları sizlerin dikkatinize sunmak istiyoruz, her şeyden önemlisi bütün bunlar büyük resmin görülmesinde hiçbir şekilde göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Sevgili okurlar, Amanos dağlarında,  Bayır-Bucak ve Hazine bölgesindeki aynı anda aynı örgüt tarafından çıkarılan yangın doğal bir afet değildir. Planlıdır, RF Başkanı Putin tarafından Azerbaycan-Ermenistan arasındaki çatışmaların birinci ateşkes durdurulması zamanına adeta endekslenmiştir. Bu nefret edilesi tezgâhın arkasında RF ile birlikte AB (D) olduğu gerçeği ülkemizi ziyaret eden İsveç Dışişleri Bakanı tarafından hem de Ankara’da Dışişleri Bakanlığındaki ortak basın toplantısında ortaya konulması da bir o kadar manidardır. Yangından bir gün sonra Türkiye’ye gelen İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde’nin PKK’nın egemen olduğu Terör Koridorundan Türk Ordusunun çekilmesini istemesi gelinen noktayı göstermesi açısından oldukça ilginç bir yaklaşımı da ortaya koymuştur. Buna karşılık Bakan Çavuşoğlu, Bakan Linde’ye dönerek “Siz hangi yetkiyle Türkiye’nin Suriye’den çekilmesini istiyorsunuz? Biz işgalci değil topraklarının güvenliğini sağlayan bir ülkeyiz. Siz PKK’ya ülkenizde ofis açtırıyorsunuz. O örgüt anneleri çocuksuz, çocukları anasız babasız bırakıyor. Siz de bir annesiniz buna ne diyeceksiniz?” demiştir. Bakan Çavuşoğlu’nun İsveçli bakana hak ettiği cevabı vermesi sosyal medyada büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. 

Unutmayalım, Bayır-Bucak ve Hazine bölgesi onlarca asırdır kesiksiz Türkmen toprağı olarak belleklerde yer etmiştir. Bayır-Bucak ve Hazine bölgesi, Suriye’nin Lazkiye ilinin kuzeyinde, Suriyeli Türkmenlerin yaşadığı coğrafi bölgedir. Bu bölgenin kesin olarak coğrafi bir tanımı olmasa da genel olarak Cisr eş Şugur’un batısı, Nusayriye Dağlarının kuzeyi ve Lazkiye kıyı şeridinin doğusu ile Hatay kırsalının güneyi olarak tanımlanabilmektedir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, 1939 yılında Hatay’ın anavatana katılımı sırasında Bayır-Bucak ve Hazine Bölgesi Suriye’de kalmıştır. Bayır-Bucak Türkmenleri, bir zamanlar Suriye’nin Bayır, Bucak ve Hazine nahiyelerinde yaşayan öz Türklerdir. Oysa, Samandağ, Harbiye ve çevresindeki bahçeler, mülkler 100-150 yıl öncesi çoğunlukla Hıristiyanlar tarafından fakir Türklerden yok pahasına alınarak sahiplenilmiştir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, burada yaşayan halk ise maraba(yarıcı) denilen, topraksız köylü ya da toprağa bağlı köle haline getirilmiştir.  Oysaki, Bayır-Bucak ve Hazine bölgesi ile beraber, Rusların bölgedeki kalıcılığıyla doğru orantılı olarak otantik Türkmen kardeşlerimiz bu bölgelerden göçürülmeden önce özbeöz Türk karakterlerini korumaktaydı.  Bu durum Yeni Türk Devleti kurucuları başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere TC ‘nin İkinci Adamı İsmet İnönü ’nün birincil gündem maddeleri arasında yer almıştır. 4 Kasım 1938 tarihinden itibaren Hatay Devleti’nin sınırları tespit etmek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti Sınır Komisyonu çalışmalarında Yeni Türk Devletinin lider kadrosunun bu açılımı öncül yerini muhafaza etmiştir.

Bu çalışmalar devam ederken Hatay konusunda inisiyatifi Türkiye’nin ele aldığını gören Suriye, Hatay’ın Türkiye ile Suriye arasında paylaşılması için girişimde bulunmuştur. Bu oldukça ilginç bir yaklaşımdır. Nitekim Suriye Devleti adına Atatürk’ün cenaze törenine katılan bir Türkmen soydaşımız, ‘Emir Adil Aslan’ bu düşüncesini Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’na açmıştır. Saraçoğlu ona verdiği cevapta; Suriye’nin Hatay sınırları dışında kalan üç Türk nahiyesini Bayır, Bucak ve Hazine Nahiyelerini Türkiye’ye bırakması karşılığında, Hatay sınırlarında Suriye lehinde bazı değişikler yapılabileceğini bildirmiştir. (3) Ancak bu teklif Suriye’nin kabul etmemesi üzerine herhangi bir uzlaşma sağlanamamıştır.

Eğitim, özellikle de kırsal da yaşayan Bayır-Bucak Türkmenlerinin en ciddi sorunlarından biri olmuştur. Türkmen toplumunda okur-yazar oranı, Suriye genel ortalamasına yakındır. Ancak Türkçe okur-yazar çok azdır. Bu yüzden Türkiye’de okuyanlar hariç Bayır-Bucak Türkmenleri toplumun liderliğini, lokomotifliğini yapabilecek kendine ‘aydın sınıfı’ denilebilecek bir eğitimli sınıf çıkaramamıştır. Böyle olmasına karşın, millî tarih bilinci kapsamında Türkmen kimliğinin ve haklarının korunmasını talep eden Bayır-Bucak Türkmenleri, Suriye İç Savaşı’nda muhalif hareketlerin içinde yer almışlardır. Türkiye ile bütünleşmeyi kendilerine bir millî hedef olarak ortaya koyan, onur ve özgürlükleri için mücadele eden ve bu uğurda olmak ya da olmamayı, şehit olmayı kutsal bir amaç olarak belirlemişlerdir, Bayır-Bucak Türkmenleri. 

Suriye’de iktidara gelen bütün yönetimler, Bayır-Bucak Türkmenlerini asimile etmeyi, eritmeyi bir hedef olarak koymuşlardır. Bu cümleden olmak üzere, Suriye’de 1958’de yapılan toprak reformu ile Türkmenlere ait birçok tarla, bağ ve bahçe iktidar tarafından kamulaştırılmıştır. 1950’ler boyunca bu ve benzeri uygulamalar yüzünden Suriyeli yönetimlerin zorla göçürme politikaları çerçevesinde Bayır-Bucaklı aileler, Suriye’den Türkiye’ye kaçmaya başlamışlardır. Bu kaçış, benzer nedenlerle daha sonraki yıllarda da gittikçe artan bir biçimde devam etmiştir. Suriye’de 1963’te yaşanan darbeden sonra iyiden iyiye artan baskılar sonucunda Türkmenler herhangi bir sivil ya da yasal örgütlenme oluşturamamıştır. Baas Partisinin iktidar olmasından sonra Hafız Esad Rejimi ‘Tek Suriye Kimliği’ politikası çerçevesinde, Türkmenleri asimile ederek ‘Araplaştırma’ politikası izlemiştir. 1970’lerden itibaren Baas Partisinin iktidarını pekiştirmesine paralel olarak partinin Arap Sosyalizmi asimilasyon programları çerçevesinde, Bayır-Bucak Türkmenlerinin dil öğrenimlerini engellenmiş, Türkmen köylerinin isimleri değiştirilmiş ve nüfusa milliyet olarak değil İslam olarak kayıt edilmişlerdir. Buna karşın özellikle kırsal kesimde yaşayan dillerini unutmamış olan Bayır-Bucak Türkmenleri kimliklerinin bilincinde olarak birlikte yaşadıkları bölgenin dili, kültürü ile bütünleşmiştir. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki, Suriye’nin Şam, Hama, Humus, Halep ve Rakka kentlerinde ve köylerinde küçük gruplar halinde yaşayan Suriyeli Türkmenler önemli ölçüde Araplaşmıştır. Ancak Bayır-Bucak Türkmenleri milli kimliklerini korumuşlardır. Genellikle köylerde yaşayan ve kendi aralarında Türkçe konuşan Bayır-Bucak Türkmenleri, şive ve edebiyatları bakımından Türkiye’nin bir uzantısı gibidir. Bayır-Bucak’ta konuşulan ağız; Hatay bölgesinde konuşulan Türkmen ağızlarının bir devamı niteliğindedir.

Öte yandan 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılımı sürecinde Suriye sınırları içerisinde kalan Bayır-Bucak Türkmenlerine ilişkin hiçbir görüşme ya da anlaşma yapılmamış olması; Bayır-Bucak Türkmenlerinin hukuki durumunu iyiden iyiye belirsizleştirmiştir. Bu belirsizlik, Suriye yönetimlerinin Türkmenlere karşı baskı ve asimilasyon politikası uygulamasına neden olmuştur. Suriye’nin 1946 ve 1972 anayasalarına göre, Suriye Arap vatandaşı olarak kabul edilen Türkmenlere kendi ulusal kimlikleri ile yaşama hakkı tanınmamıştır. Türkçe gazete yayımlama imkânı ortadan kalkmış, hatta Türkçe konuşmak bile yasaklanmıştır. 

Dini açıdan Sünni Hanefi mezhebine mensup geçimlerini genellikle tarım ve hayvancılık, daha çok da narenciye ve ormancılıkla sağlayan Bayır-Bucak Türkmenleri ekonomik olarak genelde alt-orta sınıfta yer almaktaydılar.

Suriye İç Savaşı sürecinde Türkiye’ye sığınan Bayır-Bucak Türkmenleri ağırlıklı olarak Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Adıyaman illerindeki kamplara yerleştirilmişlerdir. Daha sonraki süreçte, bir kısmı Türk vatandaşlığına alınan Bayır-Bucak Türkmenleri, daha çok Hatay ve Osmaniye kent merkezi, köy ve mahallelerinde yaşamayı tercih etmişlerdir. 1950’li yıllardan itibaren her ne şekilde olursa olsun, Suriye’den göçürülerek Türkiye’ye yerleşen Bayır-Bucak Türkmenleri, vatandaşlık hakkı dışında arazi, konut, finansal yardım alamadıklarından anavatanda neredeyse mülteci gibi yaşamaktadırlar. Hatay’ın Kırıkhan, İskenderun ve merkez ilçelerinde yerleşik olarak yaşamlarını sürdürmekte olan Bayır-Bucak Türkmenlerinin toplumsal karakterleri ise, kaderci ve itaatkâr olmalarıdır. Dünyada ve ülkemizdeki toplumsal değerlerin evriminden bihaber yaşayan çoğu emekçi, fakir ve çaresiz olan Bayır-Bucak Türkmenleri yoklukta sabreden, acıyı bal eyleyen samimî mütedeyyin inananlardır. Bayır-Bucak Türkmenlerine bütünüyle bakıldığında öncelikle bölünmüş oldukları, hatta deyim yerindeyse keskin bir şekilde kutuplaştıkları ortak hayalleri dahi olmadıkları cihetle yarınlarda birlikte olmayı düşünemediklerinden maalesef toplum olmayı başaramamışlardır.  Eğitimsiz, kültürsüz, işsiz ve yoksul Bayır-Bucaklı Türkmenlerin çaresizliği yarınlar açısından endişe verici boyutlardadır. Üstelik işsiz ve yoksulların sayısı neredeyse patlama boyutlarındadır. Bu durum, Bayır-Bucaklı Türkmenlerin geleceği açısından ciddi sorunlardan biridir. (4)

Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin terörizme karşı yoktan var etmeye ve tesis etmeye çalıştığı Suriye’nin kuzeyinde ‘Güvenlikli Barış Kuşağı’nın Doğu Akdeniz’e açılan ağzında bulunan Bayır-Bucak ve Hazine bölgesi AB(D) ve RF’nun birlikte oluşumunu engellemek istedikleri çıkış berzahıdır. Bayır-Bucak Türkmenleri kendi bölgelerinde güven içinde yaşamaları ve varlıklarını sürdürmeleri için kendilerine atalarından emanet edilmiş bu bölgede yaşamaları ‘Güvenlikli Barış Kuşağı’nın terör koridoruna dönüşmemesi için şarttır, elzemdir, olmazsa olmazdır.

Türkiye’de sahipsiz ve kendi sorunları ile baş başa kalan Bayır-Bucak Türkmenleri bu vasatın içerisinde mutlaka görev almaları sağlanmalıdır.  Bir kısır döngünün içerisine terk edildiği gözlenen ‘Güvenlikli Barış Kuşağı’nin geleceğe taşınması ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’ ile mümkün olabilecektir, sevgili okurlar.

Dipnotlar

(1) Bilal Sevinç, “İntihar Bombacıları ve Ölümün Rasyonelleştirilmesi” (Suicide Bombers and Rationalization of Death), Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Dergisi – UGT, 2012, Volume 3, Issue 1, p. 67-86

(2) Özcan Yeniçeri, “Hatay’da ormanı kim yaktı?” Yeniçağ Gazetesi, 16 Ekim 2020

(3) İsmail Soysal, “Hatay Sorunu ve Türk Fransız İlişkileri (1936-1939”), Belleten CXLIX, sa.193, Nisan 1985, s. 99. Aktaran Yusuf Sarınay, Atatürk’ün Hatay Politikası II, Ankara, s. 421.

(4)https://www.google.com/search?q=%C5%9Fu+bizim+bay%C4%B1r+bucakl%C4%B1lar+k%C3%B6rfez+gazetesi/Erişim Tarihi 25.10.2020/

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen