Yapılan bir işte umut var, emek var, onu sıcak kılan daha bir sürü duygu var. İşin haddi zatında önemi bizden eylemlerimize ve onlardan bize yansıyan bu duygu zenginliğidir.
Bence aslolan, hayatın bizden beklediği eşya ve hayatla olan tecrübelerimizi daha zengin kılabilmeyi öğrenmektir. İşimizi yaparken mutmain olabilmek, başarı duygusunu tatmak, hayata hizmet ederek var olabilmek, eserimizdeki güzelliği izleyebilmek ve bütün bu hissiyatı kıymetli bir hatıra olarak iç âlemimize taşıyabilmektir mühim olan.
Bir işin neticesinde ortaya çıkan ürün bir gün kaybolup gidecek ve biz ölünce onların hiçbirini yanımızda götüremeyeceğiz. Fakat o zengin duygular bizimle beraber olacak. Bunu fark ettiğimizde keşke daha çok tecrübe yaşasaydım, daha zengin duygularım olsaydı diyeceğiz belki. İşte bu yaşanası hayatın her anı bize bunun için nice nice fırsatlar sunmakta. Öyleyse önemli olan bu fırsatı ganimet bilmek, hayatın ikram ettiği güzellikleri kıymetli yâdigârlar hâlinde gönlümüze taşımak, eşyanın ve varlığın gerçek bir sahibinin olduğunu tefekkür ederek bunlardan payımıza düşene razı olmaktır.
Ömür geçip giderken ve hayat damarlarımızdan çekilirken sürdüğümüz ömürden ve yaşanan onca şeyden bize kalacak olan tecrübe ettiğimiz güzellikler değil midir? Öyleyse tecrübeye kıymet vermeliyiz. Onu önemsemeli, içimizde biriken duyguların ve düşüncelerin sahibi olduğumuzu yeniden hatırlamalıyız. Yanından geçtiğimiz şeyler bizim değil evet ama onlar hakkındaki düşündüklerimiz ve duygularımız bizim. Bize kalacak olan budur ve bir miras gibi yine bize intikal edecek olan da bunlardır.
Öyleyse yaptığı işten, üzerinde düşündüğü ve çalıştığı bir husustan, yürüdüğü yoldan, içtiği sudan en nihayet kendisinden memnun olmalı bir insan. Kendinden ve yaşadığı hayattan razı olmayan birinden hakikaten verimli olmasını bekleyebilir misiniz? Onun büyük bir kaliteyle hayata tutunup hizmet edebilmesini peki? Bu kendinden ve nihayet hiçbir şeyden razı olmayan insan, hayattaki birçok huzursuzluğun ve kötülüğün kaynağı hâline gelmiyor mu?
Böyle olduğu için her geçen gün insanı mutlu ve tatmin etmek güçleşiyor. Zannederim ki ekonomik çarkın işleyebilmesi için beklenen ve istenen insan tipi buydu. Yani saadeti ve itminanı olmayan bir insanlık… İnsandaki bu hâlin devam etmesinin istendiği onun kendi iç âleminden birçok vesileyle hemen her gün alıkonulmasından anlaşılıyor. Halbuki bu insan huzursuz. Özüne dönmeyi istiyor ve bekliyor. Yokluğu makyajlanmış bu fani şeyler, oluşlar ve sürekli tüketmek onu artık doyurmuyor. Tefekkürüne, kendine ve iç âleminde zengin duygular yasamaya muhtaç bu insan.
Öyleyse başa dönelim.
Yaptığımız en küçük işlerde bile nice âlemlerin, güzelliklerin, harikulâde şeylerin gizlenmiş olabileceğini baştan kabul etmeliyiz. Hayat ancak bu şekilde bize derin bir güzellik hissi yaşatabilir. Görerek, izleyerek, hırsa kapılmadan ve her şeyin bir gün gelip geçeceğini tefekkür ederek yaşamak ve hayatta başarılı olmayı dilemek az bir nimet midir?
Hayatı hakikaten yaşayanların böyle insanlar olduğunu söylemede bir beis görmüyorum. Sahip olduklarına şükreden, olamadıklarına bakıp da kederlenmeyen, kıskanmayan fakat gıpta eden, yoldan geçenin ve görenin hakkı olduğunu bilerek ona ikrâmda bulunan, komşuluk ve akrabalık hakkını gözeten Anadolu insanının bu sırrı yakaladığını ve hayattan beklenen gâyeye eriştiğini düşünürüm. Nihayetinde bu hayatın seyrinden hepimize kalan budur. Tecrübe dediğimiz o âlem biziz. Yaşadıklarımız, duyduklarımız, gördüklerimiz ve hissettiklerimiz… Gerçekten sahip olduklarımız bunlardır. Yaşadığımız bütün bu tecrübe yolları bizim evrendeki mevkimizi belirleyen imkânlar ve güzellikler cümlesindendir.